‘’Halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluktur”

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in vermek istediği ‘Devlet sanatçılığı’ unvanını “Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluktur ” diyerek kabul etmeyen bir ozandır o.

‘’Halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluktur”

Halil Yeni

Kaybettiği sağlığını geri kazanmak için gittiği Almanya özgürlüğünü elinden alacaktır. Almanya da gerçekleştirdiği bir trafik kazası üzerine ozan ‘’Güneş doğmayan mahpuslarda’’ yatmak zorunda kalır. Türkiye’de türküleri dilden dile dolanıp gönülden, gönüle gezerken cezaevine o vakit ne geleni ne de mektup göndereni vardır.

Aldığı vakit eline bağlamanın tezenesini, anlatmaya başlarmış türküleriyle yaşam hikâyesini. ‘’Hapishanelerde güneş doğmuyor / Geçiyor bu ömrümde günüm dolmuyor / Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor / Yok mu hapishane beni arayan / Bu zindanda ölem canım gardiyan’’

Adının okunmadığı görüş günlerinin birinde, cezaevine onun adına bir zarf gelir. Gönderen Yaşar Kemal’dir. Kemal ona yazdığı bir kitabını hediye etmiş ve kitabın giriş sayfasına ‘’Bozkırın tezenesine’’ diye bir not iliştirmiştir. Bu not yıllarca Neşet Ertaş’la özleşmiş, sonrasında isimleşmiştir.

Kırşehir’in köy düğünlerinde babasıyla bağlama çalıp, türkü söyleyen, zil takıp, göçek oynayan bu ozan, yoksulluğuna isyan edip cebindeki 2,5 lirayla düşer umut yolu İstanbul’a. karın tokluğuna, ‘’cugara’’ parasına iş ararken sokaklarda, gövdesine bir yer edinir ‘’Beyoğlu Saz’’ ’da. Orada yer, içer, orada söyler türküsünü. İkide plak yapar. Fakat İstanbul’a alışamamış, bozkır özlemi ağır basmıştır.

Sırtlanır bağlamasını, çevirir yolunu Ankara’ya. TRT’de açılan bir sınavı kazanır. Gündüzleri TRT radyosunda, akşamları gazinolarda çalışır ve Ankara’da sevdalanır bu gönül insanı ‘’yazını kışa çeviren’’ Leylasına. Evlenir. Üçte evlat getirirler dünyaya.

Kısa zamanda halkın sevdiği, beğenerek dinlediği sanatçılardan biri olur. Yüreğinde sevda, duvarında bağlama olan herkesin hayatına mutlaka bir kez dokunur. Bu yoğun ilgi ve sevgi karşısında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in vermek istediği ‘Devlet sanatçılığı’ unvanını “Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluktur ” diyerek kabul etmez.

Bir gün sahnede çalıp söylerken eline felç iner. Tedavi olmak için Almanya’ya gider ve iyileşse de orada kalır. Gurbetçilere türkü yakar, bağlama dersleri verir. Yıllar sonra Türkiye den haber gelir. ‘’Ustam’’ dediği babası, Muharrem Ertaş ölüm döşeğindedir. Gelir. Babasını görür. Elini yüzüne sürer. Helallik alıp sessizce geri döner.

Uzun yıllar öyle sessizdir ki Ozan, kulağına kendisinin öldüğü söylentileri bile gelir. Bir gün TRT’de türküsünü okuyan müzisyen, hakkında ‘’rahmetli sanatçımız’ ’diye söz edince, Devlet kanalı yalan söyler mi? diye öfkelenip, çıkar gelir. 25 yıl sonra yapmış olduğu ilk konserinde, ceketinin önünü açmak için bile seyirciden izin isteyen, “ayaklarınızın türabı, gönüllerinizin hizmetçisi, dertlerinizin ortakçısıyım” diye seslenen Neşet Ertaş’ı binlerce kişi dinlemeye gelmiştir.

Yörük ’lük anlına yazılmıştır ozanın. Kırşehir’in İbikli köyünden çıktığı yol onu ilk Yozgat’a sonrasıyla İstanbul, Ankara, Almanya ve 30 yıl sonra baba Ocağı Kırşehir’e ‘’ölürsem beni babamın ayaklarının dibine gömün’’ vasiyetini yerine getirmek için götürür. Bozkırın tezenesi 25 Eylül 2012 günü 74 yaşında bozkırın kalbine gömülür.