Gerici istibdat rejimine karşı mücadele eden kadınlar 8 Mart’ı anlatıyor

Eğitim-İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, Avukatlar Sendikası Genel Başkanı Selin Aksoy Duru ve İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Başkanı Umut Kuruç ile 8 Mart’ı konuştuk.

Gerici istibdat rejimine karşı mücadele eden kadınlar 8 Mart’ı anlatıyor

 

Türkiye’de milyonlarca emekçi kadın, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü, ağır ekonomik krizin, gericiliğin, şiddetin gölgesinde karşıladı. AKP’nin 20 yıllık iktidarı belki de en çok emekçi kadınları etkilerken, kadına yönelik şiddet artık toplum nezdinde “olağan” hale geldi. Bu gerici istibdat rejimi kadınlar üzerindeki baskısını her geçen gün arttıra dursun, bir yandan da liberaller 8 Mart’ın içini boşaltma çabalarını devam ettirdiler. Biz de mücadelesini sürdüren emekçi kadınlar; Eğitim-İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, Avukatlar Sendikası Genel Başkanı Selin Aksoy Duru ve İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Başkanı Umut Kuruç ile 8 Mart’ı konuştuk.

“LAİKLİK İNSANCA BİR TOPLUMSAL YAŞAMIN HAMMADDESİDİR”

Konumuza laiklik başlığı ile başladık. Eğitim-İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, laikliğin insanca bir toplumsal yaşamın hammaddesi olduğunu vurgulayarak laikliğin tasfiyesine ve bunun eğitimdeki yansımasına ilişkin şunları kaydetti:

“3 Mart 1924, TBMM’de üç devrim yasasının kabul edildiği ve devrimci cumhuriyetin hedeflerine ulaşmada önemli bir kilometre taşı olan dönüşümün tarihi olarak kayıtlara geçmiştir. Ulusal birliğin mihenk taşı Tevhid-i Tedrisat ile ülkedeki eğitim kurumları tek elde toplanmış, Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılmasıyla modern hukukun önü açılmış ve Halifeliğin kaldırılmasıyla da laik devlet mekanizması için en gerekli adımlardan biri atılmıştır. 

Ulusal egemenlik ile bağdaşmayan ve toplumsal gelişmenin önünde engel olan çağdışı kurumlar kaldırılmış, devletin ve toplumsal düzenin akla ve bilime dayalı ilkelerce düzenlenmesinin yolu açılmıştır.

98 yıl önce çıkarılan 3 devrim yasası ile İslam coğrafyasındaki ilk laik ülkeyi kurarak bulunduğu bölgede örnek olan ülkemiz, ne yazık ki bugün, AKP iktidarının laikliğe ve cumhuriyet devrimlerine karşı antidemokratik uygulamaları ile karşı karşıyadır.

Eğitim alanında çıkarılan birçok gerici yasal düzenleme yanında, 4+4+4 olarak adlandırılan ucube yasa ile laik ve bilimsel eğitime darbe vurulmuştur.

Siyasi iktidarın eğitim alanındaki uygulamaları, Cumhuriyet atılımlarını tasfiye etmeye, eğitimimizin temel niteliklerini değiştirmeye yöneliktir. Değiştirilen müfredat, hazırlanan ders programları ve kitaplar bilimsellikten uzak, çağdaş ve laik ölçütlerden yoksundur. Eğitim yönetimi kadroları da bu anlayışla oluşturulmaktadır. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı, karşı devrimin üssü haline getirilerek ulusal değerlerimiz, eğitim sistemimiz içerisinden yasa ve yönetmelikler aracılığı ile çıkartılmakta, karma eğitim ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Akılcı ve bilimsel düşünen, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişiliği gelişmiş, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve üretken bireyler yetiştirmek; Türk Milli Eğitimi’nin temel amaçları arasında yer almaktadır. Ancak siyasi iktidarın hedefi, öğrencileri cemaatlerin ve tarikatların kucağına iterek çağdaş, bilimsel, akılcı, laik eğitim sistemini ortadan kaldırmaktır. Devrim Kanunlarıyla eğitimden elini çektirilen tarikatlar, bugün vakıf/dernek maskeleriyle yeniden eğitime sokulmuştur. Bir başarısızlık abidesi olan dini eğitim ağırlıklı İmam Hatipler yaygınlaştırılmış, dini eğitim veren özel kurumlar bizzat iktidar tarafından teşvik edilmiştir.

Anayasa’dan, aralarında Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın da bulunduğu “Devrim Kanunları”nı kaldırmayı amaçlayan siyasi iktidar, karma eğitime son verme amacını gerçekleştirmek için adım adım ilerlemektedir. Karma eğitime son verilmesi durumunda,  Atatürk’ün liderliğinde kurulan cumhuriyetin en önemli kazanımlarından olan ve milli eğitimde birliği esas alan Tevhid-i Tedrisat ortadan kaldırılacak ve tekrar çok başlı eğitim sistemine dönülecektir.

Eğitim-İş, Atatürk ilke ve devrimleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesi üzerinde yükseldiğinin bilinciyle, laiklik ilkesinin korunmasına büyük önem verir. Kişilerin inanç ve vicdan özgürlüklerini savunurken, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanmalarını ya da baskı altına alınmalarını da kabul edilemez bulur. Bu nedenle de ülkede yaşayan herkesin çağdaş, bilimsel, laik, demokratik, eşit, parasız ve nitelikli eğitim hakkı olduğunu savunur ve bu hakkın yaşama geçirilmesi için mücadele eder.

Laik eğitimin ve laik toplumun çok daha önem kazandığı bu süreçte, Eğitim-İş olarak, öğretim birliğine son vererek, medrese-mektep ikilemini günümüze taşımak isteyen bu anlayışa karşı, Atatürk ilke ve devrimlerine, Cumhuriyetimizin kazanımlarına, ülke bütünlüğüne, laik, bilimsel, demokratik, eşitlikçi ve parasız eğitime sahip çıkmaya devam edeceğiz; bu kararlılıktan asla vazgeçmeyeceğiz.

98 yıl önce Türkiye’yi çağdaş bir ülkeye dönüştüren Devrim Yasaları, son 20 yılda “karşı devrim” hamleleriyle tırpanlanmış, ülkemiz bu anlamda yüz yıl öncesine itilmiştir. Kuşkusuz gericilerin devrim yasalarını hedef almasının altında bu yasaların laikliğin taşıyıcı sütunları olması yatmaktadır. Çünkü laiklik özgürlüktür. laiklik medeniyettir. laiklik insanca bir toplumsal yaşamın hammadesidir. Ancak karşı devrimciler bilsin ki pes etmiyoruz!

Devrim yasaları bir fikirdir ve fikirler ölmez! Başöğretmen’in eğitim neferleri olarak o fikri, bereketli topraklara özenle tohum eken sabırlı eller gibi ekmeye, çoğaltmaya devam edeceğiz!

İlan ediyoruz: Eğitim-İşli öğretmenler olarak, 3 Mart Perşembe günü, derse girdiğimiz her sınıfta ilk dersimiz laiklik olacak. Laikliği, devrim yasalarını ve o yasalara tekrar kavuşmanın önemini öğrencilerimize anlatacağız! Onlara 98 yıl önceden gelen bilge bir sesle sesleneceğiz: “Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak yaşamın şartıdır!”

“KADINLAR İÇİNDE BÜYÜTTÜKLERİ ÖFKEYİ İSYANA DÖNÜŞTÜRMEYİ BEKLİYOR” 

Kadına yönelik şiddet ve İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin görüşlerine başvurduğumuz ve Avukatlar Sendikası Genel Başkanı Selin Aksoy Duru ise, AKP iktidarında özgürlüklerin ve hakların tarihselliğe aykırı şekilde ileriye doğru değil geriye doğru bir seyir izlediğini belirterek şunları kaydetti:

“AKP iktidara geleli 20 yıl, kadının adını bakanlıktan çıkaralı 11 yıl geçti. Yıllar birbirini izlerken, özgürlükler ve haklar tarihselliğe aykırı şekilde ileriye doğru değil geriye doğru bir seyir izledi. ‘Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli, kadın erkek eşitliği fıtrata ters’ deyip kadını yok sayan siyasi iktidar, sömürüye şiddete gelince önce kadını kullandı. Bugün kadınların bir nebze güvencesi olan 6284 sayılı kanunun adı dahi  ‘aile’yi korurken, siyasi iktidar bu kanunla tanınan haklarla, Medeni Kanun’da onlarca yıldır mevcut olan nafaka hakkı ile dahi savaş içinde. AB’ye yaltaklanacağım diye koşa koşa imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’nden ise bir hukuk garabeti ile geri çekilmesini saymıyoruz bile. Tüm bu baskıların karşısında kadınlar, hayatta kalma mücadelesinin yanında içinde büyüttükleri öfkeyi isyana dönüştürmeyi bekliyor. Biz kadınların 8 Mart 1857de olduğu gibi hakları için mücadele edecekleri ve bu mücadelelerini zaferle taçlandıracakları günlerin yakın olduğuna inanıyoruz. Yaşasın 8 Mart”

“8 MART’I 8 MART YAPAN KADINLARIN SINIF MÜCADELESİNDEKİ ROLÜDÜR”

Liberallerin içini boşaltmaya 8 Mart’ın içini boşaltma çabalarına ilişkin görüşlerine başvurduğumuz İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Başkanı Umut Kuruç ise 8 Mart’ı 8 Mart yapanın kadınların sınıf mücadelesindeki rolü olduğunu ifade ederek şunları söyledi:

“Bu yıl 8 Mart’ta Türkiye’nin dört bir yanında işçiler, emekçiler ayakta, gasp edilen hakları için mücadelede. Farplas’ta, Technomix’te kadın işçiler direniyor. Yemek Sepeti emekçileri direniyor. Daha onlarca iş yerinde, iş kolunda emekçilerin mücadelesi sürüyor. Öte yandan yoksulluk büyüyor. Yoksullaşan emekçiler gıda kuyruklarında zamlarla boğuşuyor. Tarımdan, sanayiye tamamen dışa bağımlı hale getirilen ülkemizde enerjideki dışa bağımlılık ve sermaye egemenliğinin faturası katmerlenerek emekçi halka çıkarılıyor.

8 Mart’la alakası nedir diye sorabilirsiniz. Tam da 8 Mart’la, işçi, emekçi kadınların mücadelesiyle ilgilidir bu durum. Çünkü 8 Mart’ı 8 Mart yapan kadınların sınıf mücadelesindeki rolüdür, emekçi sınıfların bu mücadelelerle ve ödedikleri bedellerle kazandıkları haklardır. Sosyalist kadınların eşit, özgür bir yaşam için yürüttükleri mücadeledir. Bu kazanımların üzerine, bu kazanımlarla birlikte, kadınlar güçlenmiş, eşitliğin ve özgürlüğün yolunu açmışlardır. Kadınlar bütün tarihsel kazanımlarını sınıf mücadelelerinin güçlü olduğu ve zaferler kazandığı dönemlerde elde etmiştir. 8 Mart bu mücadelelerin tarihidir.

Sermaye iktidarları bu nedenle emekçileri sömürüye, hak gasplarına, yoksulluğa ikna etmek için önce kadınları teslim almayı hedefler. Bunun için bütün gerici ideolojik formları kullanır. Bugün yaşadığımız da budur. İşçilere, emekçilere Diyanet İşleri Başkanlığı, tarikat ve cemaatler ile iktidarın en yetkili ağızları tarafından sabır, itidal ve kabulleniş dayatılıyor. Yoksulluğun bu dünyadaki sınav olduğu söylenerek cennet vaat ediliyor.  Emekçilere yoksulluğu reva gören bu gerici ideolojiler kadınları da hem toplumsal yaşamda, hem emek süreçlerinde ikincilleştiriyor.

Cumhuriyetin bütün kazanımlarını, en başta da laikliği tasfiye edenler yurttaşlığı kullukla ikame ediyor. Bunun için önce kadınların yurttaşlığına göz dikiyorlar. Dinci gericilikle ikna edemediklerini şiddetle teslim almaya çalışıyorlar.

Sosyalizmin çözülüşüyle birlikte kapitalizm özüne dönmüştür ve bütün dünyada emekçilerin, kadınların kazanımları bir bir gasp edilmektedir. Gericilik bütün dünyada adeta hortlamıştır. Buna emperyalizmin dünyanın birçok yerini kana buladığı bir tablo eşlik ediyor. Emperyalizm yayılmacı hedefleriyle bu savaşlarda en başta kadınların ve çocukların hayatlarını karartıyor. Bugün Ukrayna’da yaşanan da budur, Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da, Yemen’de de yaşanan budur. Emperyalizm ve onun suç örgütü NATO dünyayı kana bulamaktadır.

Yukarıda saydıklarımın hiçbiri birbirinden ve kadınların mücadelesinden bağımsız değildir. Tam tersine, kadınların eşit, özgür, bağımsız bir düzende yaşamalarının olmazsa olmaz koşulu bu haramiler saltanatına karşı ayağa kalkıp mücadele etmektir.

Haramilerin saltanatı patronların, tarikat şeyhlerinin, mafya babalarının, aşiret ağalarının, savaş baronlarının düzenidir.

Bizler tıpkı 19. yüzyıldaki emekçi ve sosyalist kadınlar gibi, tıpkı Birinci Dünya Savaşı’na karşı 1915’te toplanan ve “Kahrolsun zenginlerin güç ve serveti için milyonları kurban eden kapitalizm! Kahrolsun savaş! Sosyalizm için ileri!” diyen sosyalist kadınlar gibi, tıpkı 8 Mart’ı takvimlerde sabitleyen “ekmek ve barış” sloganıyla sokağa dökülen 1917’nin Petrogradlı işçi kadınları gibi bu mücadelenin bütünlüğünü görüyoruz. Bu yüzden de diyoruz ki, sömürüye karşı eşitlik, gericiliğe karşı laiklik, emperyalizme karşı bağımsızlık sosyalizmdedir ve bugün insanlık için, kadınlar için tek gerçekçi seçenek budur.”