İran’dan Türkiye’ye: Siyasal İslamcılık ‘dersleri’

Şii İslamcılık ile Sünni İslamcılık arasındaki temel farklardan birisi de kadınlara yönelik dayatma ve baskı konusunda ülkemizdeki İslamcılığın bu konuda Vahabilik ile eşdeğer olduğunu söylemek abartı sayılmamalıdır. Bu gerçek bile Türkiye’de siyasal İslamcılığın nasıl bir takiye içinde olduğunu göstermeye yeter de artar bile.

İran’da iktidara ve rejime karşı ortaya çıkan toplumsal tepki, bir dizi boyutuyla birlikte ele alınmak durumunda. Ama öncelikle ifade edilmesi gereken, ortaya çıkan toplumsal tepkinin mevcut rejime, rejimin baskıcı karakterine ve özelde dine dayalı devlet yönetimine karşı siyasal bir tepkinin dışavurumu olduğudur.

Her toplumsal tepki, belli bir “dolmuşluğun” ürünüdür. İran’da “İslami kurallara göre örtünmeme” nedeniyle İranlı bir kadının gözaltına alınması ve sonrasında ölümü, biriken tepkinin patlamasına neden olmuş, doğrudan rejimi ve din devletini karşıya alan bir toplumsal tepkiye yol açmıştır. İran’daki tablo, meselenin etnik ya da belli bölgelerden ibaret bir tepki olmadığını gösteriyor. Neredeyse İran’ın hemen hemen bütün büyük kentlerinde ortaya çıkarken, devletin kolluk güçleriyle doğrudan karşı karşıya gelebilecek bir öfke birikmesini de göstermiştir. İran halkının, İran şeriat rejimine, onun doğrudan baskısına ve despotik yönetim biçimine artık dayanamadığını gösteriyor.

Türkiye solunda bu mesele, belli bir boyutuyla ele alınarak İran’daki gelişmelerin önemli tarafı gölgede bırakılabiliyor. Kastedilen şudur: İran’ı hedef tahtasına oturtan emperyalizmin İran’daki olaylarda ne kadar parmağı var ya da bu süreç emperyalizmin müdahalesine zemin oluşturabilir mi? Önemsiz değil, ancak meselenin başka noktalarına parmak basmak en az bunun kadar önemli ve Türkiye’de siyasal mücadele verirken bu sorunun yanıtını aramak emekçiler açısından ayrıca bir ihtiyaç.

İran bir şeriat rejimi. Türkiye’de siyasal İslamcıların, “Sünni-Şii” ayrımı üzerinden İran’a baktıkları da biliniyor. İran’ın güçlenmesi onlar açısından Şiiliğin Sünniliğe üstünlüğü gibi algılanmasına yol açıyor. Emperyalizmin Suriye’ye müdahalesinde İran’ın Suriye’nin yanında durması, siyasal İslamcılar açısından “Şii Hilali” oluşuyor diye büyük bir tepki duymalarına yol açmıştı. Şeriat rejiminin Sünni versiyonu Körfez Arap ülkelerinde var. Ancak bu ülkelerin bir siyasal İslamcı model oluşturdukları söylemek mümkün değil. Hem emperyalizm tarafından kurulmaları hem devletten ziyade petrol şirketine benzemeleri açısından bir sentetiklik taşıdıkları için. Ancak İran toplumsal, iktisadi ve siyasi yapısıyla İslamcılık açısından bir model olmaya teşkil edebilecek niteliklere haiz. Bununla birlikte İran’daki Şii modeli, İran’ın kelimenin tam anlamıyla gerçek bir şeriat devleti olmadığı anlamına gelmiyor, tam tersine rejim ve devlet şeriat esaslarına ve toplum şeriat kurallarına göre yapılandırılmış bulunuyor. İran’daki İslamcı model, siyasal İslamcılığın vaatlerini ve siyasal projesini somutluyor. Bu anlamıyla, İran rejimi, şeriat devletinin ve siyasal İslamcıların programının somutlanmış halidir.

Hal böyle iken, İran’da kurulan şeriat rejiminin karakteri ve niteliği bir kez daha ortaya konmak durumunda. İran’daki rejim, bir şeriat devleti ve rejimi olarak, baskıcı, despotik ve faşizan bir karaktere sahiptir. Kapitalist ekonominin bütün sömürücü niteliği ile hayat bulduğu iktisadi bir yapı ve sınıf mücadelesinin din adına bastırıldığı siyasi bir yapı mevcuttur. Her din temelli ve teokratik biçimler gibi İran’da bir şeriat rejimi, yönetimi, iktidarı ve devlet biçimi, ontolojik olarak temel insan hak ve hürriyetleriyle çelişki içindedir. Şeriat rejimi, siyasi alandan toplumsal alana din kurallarını dayatırken bugünün toplumsal yaşam gerçeğine uyumsuz bir istibdat rejimi olarak karşımıza çıkıyor. İran’da görülen toplumsal tepki, bu gerçeği açığa çıkarırken, aslında sınıf mücadelesinin dolayımlı tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. İslamcı bir rejimden, özgürlük, eşitlik, adalet, insan hakları, demokrasi çıkmıyor. Sokak ortasında insanlar sopalarla dövülüyor, polis devleti niteliği ile toplum zapturapt altına alınıyor. Durum budur ve tipik bir kapitalist ülkeden daha ötesini temsil etmiyor! Doğrudan “ahlak polisleri” ile yaşam tarzına din adına müdahale, temel hak ve özgürlükler ile yana yana gelemez!

İşin bam teli ise İran ve Türkiye arasındaki paralelliktir ve buranın daha fazla önemsenmesi gerekmektedir. Türkiye’de siyasal İslamcılık örtünme ve “başörtüsü” üzerinden sözde “özgürlük ve demokrasi” söylemi geliştirerek mağduriyet üzerinden politika yapmışken, bugün İran’da tersinden “dini kurallara göre örtünme zorunluluğu” dayatılmaktadır. AKP iktidarı, daha buraya geçemedi. Türkiye’nin ilerici birikimi ve Cumhuriyet’in kazanımları, güncel olarak ise Gezi Direnişi, AKP’nin daha ileriye gitmesini durdurmuştur. Böyle bir direniş hattı olmasaydı, bir dizi gerici odağın, doğrudan kadınlara yönelik söylemi bile, Türkiye’nin içinde bulunduğu tehlikeyi gözler önüne sermeye yeter de artar bile. İran’da artık insanların “örtünme dayatmasına ve zulmüne” karşı ayağa kalkması, Türkiye’de türban üzerinden yaratılan politik iklimin ayaklarını yerden kesmekte, “insan hakkı söyleminin” zeminini ortadan kaldırmaktadır. Bugün İran’daki dine, şeriata ve şeriat rejimine yönelen tepki, aynı zamanda siyasal İslamcılığa dönük politik olduğu kadar aynı zaman ideolojik bir karşı çıkıştır. Türkiye’de siyasal İslamcıların ne kadar palazlandığı biliniyor. Siyasal İslamcılığın Ortadoğu’da uyumlu/ılımlı İslam adına parlatıldığı günler geride kalırken, bir proje olarak başarısızlığı İran örneğinde de tescillenmiş bulunmaktadır. Şeriat rejimi, kurtuluş değil, karanlık ve baskıdan başka bir siyasal biçim yaratamaz, yaratamıyor. Türkiye’de AKP iktidarı ve İran’da molla rejimi ampirik iki veridir.

Bu konuda söylenmesi gereken bir başka şey ise, Türkiye’de siyasal İslamcıların, İran’daki İslamcılardan daha köktenci bir bakışa sahip olmalarıdır. Şii İslamcılık ile Sünni İslamcılık arasındaki temel farklardan birisi de kadınlara yönelik dayatma ve baskı konusunda ülkemizdeki İslamcılığın bu konuda Vahabilik ile eşdeğer olduğunu söylemek abartı sayılmamalıdır. Bu gerçek bile Türkiye’de siyasal İslamcılığın nasıl bir takiye içinde olduğunu göstermeye yeter de artar bile.

İran’daki toplumsal tepkinin değerlendirilmesinde bizce en önemli nokta ise laiklik başlığındadır. Temel hak ve özgürlüklerin, yurttaşlık haklarının garantisi açısından laikliğin önemi bir kez daha -ders niteliğinde- karşımıza çıkmıştır. Türkiye’de siyasal İslamcılık kendisine iki düşman belirlemiştir. Kapitalizme asla dokunmayan, emperyalizme “sözde dokunan” ama özde doğrudan emperyalizmin ve tarihte Nazizmin destekçiliğini yapan bir siyasal hareket ve tarikat örgütlenmesi olarak bugüne gelmiştir. Siyasal İslamcıların bütün kanatları, başta tarikatlar örneğin holdingleşmiştir, AKP örneğinde olduğu gibi doğrudan ABD’nin ve Siyonist İsrail yönetiminin taşeronluğunu üstlenmiştir, FETÖ ise doğrudan ABD’nin aparatı olarak işlev görmüştür. Siyasal İslamcılık ülkemizde komünizm ve Kemalizm’i hep düşman belirlemiş, bu düşmanlık siyasal dilde ise “laiklik eşittir dinsizlik” propagandasıyla sürdürülmüştür. Laiklik düşmanlığı üzerinden kendisini var eden, laikliğin karşısına dini ve inancı koyarak kendini meşrulaştırmaya çalışan siyasal İslamcılık, İran örneğinde görüldüğü gibi özgürlük, hak, hukuk başlıklarında gerçek yüzünü açığa çıkarmıştır. “Laiklik dinsizlik eşitliği”, İran’da görüldüğü üzere “laiklik yoksa özgürlük yok” gerçeği ile tuz buz olmuştur. İran halkının özgürlük talebinin yolu, açıktır ki laiklikten geçmektedir. İran’a bakarak ülkemizde laiklik düşmanlığına karşı laikliği yeniden kazanma mücadelesinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

İran’daki toplumsal tepkinin nereye evrileceği, bunun potansiyeli, rejimin toplumsal tabanının gücü vs. gibi konular da elbette değerlendirmeye ihtiyaç duyuyor. Yukarıda değindiğimiz gibi İran’ı analiz ederken bütünlüklü bir bakış açısıyla ele almak zorundayız. Bu bütünlüğün bir diğer önemli başlığı ise emperyalizmin İran’a yönelik hesapları, planları ve müdahaleleridir. Bu açıdan şeriat rejimine karşı biriken tepkinin emperyalist müdahaleye zemin oluşturup oluşturmadığı ve aynı zamanda doğrudan emperyalist bir müdahalenin tezahürü olup olmadığıdır.

Öncelikle, bu mesele en fazla İran’ın ilerici, devrimci, sosyalist ve yurtsever güçlerinin dikkatlice ele alması gereken politik sorunun başında gelmektedir. Emperyalizminin İran’daki politik uzvu pek doğal ki liberalizm olacaktır. İran solu, liberalizmle arasına koyacağı mesafe, onun emperyalizme karşı mücadelesi ve konumlanmasıyla belirlenecektir.

Bununla birlikte İran’da ortaya çıkan tepkiyi doğrudan “emperyalist tezgah” başlığına sıkıştırma, hem sosyolojinin hem de politik süreçlerin sığ bir yorumundan ibaret kalacaktır. Burada söylenen, emperyalizminin İran’da yaşanan sürece müdahil olmadığı, olmayacağı vs. değildir; tersinden emperyalizm sonuna kadar yararlanmak, yönlendirdiği güçleri bizzat İran’da harekete geçirmek isteyecektir. ABD emperyalizminin “içerden müdahalelerle rejim değişikliği” operasyonları konusunda sicili bir hayli kabarıktır. Bu açıdan İran gündemine bakarken, meselenin bu boyutu kesinlikle ihmal edilemeyecek önemli bir parametredir.

Çıkış yolu ise mevcuttur: Gericiliğe karşı mücadele, emperyalizme karşı mücadele ve konumlanışla birlikte yükseltilecek bir mücadele hattı ortaya konmak durumundadır. Türkiye komünistleri olarak, komşumuz İran’daki despotik rejime karşı mücadele eden ilericilerin, yurtseverlerin, sosyalistlerin ve devrimcilerin yanında emperyalizmin müdahalelerinin ise karşısında olacağız!