İki teslimiyet anlaşması örneği: 1838 Ticaret Anlaşması ve 1996 Gümrük Birliği Anlaşması

1838 Anlaşmaları ile GB Anlaşması arasındaki niteliksel benzerlikler gerçekten şaşırtıcı düzeydedir.

İki teslimiyet anlaşması örneği: 1838 Ticaret Anlaşması ve 1996 Gümrük Birliği Anlaşması

Birol Şal

Osmanlı Devleti ile onun mirasını devralan Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalizmin boyunduruğu altına girmelerinin tarihini oluşturan iki yüzyıldan uzun tarihsel süreç içinde imzalanmış iki anlaşma dikkat çekmektedir. Bunlardan biri söz konusu sürecin başlangıcı sayılabilecek 1838 yılında İngiltere ile imzalanan Ticaret (Balta Limanı) Anlaşması ve bir diğeri de 1996 yılında Avrupa Birliği (AB) ile imzalanan Gümrük Birliği (GB) Anlaşmasıdır. Her iki anlaşma benzer şekilde bu toprakların değerlerinin sömürülmesini ve dışarıya aktarılmasını sağlayan alt yapıların temelini oluşturan mekanizmaların tipik birer örneğini oluşturmaktadırlar. Anlaşmaları bir arada ve karşılaştırmalı olarak ele almanın emperyalizm ile ilişkilerin tarihselliğinin daha iyi bir şekilde kavranmasına yardımcı olacağı kanısındayım.

Osmanlı devletinin içte ve dışta önemli ekonomik ve siyasal sorunlar ile karşı karşıya olduğu, bunları çözme çabası içine girdiği ve henüz dış borcunun bulunmadığı 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde İngilizler ile imzaladığı 1838 Ticaret Anlaşmasının Osmanlının ekonomik, siyasal ve toplumsal yapısına şüphesiz etkileri olmuştur. Benzer şekilde yirminci yüzyılın sonlarında AB ile imzalanan GB Anlaşmasının Türkiye üzerindeki olumsuz etki ve sonuçlarının günümüzde de devam ediyor olması söz konusu anlaşmayı da önemli kılmaktadır.

Osmanlı Devleti açısından bakıldığında 19. Yüzyıldaki gelişmelerin başında bir yandan Avrupa’nın artan askeri ve idari gücü öte yandan da taşradaki ayan ile Balkanlarda hız kazanan bağımsızlık hareketleri karşısında Osmanlı yöneticilerinin başlattıkları merkeziyetçi girişimler ve reform hareketleri gelmektedir. Bu nedenle reformlar ile ekonominin dış ticarete ve yabancı sermayeye açılması birlikte yürütülmüştür.

Merkezi devletin sık sık karşı karşıya kaldığı askeri, mali ve siyasal bunalımlar sırasında bir Avrupa devletinden siyasal, askeri ya da mali destek sağlanması, buna karşılık merkezi bürokrasinin de söz konusu devletlere ticari ayrıcalıklar veya örneğin büyük bir yatırım projesi için izin vermesi bulunan çözüm yollarından birini oluşturmaktaydı.

1820’lere gelindiğinde İngiltere sanayi devrimini tamamlamış ve dünya pazarlarında rakipsiz duruma gelmişti. Ancak diğer Avrupa devletleri korumacı önlemler ile İngiliz mamullerinin kendi pazarlarına girmesini engelliyorlardı. Bu durumda İngiliz ticaret ve sanayi burjuvazisi (sermayesi) Avrupa dışındaki ülkelere yönelmişti. Gelişmiş ülkeler mamul mallar için bir yandan pazar diğer yandan da hammadde kaynakları arıyorlardı. 1830’ları başında İngilizler Osmanlının bir hammadde kaynağı ve İngiliz mamul malları için bir pazar olarak taşıdığı potansiyeli fark etmişlerdi.

1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması Osmanlı zararına işleyen tek taraflı ve bağlayıcı maddeler ile doluydu. Anlaşma Avrupalıları Osmanlı tüccarlarına karşı ayrıcalıklı bir konuma getirmişti. Önce İngiltere ile imzalanan ardından öteki Avrupa ülkelerini de kapsayan 1838 Ticaret Anlaşması, dünya ekonomisi ile bütünleşmenin hızlanışının ve Avrupa ticaret sermayesinin ekonomiye egemen olmaya başlayışının hukuksal çerçevesini oluşturdu.

Anlaşmanın en önemli yanı Avrupa ticaret sermayesine iç ticaret yolunun açılmasıydı. Merkez ülkelerden çevre devletlerine büyük miktarlarda borç verilmiş ve sermaye ihracı yapılmıştı. Osmanlı topraklarını Avrupa’nın açık pazarı haline getiren bu anlaşmalar dağılma sürecini başlatmış, sarsılmakta olan ekonomik işleyiş tam olarak çözülmüş ve yabancı rekabete hazır olmayan yerli üretim tümüyle yok olmuştur.

Temmuz 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) Ortak Üye olmak için başvuran Türkiye’nin topluluk ile ilişkileri 1960 askeri darbesi ile sekteye uğramış ancak başvurudan dört yıl sonra 12 Eylül 1963’te ortaklık ve çerçeve anlaşması olan “Ankara Anlaşması” imzalanmıştır. Anlaşmanın imzalanmasından sonra “Gümrükler ve Ticaret Anlaşması” (GATT) AET üyesi devletlerin parlamentoları ve TBMM tarafından onaylanarak 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 1 Ocak 1996 tarihinde 22 yıllık geçiş döneminin sona ermesi nedeniyle Gümrük Birliği tamamlanarak son döneme geçilmiş ve aynı tarihte anlaşma hayata geçirilmiştir.

Gümrük Birliği Anlaşmasının imzalanmasından önce yapılan bir dizi araştırma ve değerlendirmenin birçoğunda Türkiye açısından olumsuz sonuçlara yer verilmiştir. Gümrük Birliği’nin makro-ekonomik dengeleri değiştirebileceği gibi bazı sektörleri de zor duruma düşürebileceğine, özellikle cari işlemler dengesi konusunda büyük bozulmalar yaşanabileceğine, ithalat patlaması ile gümrük vergileri ve KDV oranlarında yapılacak değişiklikler nedeniyle büyük tutarlarda kayıplar meydana gelebileceğine dikkat çekilmiştir.

Anlaşma ile Türkiye, organlarında yer almadığı bir dış örgütün tüm kararlarına uymayı, AB’nin üye olmayan üçüncü ülkelerle yapacağı bütün anlaşmaları, AB’nin bilgi ve onayı dışında ticari anlaşma yapmamayı önceden kabul ediyordu. Ulusal pazarını rekabet etmesinin olanaklı olmadığı Avrupa mallarına açıyordu. Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği Anlaşması imzalandığı günden bu yana AB üç kez genişlemeye gitti ve üye ülke sayısını 15’ten 28’e çıkardı. AB ayrıca pek çok üçüncü ülkeyle oldukça kapsamlı serbest ticaret anlaşmaları (STA) imzaladı ve bu yeni anlaşmalar Türkiye’yi dış ticarette zor durumda bırakmaya devam etmektedir.

GB öncesi dönem ile GB sonrası dönem ana hatları ile karşılaştırılacak olursa: ihracatın ithalatı karşılama oranının düştüğü, dış ticaret açığının birlik ülkeleri ile olan toplam ticaret içindeki payının arttığı,  Türkiye’nin birlik ülkeleri ile olan dış ticaret açığının GSMH içindeki payının yükseldiği, yıllık ortalama ithalatın artış gösterdiği ve dış ticaret açıklarının da arttığı görülmektedir. Türkiye verdiği dış ticaret açıkları ile Avrupa’ya kaynak transfer etmiştir/etmektedir.

1838 Ticaret Anlaşması günümüzde imzalanan IMF anlaşmaları ile hem biçim hem de içerik olarak önemli benzerlikler göstermektedir. Sanayi, ticaret ve maliye alanlarında karar inisiyatiflerini Avrupalı devletlere devreden bu anlaşmalar Osmanlı Devleti’ni borçlanma tuzağına düşürerek sonu parçalanma ile bitecek çözülüş sürecini başlatmıştır. Gümrük Birliği Anlaşması ise, Türkiye’nin egemenlik hakkını emperyal bir örgüte devretmeyi göze aldığı bir sürecin parçasıdır.  Osmanlı Devleti ile Türkiye’nin söz konusu anlaşmalara özellikle ekonomik alanda verdikleri büyük ödünler karşılığında imza koyabildikleri anlaşılmaktadır.

1838 Anlaşmaları ile GB Anlaşması arasındaki niteliksel benzerlikler gerçekten şaşırtıcı düzeydedir. Gümrük vergilerinin sıfırlanması, yabancı sermaye ayrıcalıkları, limanların özelleştirilmesi, korumacılığın kaldırılması, tarımsal ithalat, üretimsizlik, dış ticaret açıkları göz önüne getirilirse Osmanlı’da 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, Türkiye Cumhuriyeti’nde ise özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iyice belirginleşerek yaşanan süreçlerin anlamı ile yarattığı ve yaratacağı sorunlar kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunlar,  ana hatları ile emperyalizme tam boy bağımlılık ile ülke kaynaklarının dışarıya aktarılmasında kendini gösteren yoğun sömürü düzenidir. GB Anlaşmasının ana nedenlerinden biri de özellikle SSCB’nin dağılmasından sonra giderek hızlanacak olan neo-liberal talana Türkiye’nin uygun hale getirilmesinin önemli adımlarından birini oluşturmasıdır.