Günümüzde genç olmak: Demirden leblebi

Gençlerin talepleri daha ne kadar bastırılabilir? Temel ihtiyaçları bile karşılanmıyor.  Baş döndürücü teknolojik gelişmeler gençleri afallatıyor. Peki, buna karşı siyasiler ne gibi girişimlerde bulunuyorlar?

Tülin Tankut

Teknoloji artık bir gereklilik haline geldi.  Teknolojiyi kullanma yaşı 3-6 yaş arasına kadar indi.   10- 14 yaşındaki çocuklar, “yeni internet deneyimi” olarak lanse edilen  “Metaverse”i denemeye başlıyorlar.

Televizyon, bilgisayar, radyo, cep telefonun birleştirilmesiyle  çok amaçlı bir iletişim sağlandı. Genç kuşak dünyayla eskiye oranla daha fazla iletişim kurma olanağına sahip… Uzman görüşler, “toplumsal ve kişisel yaşamın , teknolojik gelişmelerin hızına giderek daha bağımlı olacağı” yönünde. Tabii, bu gelişmeler eğitim sistemine de yansıyor.

Herkesin diline pelesenk ettiği “eğitim şart” sözü , kuşkusuz  yaşamımızı idame ettirebilmek için çok önemlidir.   Bu yüzden okuma yazma bilmek, ekmek , su kadar gereklidir bizim için.

Eğitim sistemi , iktidar ilişkilerinin üretilmesinde ve meşrulaştırılmasında rol oynar. İçinden geçmekte olduğumuz neoliberal dönemde de  çağdaş topluma,  kapitalist kazanca yönelik bir yaşam tarzı sunulduğundan, yaşamın her alanında ve tabii eğitimde de bireyciliğin  pompalanması kaçınılmaz olmuştur. Küçük bir azınlığın şans denilen toplumsal eşitsizliğe dayalı girişimleri sayesinde sınıf atlaması,  geniş kitlelere-  beş parmağın beşi bir mi(!) –  üstünlük olarak yutturulmaya çalışılıyor.

Bireysel başarısızlıkların suçu kapitalist sistemin yarattığı ve ürettiği eşitsizliklere değil de, doğrudan bireylere aitmiş gibi gösterildiğinden, gerçek’i  eğip bükmek gerekecektir; ki bilim,

geniş halk kitleleri tarafından kavranmasın. Bu durumda  nerede kaldı üniversitelerin özerkliği, denilebilir. Üniversite, “özgür araştırma ortamı ve özerk yapısıyla” uluslar üstü nitelik kazanır. Siyaset, üniversite dışında tutulmalıdır ki, toplumsal yaşamın, siyaset alanının eleştirisi üniversite ortamında yapılabilsin. ( Bizdeki vakıf üniversiteleri, neoliberal politikalarla uyum içinde olma zorunluluğu nedeniyle , devlet üniversitelerine oranla daha sıkı denetim altındaymış gibi görünüyor.)

Bu ortamda popüler bilime de gün doğuyor;  bundan nemalanan çevrelerce gizemcilik koruyup kollanıyor. Sistem bu çevreleri destekliyor çünkü bundan besleniyor. Gizemcilikle  (mistisizm) mücadele etmekse  güç; çünkü üç bin yıllık bir geçmişe sahip; toplumu uyaracak mecralar kısıtlı ; özellikle Marksistler engelleniyor. Dolayısıyla bilimsel özerklik açısından durum vahim. Kuantum Fiziği’nin kötüye kullanıldığını cümle alem biliyor. Bilim olmaktan çıkarılıp ondan nemalanmak için ne kılıklara sokuldu. Yaşam koçları , çeşit çeşit yogalar; kuantum güzellik salonunu bile duyduk. Doğu dinlerine artan ilgi, kanaat önderlerini yüceltme… Doğu gizemciliğini gündeme taşıyan kanaat önderleri  aralarında fizikçilerin de  bulunduğuna ne demeli? Fizikçi, tıpkı bir gizemci gibi, “gözlemci yoksa madde yoktur” diyebiliyor. Genç kuşağı bekleyen tehlikelerden biri de fizik bilimine gizemci söylemlerin karıştırılarak bilimin bulandırılması girişimleridir.

Ana akım medyadaysa halkın haber alma hakkı kısıtlanıyor. Sosyal medyada, neoliberalizmin gölgesinde aynı fikirler, sözde tartışılıyor. (Neyse ki, giderek genişleyen sol, alternatif medya imkanı sunarak kamuoyu oluşturmayı başarıyor.)

AVM’lerin “tüketim özgürlüğü” mekanları olduğu; popüler sosyal medyanın, özellikle gençleri cezbettiği bir ortamda, küresel kültürün yaydığı bencillik, yozlaşma, bilgisizlik kol gezerken haliyle kişinin kitap okuma motivasyonu da gevşiyor. Sosyal medyayı kullanma süresini abartmamak gerekir. Teknoloji, kullanıcıyı yaşamın olağan akışından alıkoymamalı; çevreyle sağlıklı ilişkiler kurmasını ve tabii kitap okumasını engellememeli.  Okumak, WhatsApp mesajları okumak değildir. Dünyayı kavramakta kitap okumanın yararı tartışılmaz. Kitap okumak, duygu ve düşüncelerimizi sözcüklerle ifade edebilmemize yardımcı olur. ( Bu sayede şiddet kullanmaya da gerek kalmaz.) Bilisizliği, bağnazlığı yenmeyi, dolayısıyla  toplumsal gerçekliği sorgulamayı kitap okuyarak gerçekleştirebiliriz. Okuma alışkanlığı edindikten sonra eleştirel farkındalığımız artar, bu da bize  ideolojinin gizlediği gerçekleri keşfetmenin yolu açar; sistemin meşrulaştırdığı anlamlar gerçeğe işaret etmez çünkü.

Bilim, felsefe, sanat ; üçü de bireye yüzleşme ve  eleştirel bakış açısını  geliştirme olanağı sağlar. Böylelikle ne okuyacağımıza , ne izleyeceğimize kendimiz karar verebiliriz. Günümüzde bilimsel araştırmaların bile gerçeğiyle sahtesini ayırt etmekte zorlanabiliyoruz. Bir çok insan için ne okuyacağına karar vermek sorunu çıkıyor ortaya.

Eğitime dönersek; yapay zeka yeni gelişen bir teknoloji alanı. Yapay zekaya neden ihtiyaç var? Hayatımızı nasıl etkiliyor? Üretim, sağlık( teşhis cihazları) , otomotiv, finans , görüntülü güvenlik sistemlerine kadar çeşitli sektörlerde, en çok da askeri alanda   kullanılıyor ve bunlara zaman içerisinde yenileri – ulaşım, sürücüsüz araç- ekleniyor. Bilgisayar ve robotik teknolojisinin, eğitim alanında kullanılmasının öğrenim süreçlerini kişisel hale getirerek öğrenimi daha verimli kılacağı öne sürülüyor. Görünen o ki, tüm sektörler, gelecekte yapay zeka ürünü makine ve robotlara teslim edilecek, bazı meslek gruplarına gerek kalmayacak, yeni mesleklerin önü açılacak.

Bu konuda da doğru ve yanlış bilgiler birbirine karışıyor. Doğru bilgileri bilim emekçileri, anti- kapitalist, bağımsız bilim çevrelerinden elde edebiliyoruz ancak. Kuşkusuz, yapay zeka insanlığın geleceği için önemli bir teknolojidir ve bundan yararlanmamayı kimse düşünmez. Ancak mesele,  onu kapitalizmin elinden kurtarmaktır.

Günümüzde dünya genelinde, giderek otoriterleşen ülkelerde yoksullukla boğuşan halk çocuklarıyla ilgilenilmiyor. Değil medya okur- yazarlığı, metropollerde bile hâlâ okuma yazma bilmeyen yığınla insan yaşıyor. Yere göğe sığdırılamayan Batı demokrasisi için “emperyalizmi gizleyen bir tür etiket” deniyor  bazı çevrelerde. Öyle ya, “Devlet herkese eşit, ücretsiz eğitim vermekle mükellefse” , eşit haklardan söz ediliyorsa  hukuk, en savunmasız insanlara kadar hizmet ulaştırabilmelidir.

Salgın döneminde interneti olmadığı için eğitim göremeyen kendi çocuklarımızı hatırlayalım. Genç kuşaklar için teknoloji okur- yazarlığının zorunlu olduğunu beyan ederken mangalda kül bırakmayan siyasilere sormalı ;  eğer bu bir zorunluluksa devletin ücretsiz internet sağlaması gerekmez mi?

Gençlerin talepleri daha ne kadar bastırılabilir? Temel ihtiyaçları bile karşılanmıyor.  Baş döndürücü teknolojik gelişmeler gençleri afallatıyor. Peki, buna karşı siyasiler ne gibi girişimlerde bulunuyorlar? Diyanet İşleri Başkanlığı, giderek Milli Eğitim Bakanlığı’nın görevlerini üstlenmeye çalışıyormuş gibi davranıyor.

Genç işsizliğiyse neredeyse yapısal bir sorun haline geldi. Eğitimli olsa bile iş dünyasında yer alamayan gençler milyonlarla ifade ediliyor. Çalışanlarsa yoksullaşıyor. Beyaz yakalılar, mavi yakalılar olma yolunda. Çaresizlikten , bazıları  kolay para kazanma derdine düşmüş;   çoğunun arayışları  da hüsranla sonuçlanıyor.

Sorun nereden kaynaklandığı  belli : Zamanın ruhu, “istikrarlı” bir benlik anlayışını sarstı. Kişinin bir uğraşı, bir işi olduğunda bu ona bir kimlik kazandırır; öğrenci, işçi, emekçi  v.b. Kişi, mensubu olduğu kesimin aidiyet duygularına  sahiptir. Kişinin kendini geliştirmesinde rolü olan bu duygu, haksızlıklar karşısında , yardımlaşmayı ve dayanışmayı güçlendirir. Ancak bireyciliği, dayanışmanın üstüne çıkartan bir kültür yaygınlaştırıldı.

Unutmayalım ki, toplumsal sorunların siyaset alanında çözülemediği bir dönemden geçiyoruz. Toplumsal hak arama mücadeleleri , yönetimlerce  engellenmeye çalışılıyor Farklı toplumsal kesimlerden gençlerin siyasetçilere olan tepkisi artıyor, yalnızca bizde değil, dünyanın her yerinde.  Ancak bu dağınıklıkla seslerini duyuramadıkları ortadadır. Bilgi kirliliğine karşın  bireysel aydınlanma yaşamak için yine de  ortam uygundur, diyebiliriz. Yeter ki bu gerçekleşebilsin; arkası gelecektir.

Gençler için gözlerini açma zamanı!