İktisatlılar tartışıyor

"İktisat alanı siyasetten bağımsız ve özgürdür: Şöyle ki, siyasetçilerin manevralarını perdelemek için denetimleri geçersiz kıldığı koşulda dahi, bir süre sonra sürecin etkileri önlenemez şekilde ortaya çıkar."

İktisat, sosyal bilimler alanında bireysel ve toplumsal gereksinimlerimizin karşılanabilmesi için girişilen üretim ve tüketim faaliyetlerini ve bunlar arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalıdır. Üretim ve tüketim alanlarında iktisadi faaliyetler yürütülürken insanlar arasındaki ilişkiler şekilleniyor, yani toplumun yönetim biçimi şekilleniyor. Böylece, iktisattan konuşurken salt nelerin nasıl üretileceği ve üretilenlerden kimlerin nasıl yararlanacağı meselesi değil, şekillenen toplumsal değerler ve toplumsal yönetim biçimleri de gündeme dahil olur. Bu nedenle, iktisat araştırmaları salt iktisadi olaylara hapsedilemeyip, sosyoloji ve politika alanlarını da ilgilendiren geniş bir yelpazede gerçekleşen toplumsal oluşumlar ve hareketler alanını kapsar. Söz konusu alanlar arasındaki ilişki ve birbiri üzerindeki etkiler eşit ağırlıkta olmayıp, karşılıklı etkileşimler ve hareketlilik söz konusu olmakla beraber, sosyal ve siyasal dinamikler üzerinde iktisat ve bu bağlamda üretim ilişkisi başattır. Sistemin motoru olan üretim ilişkisinde üretim faktörü olarak ulusal gelirin yaratılmasında baş aktör olan emek bir yanda, ulusal gelirin devamlı bir bölümünü kişisel varsıllığına ekleyen sermayedar ise diğer yandadır. Böylece toplumsal sınıflar sosyolojiyi, toplumsal rızanın oluşturulması ise politikayı yapılandırır. Sürecin toplum katmanlarınca anlaşılmaması amacıyla, bilimlerin kompartmanlar olarak tasnifine ve temel motor işlevindeki ekonomiyi ele alan bilim dalının soyutlama düzeyinin yükseltilerek yoğun kantitatif tekniklerle ele alınması yoluna gidilmiştir. Bu durum Fransa’da öğrencilerin tepkisine yol açmış ve iktisat biliminin diğer sosyal bilim dallarından soyutlanarak yoğun kantitatif tekniklerle dar araştırmacı ve akademik alana hapsedilmesi “otistik bilim” sıfatı ile tanımlanmıştır.

Ulusal gelirin yaratıcısının yoksullaş(tırıl)ması ve yaratılan gelirden hak etmediği halde büyük pay alarak varsıllaşan atıl sınıfın statüsünün toplumsal kabule mazhar kılınması iki koşula bağlıdır. Birincisi, mülksüzleştirilerek ücretli köleliğe mahkûm edilen emekçiler, ikincisi ise burjuva hukuku çerçevesinde oluşturulan mülkiyet hakkı. Topumun geniş bir bölümünün toplumsal serveti üretirken yoksullaşması, bunun karşısında aylak sınıfın varsıllaşması hukuk sistemi ile sağlanmamakta ve meşrulaştırılmaktadır. Bu işin garantiye alınması ise bizzat iktisat biliminin kavramları ve anlatım şeklinin tasarlanmasıyla gerçekleştirilmektedir. Ana-akım iktisat dediğimiz ve halen tüm dünya iktisat fakültelerinde okutulan şekliyle iktisat bilimi böylesi bir etiksizlik sorunu ile mahmuldür. Bundan dolayıdır ki, Marksist iktisat okutulmaz, okutan hoca akademi kulübünde barındırılmaz. Akademide gerek öğrencilik eğitiminde, gerek akademik postlara adaylık dönemlerinde yapılan tüm sınavlar öğrenciyi ve adayı istenen kalıba sokmaya, kalıba girmeyenleri sistem dışına atmaya yöneliktir. Oysa Marksist iktisat ulusal geliri üretenlerin neden bu denli yoksul olduğunu, bunun karşısında da aylak sınıf mensubunun varsıllığının toplumsal anlamının ne olduğunu net olarak ortaya koyar. Ana akım iktisat öğretisinde, ulusal geliri üretenler olarak üniversiteleri de ücretli kölelerin finanse ettiğini düşündüğümüzde iktisat biliminin fakültelerde okutuluş biçiminin emekçi dostlara ne denli hakaret ve istismar olduğu anlaşılır. Yazık ki, bu durumu idrakten uzağız, çünkü ana akım iktisat toplumsal oluşumları tüm katmanları ile göstermemekte, burjuva bilimi olarak, emeğin sömürülmesini de, burjuvazinin sömürüye dayalı varsıllığını da olağan ve meşru olarak anlatmaktadır.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti (İFMC) her yıl geleneksel olarak ekonomi sorunlarını tartışmak üzere üç günlük paneller ve konuşmalar tertip eder. Son iki yıl pandemi nedeniyle ara verilmiş olan toplantıları bu yıl 10-11 Mayıs günlerinde yapmaya hazırlanıyor. Bu toplantıların tipik özelliği, toplantı ve tartışmaların salt İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerine mahsus olmayıp, toplantı ve tartışmalarda, iş ve siyaset dünyası da dâhil olarak, topluma anlamlı mesajlar verebilecek tüm ilgililerin yer alıyor olmasıdır. Bu yıl iki günlük toplantıda, günümüzün sıcak konuları “Dünyada ve Türkiye’de Radikalleşen Sorunlar” başlığı altında tartışılacaktır. Dünya ekonomisi içinde yüzen Türkiye’nin odakta olduğu toplantıda, “Türkiye Ekonomisinin Dünü Bugünü” ve “Türkiye’de Sosyal Çöküş” başlıkları altında içinden geçtiğimiz derin kriz ve yoksullaşan toplum odakta olacaktır.

1980’lerin neoliberalizm akımının, küreselleşme ve finansallaşma uygulamalarının günümüzde netleşmiş görüntülerinden anlaşıldığı üzere, merkez ekonomilerdeki kâr sıkışıklığına çare olarak çevre ekonomilerinin sömürülme politika aracı şeklinde geliştirildiği anlaşılmış bulunmaktadır. Ekonomik sınırların etkisizleştiği dönemde, hızla bozulan gelir yapısıyla küresel feodal sistemi andıran dünya ekonomisine eklemlenen Türkiye, ilk dönemde yaşadığı balonların bedelini merkez ekonomilere kanayarak öderken ciddi kaynak kaybına uğramış olarak derin çöküşe sürüklenmektedir. Ekonomik sorunlarına çözüm ararken izlenen yanlış politikalarla ekonomi finansallaşıp sanayisizleş(tiril)ip ithalata bağımlı kılınmış haliyle ekonomik sorunlar kalıcılık kazandı ve doğal olarak derin siyasal ve sosyal sorunlara neden oldu.

Yeni Dünya Yapılanmasında, 1980’lerden itibaren ortaya atılan tezler çerçevesinde, gelişen sivil toplum örgütleri karşısında hantallaştığı ve yozlaştığı ileri sürülerek devletin küçültülmesini savlayan politika bağlamında şekillendirilen kamu otoriteleri kamu-özel işbirliği ve yap-işlet-devret modellerini kamu politikalarına yedirdi. Bir yandan farklı kamu otoriteleri arasında hiyerarşi ilişkisi atlanarak kurulan ilişkilerle, diğer yandan da kamu ile özel kuruluşlar arasında kurulan ilişkilerle kamu otoritesi aşındırılarak devlet kurumunun özelleştirilmesi ve bu yolla devlet üzerinden toplumun sömürülmesi gündeme geldi. Gerileyen kâr oranlarına devlet garantili getiri sağlama amacı güden uluslararası sermaye, yüksek faiz getirisi amacıyla devleti garantili alt-yapı yatırımlarına yöneltti. Genellikle finansal yatırımlara rağbet eden sermaye, böylece devletten sağladığı kâr garantili yatırımlara yönelip, merkez adına çevrenin sömürülmesinde önemli işlevler gördü.

İktisat alanı siyasetten bağımsız ve özgürdür: Şöyle ki, siyasetçilerin manevralarını perdelemek için denetimleri geçersiz kıldığı koşulda dahi, bir süre sonra sürecin etkileri önlenemez şekilde ortaya çıkar. Nitekim Türkiye’de seçmen kitlesi, 2000 IMF-Derviş politikalarının ilk dönem parıltıları altında siyasi iktidarı desteklerken pek kabahatli sayılamaz, ancak şimdilerde derin çöküşü görmek ve gidişatı net şekilde algılayarak, siyasi seçimini yapmak zorundadır. Bu seçim salt bir siyasi parti ya da kadro seçimi olmayıp, bizzat kendi ve gelecek nesil için yapacağı seçim olacaktır. Bu seçim, ulusal zenginliği yaratan kesim lehine, bu kesimi sömürerek varsıllığını büyüten sömürücü kesim aleyhine olmak zorundadır. Aksi halde, burjuvazinin manevraları her alanda toplumun bugününü olduğu gibi, geleceğini de yiyecektir. İçinden geçtiğimiz derin sorunlar yumağı salt bir siyasetçi ya da uygulanan politikalar meselesi olmayıp, bir sistem sorunudur.