Hukukçular Savcı Doğan Öz'ün mücadelesini anlatıyor

44 yıl önce kontragerilla tarafından katledilen Yurtsever Savcı Doğan Öz'ün veridiği mücadeleyi ve yargılamanın dününü ve bugününü hukukçulara sorduk.

Hukukçular Savcı Doğan Öz'ün mücadelesini anlatıyor

Yutsever Savcı Doğan Öz’ün katledilişinin yıldönümünde Manifesto olarak Savcı Doğan Öz’ün verdiği mücadeleyi ve yargılama süreçlerinin dününü ve bugününü hukukçulara sorduk.

Soru 1:

Bu sene, Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz’ün katledilişinin 44. yılı. 24 Mart 1978 tarihinde evinin önünde öldürülen Savcı Öz, kontrgerillayla, faşizmle ve yolsuzluklarla mücadele etmişti.  Devlet Güvenlik Mahkemelerine karşı çıkanlardandı. Savcı Doğan Öz’ün verdiği mücadeleye, görevini nasıl ifa ettiğine ve bir Cumhuriyet savcısı olarak duruşuna bugünden baktığımızda, Savcı Öz’ün günümüz hukukçuları açısından değeri ve anlamı nedir, nasıl değerlendirirsiniz?

Soru 2:

Savcı Doğan Öz’ü kimin öldürdüğü ve kimlerin azmettirdiği aslında belliydi. Failin beyanı ile tanıklar mevcuttu. Ancak faili belli olmasına rağmen, yargılama sonuçsuz kaldı ve kimse cezalandırılmadı. Savcı Öz’ün öldürülmesine ilişkin yapılan yargılamayı düşündüğünüzde, faili meçhul cinayetler bakımından o dönem ve günümüz yargılanmalarına ilişkin düşünceleriniz nelerdir?

 

Selin Aksoy- Avukat/ Avukatlar Sendikası Başkanı 

Cevap 1:

Bugün bağımsız yargıya ve onurlu, dürüst ve toplumdan yana yargı mensuplarına olan ihtiyacımız, en az ekmeğe, suya olan ihtiyacımız kadar büyük. Dolayısıyla tarikatları, devlet içerisindeki yolsuzlukları ortaya çıkarmak üzere soruşturma görevini yapan Doğan Öz’ün Türkiye’de o dönemdeki şiddet olaylarının “faşist bir düzen” kurmak isteyenlerce tezgâhlandığı ve bu eylemleri CIA’nın yönlendirdiğini belirttiği kontrgerilla raporu nedeniyle öldürülmesi de tam da görevini tam ve eksiksiz yaptığını ortaya koymuyor mu?

Hatırlanacağı üzere 12 Eylül 2010 referandumu ile esas olarak HSYK’nin ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısı ve işleyişi değiştirilerek HSK tarafından yapılan hâkim ve savcı atamaları adeta bir ceza uygulaması haline dönüştürülmüştü. Böylece de Doğan Öz’ün yıllarca soruşturduğu devlet içi cemaatlerden biri yargı içerisinde daha fazla örgütlenme alanı buldu. Bu cemaatle iktidar arasındaki işbirliğinin 17-25 Aralık ve 15 Temmuz süreçleri ile sona ermesi sonrasında da iktidar 2017 referandumu ile rejimi değiştirerek, hukuk alanında da kendi “iktidarını” kurmuş oldu. Artık adil yargılanma hakkı ve hukuk güvenliği gibi hukukun temel prensiplerinin sadece kâğıt üzerinde kaldığı, hatırlara bile gelmediği bir hukuk-suzluk düzeni içerisindeyiz.  Vakti zamanında DGM’lerin doğal yargıç ilkesine aykırı olduğunu savunarak buna karşı mücadele veren Doğan Öz’lere, yargının siyasi iktidarın maşası olarak kullanıldığı bugün çok daha fazla ihtiyacımız var.

 

Cevap 2:

Evet, Doğan Öz bir 24 Mart 1978 tarihinde sabahleyin işe gitmek üzere evinden çıkmış, arabasını çalıştırırken, İbrahim Çiftçi tarafından vurularak öldürülmüştür. Öldürme emrini Ülkü Ocakları’ndan aldığını söyleyen İbrahim Çiftçi ilk ifadesinde suçunu itiraf etmiş, saldırıyı ayrıntısıyla anlatmıştı. Buna rağmen yerel mahkemece verilen ölüm cezası kararı Yargıtay tarafından bozulmuştur.  Yerel Mahkeme bunun üzerine  üç kez daha ölüm cezası kararı vermiş ve ancak üçü de tekrar tekrar bozulmuştur. Öyle ki Mahkeme, en son kararında tarihe geçen şu ifadeye yer vermiştir. “her ne kadar bizim kanaatimiz, bu cinayetin sanık tarafından işlenmiş olduğu hakkında ise de Yargıtay Daireler Kurulu kararına uymak zorunlu olduğundan, yasal zorunluluk olduğundan, bu zorunluluk nedeniyle Askeri Yargıtay’ın kararına uyularak sanığın beraatine karar verilmiştir.” Yani Mahkeme ben böyle düşünmüyorum ama askeri emir böyle diyor, elimden bu kadar geliyor diyor.

 

Biz bugün tabi ki benzer kararları görüyoruz, faili özellikle bulunamayan, gizlenen dosyalar bir yana faili belli dosyalarda yakın dönemde Hrant Dink, Berkin Elvan dosyalarındaki süreçleri biliyoruz.  Yolsuzluklara ilişkin hiçbir soruşturma yapılmaması veya tarım alanlarının ranta açılmasında ilişkin davaları düşünebilirsiniz.  Cumhurbaşkanına hakaret davalarının neden beraatle sonuçlanamadığını hatırlayabilirsiniz. Dolayısıyla bugün yargının bağımsızlığından söz edemiyorsak, işini gereği gibi yapan savcı veya hakimlerin ülkenin bir ucuna sürgün edildiğini biliyorsak, ne adil bir yargılanma ne de bir hukuka uygunluk bekleyebiliriz. Geçtiğimiz günlerde, haklarında müebbet istenen Gezi Davası veya ÇHD davası sanıklarını düşünün, tam bir hukuk garabeti dosyalar bunlar. Yani biz biliyoruz ki, bugün yargı, siyasi iktidarın kendinden olmayanı, mücadele edeni, hakkını arayanları, toplumcu olanları bastırmak için kullandığı bir araç olmaktan başka bir şey değildir.

 

Bilgütay Hakkı Durna – Avukat

Cevap 1:

Herhalde hatırlayanlar vardır, bundan 15 yıl kadar önce Zekeriya Öz isimli bir savcı vardı. Ergenekon soruşturmasını “yöneten” savcılardan biri idi. Zekeriya Öz şimdi meslekten ihraç edildi ve hakkında FETÖ dosyasından yakalama kararı var. Zamanında, Doğan Öz ile yalnızca bir soyadı benzerliğinden, hakkında günlerce haberler yazılmış, yorumlar yapılmıştı. Hatta, bu rastlantıdan yola çıkarak iki savcı arasında “soldan” dahi benzerlik arayanlar çıkmıştı. Hayatını gericilikle, faşizmle, kontrgerillayla mücadeleye adamış, DGM’lere ilk karşı çıkan hukukçulardan biri ile “operasyonel” bir DGM savcısı arasında benzerlik aranmıştı.

Bu hatırlatmayı sorunuzda yer alan, “günümüz hukukçuları” vurgusundan hareketle yaptım. Hangi hukukçular açısından, hatta hangi hukuk açısından diye düşünerek devam edeceğim ben. Muzaffer İlhan Erdost, Doğan Öz’ü, şiirleri üzerinden, “hepsinde ortak bir yan var: dinmez bir özgürlük tutkusu, engin bir halk sevgisi, baskıya, ezilmişliğe, yoksulluğa başkaldırma ve hepsinin üzerinde sarsılmayan bir umutla dolu oluşu” diye anlatır.

İşte “günümüz hukukçularının” bizim cenahı açısından Doğan Öz’ün değeri ve anlamını Erdost’un bu sözlerinde bulabiliriz. “Hukukçuluk” bizler için sadece bir meslek ve iş sahibi olmak değilse, mesleğimizin halka karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek, memlekete sahip çıkmak için önemli bir işlevi olduğunu düşünüyorsak, hukukun ve yargının sorunlarına ilişkin yaklaşımlarımızı, çözüm önerilerimizi “yeni bir ülke/yeni bir cumhuriyet” tahayyüllerimizle buluşturmamız gerekmektedir. Bunları ayrı kulvarlardan yürütemeyiz.

Eğer, toplumun adalet arayışını, bu yöndeki talepleri görebiliyorsak, ilerici hukukçular olarak, yükselen bu adalet talebinin birinci elden taşıyıcıları arasında mutlaka yer almalıyız. Ülkemizin oldukça ciddi bir ilerici hukukçu birikimi bulunmakta. Şimdi, bugün, bu birikim kendisini, güçlü bir şekilde, adalet duygusu üzerinden tarif edebilmelidir. Bunun araçlarını yaratabilmeli, var olan araçları daha etkili kullanabilmelidir. Ama, aynı zamanda bilmeliyiz ki, bu adalet talebi hukuk mücadelemizi sarıp sarmalayacak, kapsayacak, ileri taşıyacak ama esasen onu aşacaktır.

İşte, Doğan Öz’ün meslek yaşantısı, yaptıkları, mücadelesi bu arayışlarımız nedeni ile de bugün için oldukça önemli. O’nun duruşu, savunduğu değerler bugünü nasıl örgütleyebileceğimizi bize bir kez daha gösteriyor.

Cevap 2:

İfade ettiğiniz gibi, Doğan Öz’ün katili “hukuki zorunluluktan” cezalandırılamadı. Faili belli olan dosya, faili meçhul dosyalar arasına girdi! Eşi, emekli yargıç Sezen Öz, bir röportajında “yaptıran ve yargılayan aynı olunca karmaşık bir tablo ortaya çıkıyor” diyerek, ülkemizde işlenen siyasi cinayetlere yönelik kritik noktayı dile getirmişti.

Doğan Öz’ün vurulduğu dönem, hepimizin bildiği üzere, “faili meçhul” siyasi cinayetlerin oldukça yaygın olduğu bir dönemdi. Cinayetler 80 darbesi ve sonrasında da devam ettiler. Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’de bu süreçte, ne yazık ki, “faili meçhul” cinayetlerde kaybettiğimiz hukukçular arasına katıldı. Düzenin bu kanlı aygıtı sonrasında da faaliyetlerine devam etti. Biliyoruz ki, ihtiyaç duyuldukça da faaliyetlerine devam edecektir.

Sorunuzu yanıtlamak için arşivleri karıştırırken gördüm/hatırladım. 2016 yılında bir haberde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2000 – 2013 yılları arasında meydana gelen faili meçhul cinayetlerin, Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet yapılanması ile bağlantısının olup olmadığının araştırılacağı ifade edilmiş. Araştırılan olay/cinayet sayısı ise 164 imiş. İncelenecek dosyalar arasında Emniyet Özel Harekât Daire Başkanı Behçet Oktay’ın aracında ölü bulunması, hâkim adayı Didem Yaylalı’nın Fethiye’de bir otelde ölü bulunması, Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Necip Hablemitoğlu’nun, evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatın kaybetmesi ve 2006 yılında Alparslan Arslan tarafından gerçekleştirilen Danıştay saldırısının olduğunu da haberlerde görebiliyorsunuz. 13 yıllık biz zaman dilimi için 164 olarak ifade edilen faili meçhul cinayet sayısına dikkatinizi tekrar çekip, sorunuza döneyim.

Mutlaka başta ifade etmek gerekiyor, günümüz yargı pratiği ile önceki dönemlerin yargı pratiği arasında bir süreklilik bulunmaktadır. Bu faili meçhul dosyaların yargılamaları için de geçerlidir. Hatta esasen bu tür yargılamalar için geçerlidir. Aktörlerin değişmesi durumu değiştirmemektedir. Bunun için, tekrardan, yukarıdaki 164 rakamını hatırlatacağım.

Ancak, yargı(lama) pratiği açısından bir süreklilik olduğunu vurgularken, şunu da bilmeliyiz ki, yargı kurumu, artık, eski bildiğimiz “zor aygıtının bir parçası” olmanın ötesindedir. O artık “yeni” rejimin asli bir unsurudur. Bu doğrultuda yeni bir kimlik oluşturmuş, kararlarını da “yeni” rejimin ihtiyaçları doğrultusunda veren bir yapıya dönüşmüştür. İşte yaygın olarak “kuralsızlık”, “hukuksuzluk” olarak ifade edilen/ifade ettiğimiz bu durum, aslında yeni dönemin hukukudur. Kuralsızlık en çıplak hali ile kural haline gelmiştir. Mekanizma bu şekilde işlemektedir.

Bu tablo, hukukun kapitalizmde oynadığı rol ve kapladığı alan ile birlikte bugün hukukun nasıl bir işlev kazandığını, daha doğrusu kazandırıldığını, sömürü ve baskı mekanizmalarındaki rolünü, bu bağlamda eşitlik, özgürlük ve adalet kavramlarını tartışmaya olan ihtiyacımızı bize sürekli hatırlatıyor. Tabi bunlar, bu söyleşinin konusu değil. Yalnızca, birinci sorunuza verdiğim yanıtı, bu ihtiyaç içinde tekrarlamak isterim: Doğan Öz’ün meslek yaşantısı, yaptıkları, mücadelesi, savunduğu değerler bu noktada da kılavuzumuz.

İzninizle, bu sorunuza verdiğim cevabın en başına dönerek, bitirmek istiyorum. Doğan Öz’ün öldürülmesi ile ilgili olarak kimse ceza almadı. Doğan Öz’ün yakın dostu, ailesinin avukatı Veli Devecioğlu, Askeri Yargıtay’a verdikleri son dilekçe de “Doğan’ın katillerini mutlaka bulacağız: Başka çaremiz yoktur. Biz yaşadıkça onların peşini bırakmamız söz konusu değildir.” demişti.

Tüm “faili meçhul” cinayetlerde katledilen aydınlarımıza, ilericilere, devrimcilere, Doğan Öz’e karşı sorumluluğumuzdur bu. Biz yaşadıkça da bu görev önümüzde duracaktır. Bizden sonra da genç hukukçuların… Asla unutmayacağız, asla peşini bırakmayacağız. Ta ki, “faili meçhul” dosyaları gerçek anlamı ile tamamen kapatana kadar!

Saygı ve sevgi ile anıyorum…

Ayşe Sarısu Pehlivan- Yargıç/ YARSAV BAŞKANI

Cevap 1:

Merhaba

Yurtsever Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz 24 Mart 1978 de ,44 yıl önce katledildi. Kontrgerilla yapılanmasına ilişkin hazırladığı rapor dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e göndermesinin bu cinayetin kararının alınmasını temin etmiştir.

Bu rapoun CİA yapılanmasının Türkiye’de faşist devlet düzeni kurmak için düşünce ve eylem birliği yapmış olan yapıların tespiti yönünde bir hazırlık raporu olduğu söylenebilir. Kendisi de bu ilişkileri örümcek ağı olarak değerlendirmiştir.

Yaşadığı topraklara olan borcunu, görevinin, unvanının Cumhuriyet Savcısı olduğu bilinç ve iradesi ile ödemek uğruna canından olmuştur.

Doğan Öz kendisinden çok insanı ve toplumu sevmiştir. Yıllar öncesinde çocuklarına yazdığı mektupta da bahsettiği üzere “Anneniz ve ben yalnız insanları sevdik..Yalnız toplumun mutlu olmasını istedik.Yalnız kendimizden verdik. Hicbir şeyden yılmayan. Başarılarımıza hiç korkmadan yürüyelim. ” diyerek hayata ve mesleğine bakış açısını göstermiştir.

Bizler de Yargıçlar Sendikası olarak onun izinden gitmeye çalışıyoruz.Korkmadan ilerlersek başaracağız. İnanıyoruz. Her türlü engele rağmen gerçek yurtsever yargıç ve Cumhuriyet savcısı olmanın bedeli olduğunu da biliyoruz.

Bu topraklarda yaşayan herbir yurttaşımızın hiçbir koşul olmaksızın hukuka uygun yaşamak ve aksi halin hukuk kuralları ile belirlenen müeyyide ile karşılaşacağını kabul ediyor ve bu kabul ile çalışıyoruz. Doğan Öz onurlu, korkusuz yaşam ve çalışmanın mümkün olduğunu unutulmayarak göstermiştir.  Göstermeye devam edecektir.

Cevap 2:

Faili meçhuller Türkiye gündeminden düşmemektedir.Yakın tarihlerde örnekleri çoktur. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Necip Hablemitoğlu,Ahmet Taner Kışlalı,Turan Dursun, Tahir Elçi ve daha sayamadığım cinayetler.

Devletin birincil görevi bu cinayetleri aydınlatmaktır.Ancak ne yazıktır ki bu olaylarda aydınlatma görev ve sorumlulukları olan görevlileri tuğlayı çekersek duvar yıkılır diyerek, Devleti duvar, suçluları da tuğla olarak göstermiştir.Aslında bu söylem Türkiye Cumhuriyeti Devletine alenen söylenen hakaret ve küçük düşürücü söylemdir.

Devletin bu cinayetleri aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirilmemesi bu topraklarda yaşayan her yurttaşımızın barış umudunu baltalamaya,düşmanca davranışta bulunma tohumları ekmektedir .Bunun farkında olmamız gerekiyor.

Son olarak şunu söylemek istiyorum:Doğan Öz’ün bu toplumu, insanımızı sevdiği kadar seversek,bu topraklar daha bir yaşanılası hale gelecektir.Korkmayalım hiç bir şey için geç değil.

Doğan Öz ve tüm yurtseverler saygıyla anıyor,aziz hatıraları önünde eğiliyorum. Ruhları şad olsun.

Cem Alptekin- Avukat

Cevap 1:

Doğan Öz hukuk ve yargı dünyamızın Kutup Yıldızıdır. Bir hukukçu, hele hele bir yargı mensubu için “müesses nizamın” gizli-gerçek “hukukuna” karşı durmak büyük bedeller ödemeyi göze almakla mümkündür. Doğan Öz bu bedeli hayatıyla ödemiştir. Türkiye’yi 12 Eylül darbesine taşıyan siyasi cinayet ve katliamların, kanlı provokasyonların devlet eliyle hayata geçirildiği o günlerde, “görevi gereği” kılıcı kabzasından tutup mazluma doğru sallaması beklenirken, o, devletin değil cumhurun savcısı olarak, Kontrgerilla düzeneğinin çarkına çomak sokmakla meşguldür. Zira “Müesses nizamın” kılıcı olarak işleyen adaletsiz yargının adaletli “müddei”sidir o; suçluyu sorgularken, suçu üreten düzeni de sorgulayan bir müddei… Onun meslek hayatı boyunca düzenlediği iddianamelerin toplamı ve ünlü Kontrgerilla Raporu da egemen sistemin “hukukuna” bir reddiyedir aslında. Bu nedenle, demokrasi güçleri ve onun yolundan gitmek isteyen hukukçular için onun hukuk mücadelesi çok kıymetlidir. Devletin değil, Cumhuriyet’in savcısı olmak isteyenlerle; her konum ve görevde “müesses nizama” karşı mücadele edecek cesareti olanlar için o, bugün ve yarın bir Kutup Yıldızı olarak kalmaya devam edecektir.

Cevap 2:

Maalesef (tek bir örnek hariç), bu konuda dünden bugüne yargı pratiğimizde değişen hiçbir şey yok. Ülkemizde (ve dünyada) devlet aygıtının bağımlı bir unsuru ve “müesses nizamın” sigortası olarak işleyen yargıdan bu konuda olumlu bir değişiklik beklemek tabii ki saflık olur. Ama toplumsal ve siyasal mücadele veren demokrasi güçleri, özellikle de bu mücadeleyi yargıda sürdüren hukukçular açısından yaşanan onca deneyimin ışığında bir şeylerin artık değişmesi gerekir. Örneğin biz 16 Mart Katliamı davasında bunu başardık. 1983 yılında faili meçhul olarak kapatılan o davayı 1992 yılında yeniden yargının önüne taşıyarak, davayı “Adiyen Adam Öldürme Davası”ndan “Kontrgerilla Davası”na dönüştürdük. Bu iki dava türü arasındaki fark, tetikçilerle kalmayıp, devlet içinde yapılanmış suç örgütünün, dolayısıyla sistemin de yargı önünde sorgulanması ve deşifre edilmesi açısından hayati öneme sahiptir. Bu tür davalarda failin bulunması ve cezalandırılmasının yeterli olmadığı, o bataklık kurutulmadıkça, yeni faillerin cinayet ve katliamlarına devam ettikleri/edecekleri ortadadır. Diğer taraftan önceki ve mevcut ceza mevzuatımızda bu tür eylemlerin arkasındaki suç örgütünün yargılanmasına imkan veren sevk maddeleri de mevcutken; savcılar yıllardır bu maddeleri görmezden gelerek, “adiyen adam öldürme” maddesine atıfla davalar açmakta ve mahkemeler de, yalnızca bulabildiği (!) tetikçilerle yetinip, onlar hakkında hükümler kurarak kamu vicdanını tatmin ederken (!), esas suçluyu, Kontrgerilla’yı perdeleme görevini de başarıyla yerine getirmiş olmaktadırlar. Bu döngüyü kıracak olanlarsa yine yargının bir unsuru olarak görev yapan avukatlar olmalıdır. 16 Mart Katliamı davasının müdahil avukatları dışında, bu davalarda görev yapan avukatlar arasında da, bugüne kadar bu döngüyü kıran olmamıştır. Ancak, ikinci evresi 30 yıl süren 16 Mart Katliamı Davasında, dava zamanaşımından düşürülse bile; bu katliamın faili olarak Kontrgerilla yargılama sırasında teşhis, kamuoyu önünde teşhir ve kamu vicdanında da mahkum edilmiştir. Bu dava pratiğinin de bundan böyle, bu tür davalarda görev yapacak, “meslektaşlarımıza bir örnek teşkil etmesi umulur.

 

Ömer Faruk Eminağaoğlu- YARSAV eski başkanı ve Hukukçu 

Cevap 1:

Yurtsever savcı Doğan Öz, güce boyun eğen değil, hukukun üstünlüğü neyi gerektiriyorsa, ona göre hareket eden bir savcı idi. İktidarın değil, Cumhuriyetin savcısı idi. Bir hukukçu, bir savcı kimliği nasıl olmalıdır denildiğinde, günümüz hukukçularının Doğan Öz’e bakmaları yeterlidir. Doğan Öz’ün kimliği, hukukçular için olmazsa olmaz bir kimliktir.

Doğan Öz olacağız, olmaya da devam edeceğiz dediğim de 2012 yılında dönemin HSYK’sı tarafından disiplin cezası aldığımı, tüm başvurularıma rağmen bu cezamın da kaldırılmadığını hatırlıyorum. Bu ceza kuşkusuz benim için bir onurdur, ancak işte bu örnek bile Türkiye’de yargının fotoğrafını, nasıl bir yargıç ve/veya savcı kimliği istenildiğini bizlere gösteriyor.

Cevap 2: 

Yurtsever savcı Doğan Öz’ün yargılamasına hakim olan anlayış ortadan kalkmamıştır. Bu anlayış, günümüz yargılamalarına da hakim olan anlayıştır. Yargı bağımsızlığının yeterli düzeyde olmadığı dönemlerde bu anlayış her zaman yargıda var olmuştur. 2000’li yıllarda yargı bağımsızlığı sorununun daha da arttığını düşünürsek, o dönemdeki anlayış yargıda sona ermemiş, aksine daha da artmıştır.

Türkiye’de iktidara kimlerin nasıl taşındığı ve orada nasıl tutuldukları çok önemli bir konudur. İşte, yargı bağımsızlığı konusunda en önemli sorun, yargının iktidarı kullanan güç karşısındaki bağımsızlık sorunudur ki, Doğan Öz’ün katledilmesini ve yapılan yargılama sonucunda beraat kararı çıkmasının izlerini de burada aramak gerekiyor.