Kadınlar kararlı: İstanbul Sözleşmesi’nden de laiklikten de vazgeçmiyoruz!

"Laiklik mücadelesi, kadınların mücadelesinin de, emekçilerin mücadelesinin de, gençlerin mücadelesinin de en önemli başlığıdır. Asla geriye çekilemez, terk edilemez. O yüzden, bir kez daha, İstanbul Sözleşmesi’nden de laiklikten de vazgeçmiyoruz!"

Kadınlar kararlı: İstanbul Sözleşmesi’nden de laiklikten de vazgeçmiyoruz!

Alev Doğan

Türkiye’deki en önemli gündem maddelerinden bir tanesi, tarikatlar ve cemaatlerin talepleri sonucunda, İstanbul Sözleşmesi’nden AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla Türkiye’nin çekilmesi. İçinde yaşadığımız ise kadına yönelik şiddetin her geçen gün arttığı, meşru sayıldığı, iyi hal indirimleri ile katillerin salıverildiği bir tablo. Danıştay’ın İstanbul Sözleşmesi konusundaki kararının, Erdoğan’ın “bu iş bitmiştir” açıklamasının aksine, kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nden de, laiklikten de vazgeçmeyeceklerini belirttiler. Biz de hem Danıştay’ın kararını hem de mücadelenin önümüzdeki yol haritasını İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Avukatı Fulya Durak ve İlerici Kadınlar Derneği Genel Başkanı Umut Kuruç ile konuştuk.

“TEK ADAM SİSTEMİ TASDİKLENMİŞ OLDU”

İKD Avukatı Fulya Durak, tek adam sisteminin çok tehlikeli bir şekilde hukuki alanda tasdiklenmiş olduğunu belirterek, dava sürecine ilişkin şunları kaydetti:

“19 Mart 2021 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan cumhurbaşkanlığı kararı ile İstanbul sözleşmesi feshedilmiş, bu kararın ardından yüzlerce kişi ve kuruluş öncelikle kararın yürütmesinin durdurulması ve iptalini isteyen davalar açılması yolu bu hukuksuzluğun önüne geçilmesi için harekete geçti.

Tüm başvurular Danıştay’ın 10. Dairesinde görüldü ve önce yürütmenin durdurulması talepleri karara bağlandı. Danıştay 10. Daire yürütmenin durdurulması taleplerini  5 üyeye karşı 2 üyenin şerhi ile oy çokluğu ile reddetti. Bu ret kararına karşı bir üst merci olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na dava tasındı ve burada da kadınların talebi reddedildi.

Ve son olarak İstanbul Sözleşmesinin feshi kararının iptali için açılan davaların esastan görüşülmesi için farklı günlere yayılan duruşmalarda, aralarında derneğimiz İKD’nin de bulunduğu onlarca dernek, baro, sendika  temsilci ve vekilleri özet olarak şu açıklamaları yaptılar.

  • Uluslararası bir sözleşmeden çekilme ya da çıkma yetkisi meclistedir. Bu yetki Cumhurbaşkanında değildir.
  • İstanbul Sözleşmesi temel hak ve hürriyetleri içeren bir sözleşmedir ve bu şekilde feshedilmesi Anayasa’ya aykırıdır.
  • İstanbul Sözleşmesinden çekilmek için bir kamu yararı gösterilmemiştir. Aksine tarikat ve cemaatlerin istekleri doğrultusunda siyasi bir karar verilmiştir.

Danıştay 10 Dairesi üyelerinin 1 oy farkla oy çokluğu ile bu temel hukuki doğruları kabul etmeyerek aslında aynı siyasi kararı sürdürmüş ve tasdiklemiş oldu.

Duruşmanın Savcılarının da aynı hukuksuzluğa işaret edip edip fesih kararını iptalini istediği, şerh koyan iki heyet üyesinin de paralel görüşte olduğu bu toplumsal ve tarihsel davada  kararı ret yönünde veren heyet üyelerinin gerekçesi ise bizleri hiç şaşırtmadı.

Gerekçe olarak ilk işaret ettikleri dayanak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin bu tür kararları alacak bir sistem olduğu idi. Yani Tek adam sistemi çok tehlikeli bir şekilde hukuki alanda tasdiklenmiş oldu.”

Mücadeleye devam ettiklerini ve edeceklerini belirten Durak, şunları söyledi:

“Duruşma salonuna ülkenin dört bir yanından gelen yüzlerce avukatın ve katledilen kadınların yakınlarının söylediklerine değil Cumhurbaşkanlığı hukuk müşavirlerinin savunmasına itibar edildi.

Duruşma salonunda her söz alan avukatın neredeyse sözlerini heyete dönerek “tarihsel bir karar vereceksiniz” sözü  gerçek oldu. Ancak hukukun, adaletin tecellisi ile değil, skandal bir karar ile tarihe geçti.

Gerek hukuk gerekse de yaşamın her alanında İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğimizi göstermek için kaldığımız yerden mücadeleye devam ediyoruz ve edeceğiz.”

“DANIŞTAY PADİŞAHIM ÇOK YAŞA DEMİŞTİR”

İKD Genel Başkanı Umut Kuruç ise kurumların hiçe sayılmasının Anayasa’nın hiçe sayılması anlamına geldiğini ifade ederek şunları söyledi:

“Danıştay 10. Dairesi’nin, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden imzasının çekilmesi yönündeki Cumhurbaşkanlığı kararının iptali istemini reddetmesi belki de en başta kendi varlık nedeni ve zemini olan hukuku ve hukukun temeli olan laikliği de reddettiğini gösteriyor.

Benzer bir laiklik karşıtı kararı, 2017 yılında TSK’da kadın subay veya astsubayların başörtüsü takmasının önünü açan ve böylece laikliği de bu kurumdan tasfiye eden yönetmelik değişikliğine ilişkin itiraz karşısında da aldı. Danıştay 2. Dairesi’nin başvuruyu reddetmesi üzerine en üst karar organı İdari Dava Daireleri Kurulu da geçtiğimiz günlerde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde türban serbestliğine izin veren kararın iptali talebini 1’e karşı 12 oyla reddetti.

Ne ilgisi var diyebilirsiniz? İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili karar sadece kadınları ilgilendirmiyor aslında. Bu karar sözleşmeyle ve kadınlarla sınırlı değil. Bu karar bütün toplumun ve ülkemizin akıbetine ilişkin. TSK’daki kıyafet yönetmeliği kararı da öyle. Burada bunun ayrıntılarına girmeyeceğim ama sadece şunu söyleyebilirim: Hukuki düzenlemelerin dini kurallara dayandırılmasının önünü açmıştır. Laikliğin reddidir.

İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili karar da, başta söylediğim gibi hukuku ve onun temeli olan laikliği, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerini reddetmiş oluyor. Böylece bütün kurumları hiçe sayarak, idari kararla, insan haklarına müdahale kabul edilmiş, insan hakları hukukun dışına çıkarılmıştır. Kurumların hiçe sayılması demek Anayasa’nın da reddi demektir.

Tarikatlar, cemaatler ve bilumum gerici güruhun İstanbul Sözleşmesi’nden Anayasa’ya aykırı bir biçimde Türkiye’nin imzasının çekilmesini nasıl sevinçle karşıladığını hatırlayalım. “İstanbul Sözleşmesi yetmez, CEDAW’dan da, Lanzarote’den de çıkılsın, 6284 sayılı yasa da, Medeni Kanun da ilga edilsin” dediklerini hatırlayalım. İşte Danıştay 10. Dairesi bu kararla bunların yolunu açmıştır.”

Kuruç açıklamalarının devamında, Bu kararın, laikliğin aslında ne kadar yaşamsal ve kapsayıcı olduğunu bir kez daha gösterdiğini belirterek şunları kaydetti:

“Bütün bu çevreler, kadınların ikinci sınıf olduğunu her fırsatta beyan eden, hatta daha da ileri giderek kadın bedenine “kasaplık et” diyecek kadar söylemlerini ifrata vardıran güruhlardır. Bunlar, yurttaşlığın tebaa ile kul ile ümmet ile ikame edilmesi gerektiğini, yoksulluğun kader olduğunu, sadakaya şükretmek gerektiğini vaaz ediyorlar. Çocuk yaşta evlilikleri, töre cinayetlerini “toplumu ayakta tutan değerler” olarak yutturmaya çalışıyorlar. Bunların okullarında, kurslarında, yurtlarında her gün bu ülkenin çocukları istismar ediliyor, intihara sürükleniyor, yaşamları karartılıyor.

İşte Danıştay 10. Dairesi bu kararıyla, bütün bunları meşrulaştırmış, adeta onay vermiştir.

Kadınların ayrımcılığa ve şiddete uğramasına, öldürülmesine, çocuklarımızın, her gün tarikat ve cemaat okullarında, yurtlarında istismara uğramasına, intihara sürüklenmesine, çocuk yaşta evliliklere de onay vermiştir.

Danıştay 10. Dairesi kararına gerekçede de kendisi de dâhil bütün kurumları reddederek “padişahım çok yaşa!” demiştir.

Bu karar bize, laikliğin aslında ne kadar yaşamsal ve kapsayıcı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Tasfiye edildiğinde de kurumların kendi varlıkları da dâhil olmak üzere aslında, hukuku, toplumu ve yurttaşı da yok sayacak hale geldiğini gözler önüne sermiştir. Bu nedenle de laiklik mücadelesi, kadınların mücadelesinin de, emekçilerin mücadelesinin de, gençlerin mücadelesinin de en önemli başlığıdır. Asla geriye çekilemez, terk edilemez. O yüzden, bir kez daha, İstanbul Sözleşmesi’nden de laiklikten de vazgeçmiyoruz!”