Gezi Davası, göz korkutma mı, gözün korkması mı?

"AKP’nin bu tutuklama kararları ile dosttan güven alıp almayacağını göreceğiz, ancak “düşmana dahi korku” veremeyen düzen içi siyasetin vekaleti eline almasına da geçit vermeyeceğiz. Çünkü Gezi ruhu bunu gerektirir."

Gezi Davası’nda verilen mahkûmiyet ve tutuklama kararlarının AKP’nin politik ihtiyaçları açısından tekabül ettiği yeri anlamak oldukça önem taşıyor.

Baştan belirtelim ki, AKP talimatı ile verilen bu siyasi kararın ihtiyaç ve sonuç denkleminde en sonda yer alacak olan kısmı, halkın gözünü korkutmak, halka göz dağı vermek ya da en geniş muhalefet temsilcilerinin önünü almaktır.

AKP’nin tüm siyasal ve hukuki operasyonlarının halkı sindirmediği aksine bu dönemlerin kendi içinde ayrı bir politik duyarlılık oluşturduğu, korku kavramının aşıldığını çok rahat tespit edebiliriz.

Başka bir deyişle, bugün AKP karşıtlarının “ Şunu söylersem beni içeri atarlar” demediği, aksine “ Şunu söyleyeceğim beni isterlerse içeri atsınlar” noktasına zaman içinde geldiğini görmek mümkündür.

Peki Gezi Davası’nda verilen bu ağır karar, AKP’nin hangi yarasına merhem oldu ya da olacak?

En başa AKP’nin en güncel sıkıntısını yazabileceğimizi düşünüyorum.

Uzun bir süredir AKP’nin toplumsal etkisinin azaldığını, siyasi bir azınlık haline geldiğini, kaybettiği alanı geri almak için yalan da olsa bir projesinin olmadığını, seçim oyunlarına ve hilelerine işinin kaldığını söylemekteyiz.

AKP’nin bugün temel ihtiyacını belirleyen, “düşmana korku” dan öte “ dosta güven” verme denklemidir.

Örneğin İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçilmesi, gericiliğin militanca yapılması, tarikat  ve cemaatlerin desteğini en azından stabil kılma ihtiyacından kaynaklanmaktadır.

Örneğin, HDP’nin kapatılma girişimi, en azından küçük ortak MHP’nin seçim ikliminde elinde en azından bir tezle dolaşması ihtiyacından da kaynaklanmaktadır.

Örneğin, pandemi yasaklarının müzik ve eğlence alanını halen kapsıyor olması, AKP bakanlarının ya da bürokratlarının saniyesinde çürütülecek yalan ve yanlış beyanları rahatlıkla söylüyor olmaları, sadece çamur at izi kalsın anlayışı ile açıklanamaz. Kendi kitleleri arasında neyin nasıl konuşulması gerektiğini planlamak zorunda kalan bir iktidarın bugün kırıntılara dahi ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçiyoruz.

Gezi Davası’nda alınan kararın ve sadece mahkumiyet ile sınırlanmadan tutuklamayı da içermesi AKP’nin seçim öncesinde, gerisinde yarım kalmış bir iş bırakmamasını da gözettiğini göstermektedir. Tayyip Erdoğan’ın sık sık Gezi Direnişi’ne işaret etmesi bu yargı kararı ile artık üstünde daha da tepinmesini sağlamış olacak, seçim meydanlarında hesaplaşmasını tamamlamış bir aktör olarak sahne alarak, kendince “inandırıcılığını” arttırmış olacak.

Bu AKP için az şey midir?

Hemen yanıtlayalım ki, bu ve buna benzer her durum AKP için her şeydir.

AKP için, kendisine oy vermeyecek genişçe bir toplamı ikna etme arayışının olmadığı hatta bunun bir çaresizliğe tekabül de ettiğini vurgulamış olduk. AKP karşıtı büyük kitlelere karşı pasif bir tutumu tercih etmediği de ortadadır. AKP, Gezi ile hesaplaşırken, aynı zamanda halkın büyük bir bölümü ile de hesaplaşmayı tercih ederek, elde kalan toplama  güç gösterisinde bulunmakta ısrar edecektir.

AKP’nin elinde kalan devlet aygıtı, hukuk aygıtı, zor aygıtı bu ihtiyaçları nereye kadar görecek bu da ayrı bir konu olmaya devam ediyor.

Gezi Davası’nın görüldüğü gün Anayasa Mahkemesi başkanının yaptığı kuvvetler ayrılığı vurgusu, son dönemlerde gelen, görece hukuka daha uygun bazı kararların varlığı AKP’nin halkla hesaplaşırken yediği hurmaların boğazından artık rahat geçmeyeceği de bir kenara yazılmalı.

Ancak tüm bu değerlendirmelerin, seçim iklimine girmiş ülkemizdeki gerçekçi tek karşılığı, halkın seçim iklimine terk edilip edilmemesinde kendini gösterecektir.

AKP’nin elinde olan “ dosta güven” bugün CHP’nin başını çektiği altılı ittifakta olmadığı gibi,” düşmana korku” dahi elinde yoktur.

“Az kaldı” açıklamaları ile, sandığın adres gösterilmesi Millet İttifakı’nın ruhunun tam da özetidir. Uzun bir süredir bu sayfalardan paylaştığımız gibi Millet İttifakı’nın hedefi sürdürülebilir bir yönetimdir. Bu hedefin altında da halkın örgütlü gücü, işçilerin, kadınların, gençlerin tıpkı Gezi Direniş’inde olduğu gibi masaya yumruğunu vurması korkusu da yatmaktadır.

Millet İttifakı, ön almaya devam etmektedir.

Ne dış mihraklar, ne faiz lobileri ne de darbeye teşebbüs söylemleri… Gezi Direnişi bu halkın tarihe geçmiş en büyük başkaldırısı oldu.

Özgürlük, eşitlik, laiklik talepleri ise halen sürmekte. Hatta on yıl öncesine göre daha da yakıcı bir halde sürmekte.

Olmayan şey, bugün halkın bu taleplerini örgütlü, güçlü ve görünür kılmamasında.

Aradan geçen on yılda “Tatava yapma” söylemleri, seçim matematiği çılgınları, toplumsal mühendislik oburları epey iş gördüler. Gezi Davas’ında böyle bir kararın verilmesinde Gezi ruhunu döneme göre uyarlayıp, sandığa hapsederek o ruhu da boğanların payı büyüktür.

Gezi Direnişi, vekaletin düzen içi aktörlerden geri alınması hamlesiydi.

Bugün vekaleti yeniden istiyorlar.

Hem de arkadaşlarımız artık tutuklu iken…

AKP’nin bu tutuklama kararları ile dosttan güven alıp almayacağını göreceğiz, ancak “düşmana dahi korku” veremeyen düzen içi siyasetin vekaleti eline almasına da geçit vermeyeceğiz.

Çünkü Gezi ruhu bunu gerektirir.