İstibdat rejiminin sabıka kaydı

İstibdat rejiminin sabıka kaydı

24-08-2022 14:21

AKP’nin iktidardaki ilk yılları, ülkenin bütününde olduğu gibi, yerleşme sancılarının getirdiği sakinlik ile geçti. İktidarının bu yıllarını liberaller ve ‘’FETÖ’’ ile yaptığı ittifak ile geçiren ve iktidarı da bu öznelerle paylaşan AKP, bu dönemde sürekli olarak bir ‘’vesayet’’ eleştirisi yapıyor ve rejimin kodlarını değiştireceğinin sinyalini veriyordu.

Berkay Çelen

AKP’nin kuruluşunun üzerinden 21 yıl geçti. Bugünlerde ‘’Bir Olduk Yirmi Bir Olduk’’ temalı kutlamalar gerçekleştiriyorlar. Ayrıca iktidarlarında da 20 yılı geride bırakmaya hazırlanıyorlar. O nedenle bu yazıda ‘’Bir Olduk Yirmi Bir Olduk’’ derken aslında ne olduğumuza bir bakmamız faydalı olacaktır. AKP’nin 21 yılı bitiren tarihine baktığımızda; 1923 Cumhuriyeti’ni yıkma hedefini, Cumhuriyet ile hesaplaşmayı, tam boy Amerikancılığı, Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanlığını, laiklik düşmanlığını ve doğal olarak büyük bir karşı devrimi görüyoruz. 21 yılda ülkede gerçekleşen dönüşüm saymakla bitmez ancak bu yazıda hukuk alanına bir mercek tutup AKP’nin siciline bakmaya çalışacağız. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, AKP’nin bir iktidar partisi olmaktan ziyade rejimi yıkmak ile kodlanan bir parti olduğu artık hepimizin malumu. Bu nedenle de AKP’nin, kendi sınırlarını aşan her alanda bir dönüşüm hedefini iktidarı boyunca gözettiğini görebiliyoruz. Hukuk alanının da bu dönüşümden nasibini almaması beklenemezdi. Nitekim, yeni rejimin taşları hukuksuz olarak kabul edilen, ama tam da AKP’nin kendi oluşturduğu hukuk ile döşendi.

SAVCILIĞA SOYUNAN BAŞBAKAN

AKP’nin iktidardaki ilk yılları, ülkenin bütününde olduğu gibi, yerleşme sancılarının getirdiği sakinlik ile geçti. İktidarının bu yıllarını liberaller ve ‘’FETÖ’’ ile yaptığı ittifak ile geçiren ve iktidarı da bu öznelerle paylaşan AKP, bu dönemde sürekli olarak bir ‘’vesayet’’ eleştirisi yapıyor ve rejimin kodlarını değiştireceğinin sinyalini veriyordu. 2007 yılına geldiğimizde ise, kadrolaşmada ilk adımlar tamamlanmıştı. Seçimler öncesi ilk adımlar atıldı, Temmuz’da gerçekleşen seçimlerde de büyük üstünlük sağlanmasının ardından düğmeye tam olarak basıldı. Ergenekon Davası süreci ile büyük dönüşüm resmen başlatıldı. Ergenekon operasyonları ile başlayan süreci ODA TV, Balyoz, KCK davaları, ÇYDD’ye ve orduya dönük operasyonlar, Şike Soruşturması izledi. Yıllar boyunca süren ve etkileri halen devam eden bu hukuki süreçler farklı zamanlarda ve farklı dayanak noktaları ile başlatılmıştı. Birbirinden farklı gibi gözüken tüm davaları ise aslında aynı eller yönetiyordu. Kim olduğunun gerçekten de kimse tarafından bilinmediği “gizli tanık” ifadeleri ile hüküm kuruluyor, henüz duruşmalar sürerken Samanyolu TV kararları ekrandan veriyor, Taraf Gazetesi her gün yeni bir iddia dile getiriyor, bu gazete manşetleri anında dosyalara ‘’delil’’ olarak ekleniyor, bu akıl almazlığın içinde ülkenin değerli aydınları hapse atılıyor, ölüme terk ediliyor, adlı adınca muhaliflikten ve bir rejimden hesap soruluyordu. Tüm bu süreçte iktidar men[1]supları ve o dönemki ortakları hep bağımsız yargıya güven vurgusu yapsalar da malumun ilanı çoktan gerçekleşmişti; dönemin başbakanı operasyonları eleştiren muhalefete “Bu davaların savcısı benim ben!” diye yanıt veriyordu. Tetikçi role bürünen yargı ve savcılığa özenen bir başbakan, memleketin altını oyuyordu. AKP iktidarının, bir rejimi değiştirme misyonu ile iktidara geldiğini ifade etmiştik. İşte bunun için yalnızca devlet kademelerinin içine girilmesi yetmiyordu. Devletin ve iktidarın olduğu gibi, muhalefetin de yeni rejime uygun hale getirilmesi şarttı. AKP, bu alanda da düğmeye basmakta gecikmedi. 2010 yılının Mayıs ayında, CHP’nin o dönemki Genel Başkanı olan Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen bir kaset basına sızdırılmıştı. 6 Mayıs 2010 gecesi bir sitede paylaşılan ve sonrasında hemen Akit gazetesinin internet sitesi üzerinden servis edilen görüntüler, 10 Mayıs günü Deniz Baykal’ın istifası ile sonuçlandı. Montaj olduğu neredeyse herkesçe bilinen ancak bilinçli olarak ve ahlaki değerlerden yoksun bir biçimde gündemde tutulan bu görüntüler, ana muhalefet partisinin genel başkanının sonunu getirmiş oldu. İlgili süreçte gelen eleştirilere ise yine Başbakan tarafından şöyle bir yanıt verilecekti: ‘’Ne özeli, bunlar genel!’’

REFERANDUM VE TAM BOY TESLİMİYET

Hukuk yoluyla siyasi alanda büyük bir dönüşüm gerçekleştirerek yol açan AKP, bu dönüşümü resmileştirmenin de yollarını arıyordu. 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referandum ile bu hedef için de önemli bir kilometre taşı geride bırakılmış oldu. Siyasi sonuçları bir yana, o dönemki Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye sayısı referandum ile bir anda üç katına çıkarıldı. Siyasi iktidar tarafından belirlenen üye kontenjanının da artırılması ile bağımsız atanan üyeler azınlık konuma düşürüldü ve yargı “bağımlı” atamalar ile ele geçirildi! AKP, kendi kadro birikimi kısıtlı olduğu için bu alanlar hep cemaat mensuplarınca dolduruldu. Yıllar sonra bu değişikliğin de cemaat kadrolaşmasına yaradığı anlaşılınca HSYK’nın yapısında bir değişiklik daha yapıldı. Yapılan değişikliğin tek sonucunun ise kurumun isminin “HSK” olarak değiştirilmesi olduğunu söylemek sanırız ki yanlış olmayacaktır!

15 TEMMUZ SONRASI: KANDIRILMA MI TERCİH Mİ?

Birçok kesim, 15 Temmuz’dan sonra işlerin artık yoluna gireceğini, normal koşullara dönüleceğini düşündü. Onlara göre sorunun kaynağı cemaatti ve artık cemaat temizleniyordu. Fakat, hiç de öyle olmadı. AKP’nin uygulamalarının bir ‘’kandırma’’ sonucunda değil gerçek bir hedef doğrultusunda ilerlediği netti. Cemaat ile birlikte geçtikleri yollardan, şimdi cemaati temizlemek için geçeceklerdi. Silah ise yine aynıydı: Hukuk. 15 Temmuz sonrasında cemaate dönük başlatılan büyük savaşın hukuk alanında karşılığının olmaması elbette ki mümkün değildi. Darbe girişiminden 5 gün sonra ilan edilen OHAL ile birlikte müdahale başladı. Mevcut hâkim-savcıların neredeyse üçte biri ihraç edildi ve birçoğu hakkında açılmış veya açılacak davalar mevcut. Bu da bir kez daha yargının kimlerin eline bırakıldığını gösteriyor. Ancak kanlı darbe girişiminden sonra da hukuksuzluklar olduğu gibi sürüyor. 15 Temmuz sonrasında, yargı makamları ve hatta meclis iradesi hiçe sayılarak ilan edilen KHK’ler ile iktidar büyük bir operasyona girişti. Binlerce insan mesleklerinden ihraç edildi, soruşturmaya tabi tutuldu, halen binlerce kişi de suçlarının ne olduğunu dahi bilmeden tutuklu yargılanıyor. Cemaat yargılamalarının içerisine eklenen muhalifler, yıllarca cemaate karşı iken şimdi cemaatçiler ile aynı listeye eklenen muhalifler de cabası… Hiçbir yargı makamının denetleyemediği kararlar ile binlerce kişi bir sabah bir isim listesin[1]de adını gördü ve mesleğinden oldu. Yıllarca ‘’vesayet’’ bahanesi ile hukuku alt üst eden AKP, bu kez de ‘’FETÖ’’ söylemine sığınıyordu. Amaç yine aynıydı; yeni rejimi dizayn etmek. Üstelik bu kez, ortağını da tasfiye ederek…

‘’ALLAH’IN LÜTFU’’, REJİMİN KURULUŞU

AKP, 20 yıllık iktidarında birçok krizi fırsata çevirdi, birçok noktada kendisi dışındaki odakların da desteğini alarak icraatlerini hayata geçirdi. 15 Temmuz, kendileri de itiraf ettiği gibi, bu nedenle ‘’Allah’ın lütfu’’ oldu. Darbe girişimi sonrası, cemaat mensuplarını temizleme bahanesi ile ilan edilen ve bir cadı avına dönüşen OHAL, tam 6 yıl boyunca ülkede fiili olarak uygulandı. Bu esnada, OHAL koşullarında bir referandum gerçekleşti ve ülkede rejim değişti. Artık, tek bir adamın ağzından çıkan söz ve imzanın yasa değeri taşıdığı bir hukuk sistemi ülkemizde mevcut. Artık ülkemizde AYM kararları tanınmıyor, mahkeme hakimleri üst mahkemelerin kararlarını reddedebiliyor, hukuku sonradan tamamlanabilir bir prosedür olarak görenler bakan olabiliyor. Halen mecliste muhalefet edebileceğini zannedenlerin yaptıkları ise bir formaliteyi yerine getirmekten ibaret oluyor. Değerlendirmeye değer birçok husus olmakla beraber bir yerde yazımızı sonlandırmak zorundayız. Özetlemek gerekirse; baştan sona tüm bu sürecin büyük bir hukuksuzluklar silsilesinden ibaret olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu değerlendirmenin doğru olmadığını söylememiz gerekiyor. Adlı adınca bir rejimi yıkma ve yeni bir rejim kurma misyonundan söz ediyoruz. Dolayısıyla tüm bu sürecin hukuksuzluklarla değil AKP’nin ‘’Yeni Türkiye’’ hukukuyla harmanlandığını belirtmemiz gerekiyor. Hukuku alt üst edip kendi hukukunu yaratan bir iktidara karşı verilecek mücadelenin ise hukuk sınırlarından ibaret olmayacağını, rejimin iktidarından muhalefetine tüm unsurlarının yeni bir alt üst oluşa ihtiyaç duyduğunu ise daha yüksek sesle dile getirmemiz gerekiyor.