İran gündemi ve sol tutum

Türkiye’de siyasal İslâm yirmi yıldır iktidardadır. İran örneği ülkemizin karşısındadır. İran’da şeriat kurallarına karşı eylemler yapılmaktadır. Dolayısıyla geleneksel olarak mollaların kitle tabanı olduğu varsayılan emekçi kitleler bugün bu şekilde harekete geçiyorsa Türkiye’de laiklik kavgasının yükseltilmesi büyük zorunluluktur. Sol bu açıdan silkinmeli ve topluma önderlik etmelidir.

Geçtiğimiz hafta İran’da başlayan protesto gösterileri vesilesiyle bir dizi başlığı ele almak gerekiyor. “Örtünme kurallarına uygun giyinmediği” gerekçesiyle ahlâk polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra yaşamını yitiren Mahsa Amini üzerinden patlak veren bu olayların ülkemizde ve dünyada önemli yansımaları olduğu açıktır. Son on, on beş yıl içerisinde İran’da buna benzer bir dizi protesto eylemi ya da ayaklanmayı çağrıştıran olaylar yaşansa da, bu seferkinin ölçek ve etkisi öncekilere göre bir üst seviyede yer alıyor gibi görünmektedir.

İran’daki protestoların rejimin baskıcı ve şeriatçı konumuna karşı ortaya çıkan boyutu dikkate alınması gereken birinci noktadır. Dolayısıyla ortada, siyasal İslâm’ın toplumsal yaşam üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı çıkışın ifadesi ile solun nasıl bir ilişkilenmeye gireceği meselesi mevcut. Buradaki yanıtımız net: Gericiliğe karşı laiklik mücadelesi gerçek özgürlük ve emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesi için en önemli başlıklardan bir tanesidir ve bu anlamıyla İran’da ya da ülkemizde verilecek laiklik kavgası dikkate alınmalıdır. Ülkemizde de, İran’da da laiklik kazanılmalıdır.

Eylemleri değerlendirirken karşımıza çıkan ikinci nokta ise İran ve emperyalizm bağlamında yapılan değerlendirmelerdir. İran’daki kapitalist iktidarın ve mollalar yönetiminin anti- emperyalist diyemeyeceğimiz ama Amerikan karşıtı bir çizgide politik ve ideolojik olarak durduğu bilinmektedir. Buna karşı da, İran’ın özellikle Ortadoğu’daki konumu nedeniyle emperyalizmin hedef tahtasında olduğu gerçeği de aşikârdır. Dolayısıyla rejimi hedef alan bu ve benzeri eylemlerin emperyalizmin tetiklediği, desteklediği ya da bunda çıkarının olduğu düşüncesine, bilgisine, verisine ya da öngörüsüne sahip olmak da çok zor değildir. Bununla birlikte gerçek anlamda anti-emperyalist mücadelenin aynı zamanda kapitalizme karşı mücadeleden geçtiğini de bir kenara not etmek gerekmektedir. Bu bağlamda İran emekçilerinin gericiliğe, kapitalizme ve emperyalizme karşı yükselecek mücadelesi en büyük kazanım ve kurtuluş yolu olacaktır. Şeriat yönetimine karşı ortaya çıkan ayaklanma, İran’daki sömürü düzenine bayrak açar ve emperyalizme direnişin öncülüğüne soyunursa bu durum gerçek anlamda büyük bir devrimci çıkış sayılabilir.

İşte tam da bu noktada sapla samanı birbirinden ayırmak kritiktir. Eninde sonunda kapitalizmin duvarlarına çarpan molla rejiminin “Amerikan karşıtlığı” ve İran’ın emperyalizmin hedefinde olması, çevrelenmesi olguları birbirinden farklı noktalardan değerlendirilmelidir. O açıdan İran’daki şeriat rejimine karşı verilen mücadele adına anti-emperyalist görevleri unutmak, bunları geri plana atmak ve ihmal etmek elbette solun ve devrimcilerin işi olamaz. Eğer ki bu bilinçle siyaset yapıyorsak ve ideolojik mücadele veriyorsak emperyalizmin manipülasyonlarına, renkli devrimlerine, kitle hareketlerini yanlış yönlendirmesine, siyasal ve askeri müdahalelerine, ambargolarına karşı dururuz. Ancak şunu unutmayalım, siyaset yapıyorsak bizlerin meselesi müneccimlik ya da gazetecilik yapmak değil, devrimci olasılıklarını nerede belirginleşeceğini anlamak ve bunlara politik müdahale etmek. O açıdan İran’daki son gündem üzerinden laiklik kavgasına işaret etmek kritik bir noktada duruyor.

Emperyalizm eliyle modernizmin şafağının İran’da (veya başka ülkelerde) sökeceğinin ya da özgürlüklerin geleceğinin propagandasını yapmak liberallerin işi. Hatırlanacaktır, zamanında modernizme karşı post-modernizmin zaferini “İran İslam Devrimi’nde” bulan yine bunlardı. Çünkü onlar gerçek laiklik yerine sulandırılmış türlerini ya da soyut bir özgürlük talebini merkeze koymaktalar. O yüzden gericiliğe karşı mücadele aynı zamanda liberalizme karşı mücadeleyi de ajandasından düşürmemek zorunda.

Diğer yandan, İran örneğinde olduğu gibi şeriatçı bir rejimin yıkılma olasılığının yalnızca emperyalizme ve onun bir dizi komplosuna atfedilmesi ise bizleri diyalektik materyalist yöntemden ve sınıflar mücadelesinden uzaklaştıracaktır. Neden olduğunu açıklamaya çalışalım:

Birincisi, İran kapitalizmi ve rejim, kendi içinde zayıflıkları ve emperyalist sistemle ilişki geliştirme arayışları olsa da öyle bir dizi manipülasyon ya da turuncu devrimi çağrıştıran yöntemlerle çok kolay yıkılacak bir karaktere sahip değildir.

İkincisi, ABD emperyalizminin Ukrayna vb… yerlerde tetiklediği iç karışıklıklar, turuncu devrimler gibi yöntemleri İran için ne kadar ajandasında aldığı ve hesaplaşmayı bu düzlemde planladığı konusunda çok net konuşmak pek mümkün değildir. (Örnek vermek gerekirse, ABD İran’ın Ortadoğu’daki en önemli askeri yapılanması sayılabilecek Kudüs Güçlerini içeriden çökertmeye çalışmak yerine doğrudan komutanı Kasım Süleymani’yi bombalayarak öldürmeyi tercih edebilmektedir.)

Üçüncüsü, emperyalizm açısından İran’la hesaplaşmanın Lübnan, Suriye, Yemen, Filistin gibi birden fazla zemini mevcuttur. Örnek vermek gerekirse bundan birkaç yıl önce Irak ve Lübnan’da eşzamanlı başlayan ve ABD’nin dahlinin alenileştiği eylem dalgalarını hatırlamak gerekir. Bu sürecin sonunda Irak’ta daha fazla, Lübnan’da ise kısmen olmak üzere İran etkisinde kırılma görülmüştür. Bu ülkelerle karşılaştırıldığında, İran’ın verili durumu arasında dağlar kadar fark olduğu görülecektir. O yüzden, İran’da neredeyse tüm kentlere yayılan İslâmcı rejime karşı patlamanın kökenlerini ve devam ettiği süreçteki karakterini o açıdan iyi irdelemek gerekmektedir.

Dördüncüsü, İran yönetiminin bu ve benzeri kitle hareketlerini ABD’nin komplosu olarak nitelemek için gereğinden fazla siyasal, toplumsal gerekçesi olduğu herkesin malumudur. Bu durumu eleştirmenin ya da bunu merkeze koymanın da gereği bulunmamaktadır. Ancak bununla birlikte, olayların iyice yükselişe geçtiği, çatışmaların ve ölümlerin arttığı bir evrede rejim yanlıları tarafından, protestoculara karşı “yönetime ve güvenlik güçlerine destek” amacıyla düzenlenen Tahran mitingindeki şu detay önem taşımaktadır. Mitingde ABD ve İsrail karşıtı sloganlar atılmasının dışında, yapılan konuşmalarda protestocuların “başörtüsü ve din düşmanı” diye nitelendirilmesi meselenin aslında İran yönetimi için ne kadar hassas olduğunun göstergesi olarak da yorumlanabilir.

Devam edelim ve daha açık bir şekilde ifade edelim: Mollalar iktidarının İran’ın emekçi sınıflarına yaşattığı karanlığın yırtılması İran’ın ilerici, yurtsever, devrimci güçlerinin ve emekçi halkının eseri neden olmasın? İran’da gerçek anlamda anti-emperyalist ve laik bir iktidarın yolunun buradan geçtiğini düşünmek çok da uzak olmamalı. İnanın, İran’ın sömürücü sınıflarını ve emperyalistleri de en korkutan olasılık bu olsa gerek.

Çünkü ülkemizde olduğu gibi İran’da da büyük bir gericilik, baskı ve sömürü sorunu bulunmaktadır. İran’da ortaya çıkan eylemlerin ülkemiz siyaseti açısından bazı önemli sonuçları olduğunu bu noktada ifade etmek gerekir.

Türkiye’de siyasal İslâm yirmi yıldır iktidardadır. İran örneği ülkemizin karşısındadır. İran’da şeriat kurallarına karşı eylemler yapılmaktadır. Dolayısıyla geleneksel olarak mollaların kitle tabanı olduğu varsayılan emekçi kitleler bugün bu şekilde harekete geçiyorsa Türkiye’de laiklik kavgasının yükseltilmesi büyük zorunluluktur. Sol bu açıdan silkinmeli ve topluma önderlik etmelidir.

Türkiye’de kabaca CHP’nin tabanı olarak bilinen kitleler açısında İran gericiliğin kalesi olarak tanımlanmaktadır. Ancak bugün CHP önderliği helalleşme açılımı uğruna laikliği geri plana atarken İran’da kitlelerin baskıya ve şeriat kurallarına karşı ayakta olması, Türkiye’de solun laiklik kavgasını yükseltmesi açısından önemli bir fırsat ve görev olarak değerlendirilmelidir. Hele ki, AKP iktidarı gericilik konusunda vites yükseltiyorken…

Türkiye’de siyasal İslâmcı güçler, tarikatlar ve özellikle AKP iktidarı açısından İran’da yaşananlar “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” veciz sözünün ötesinde anlamlara gelmektedir. AKP iktidarı sonuna kadar gitmek istediği İslâmcı bir rejimi kurma sevdasından vazgeçmeyecektir. Ülkeyi tarikatlara teslim eden, hayatın her alanını dinselleşmeye açan bu işbirlikçi iktidarla verilecek mücadelenin özü emek, bağımsızlık ve laiklik mücadelesidir.