Erdoğan’ın siyasi çizgisi: Manevra mı yalpalama mı tutarsızlık mı?

AKP eliyle kurulan rejim dikiş tutmuyor. Sağından solundan yama yapmaya çalışan, sağa sola yalpalayarak yolunu bulmaya çalışan bir Erdoğan figürü ile karşı karşıyayız. Mesele sadece “şahsım devleti” siyaseti değildir. Aynı zamanda 20 yıllık Erdoğan iktidarı, siyasal İslamcılığın omurgasız ve tutarsızlığının da örneği olarak karşımızda duruyor.

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın son dönem siyasette attığı adımlar bir kez daha tartışma konusu. Dün düşman, terörist, katil ilan ettikleriyle bugün samimi görüşmeler yapıyor, vatan haini, FETÖ’cü, gayri-milli ilan ettiklerini Cumhur İttifakı’nın masasına çağırıyor! Taban tabana zıt bu siyasi adımlar ya da “çark siyaseti” AKP’li kalemler tarafından ülke çıkarlarına bağlanarak Erdoğan’a “siyasi zekâ” atıflarıyla meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Açık açık pragmatizm övgüsü yapılmasında sorun görmeyecek kadar “tapınmacı yazılar” yandaşların kaleminden dökülüyor.

İktidar hırsı nelere kadirmiş! İlke, tutarlılık, “dava”, doğrultu, doğruluk, ahlaki tutum hak getire!

Devlet Bahçeli’nin, “HDP’ye bir saniye tahammül edemiyoruz kapatılsın” naralara atarken, çok değil iki gün önce AKP’nin HDP ile görüşmesine “doğal ve doğru bir adımdır” demesine benzer bir biçimde Nagehan Alçı da Erdoğan’ın Sisi ile görüşmesine “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sisi ile böyle bir fotoğraf vermesini tamamen doğru buluyorum. Hatta bu fotoğrafı alkışlıyorum. Tayyip Bey, Türkiye’nin de menfaatleri açısından son derece faydalı ve isabetli bir iş yaptı. Takıntılı değil pragmatik bir siyasi zekâ olduğunu bir kez daha gösterdi” diye yazarak tarikat müritlerinin şeyhlerine mutlak bağlılıklarına benzer bir yandaşlık örneğini bir kez daha ortaya koyuyor.

Pragmatik bir siyasi zekâ ve manevra diyorlar. Ancak başka bir yerden bakıldığında ortadaki ilkesizlik ve omurgasızlık hali bütün çabalara karşı çıplak şekilde karşımızda duruyor. Peki neden? Ortada manevra yapan bir pragmatik zekâ mı yoksa çaresizlik ve sıkışmanın getirdiği bir omurgasızlık mı var? Bugün Erdoğan ve AKP tarafından atılan çelişkili adımların nedenlerini ortaya koymadan bazı noktaların anlaşılması mümkün değildir.

Erdoğan Erdoğan’a karşı

Demirel bir burjuva siyasetçisiydi. “Dün dündür, bugün bugündür” veciz sözü burjuva siyasetin ilkesi olarak tarihe geçti. Bugün de Demirel’in ruhu Erdoğan’da yaşıyor!

Sisi ile asla yan yana gelmem diyen Erdoğan’dı: “Ben uluslararası platformlarda şu anda darbeci Sisi’yi Cumhurbaşkanı olarak kabul etmediğimi söyledim. Yine söylüyorum. Benim için Mısır’ın Cumhurbaşkanı Mursi’dir. BM’de aynı masaya onunla oturmadım. Oturursam, kendimi inkâr ederim. Oturursam demokrat olmam” sözlerinin mürekkebi kurumadan bugün Sisi ile samimi poz veren başka bir Erdoğan ile karşı karşıyayız!

İlk değil. Daha önce Kaşıkçı cinayeti üzerinden Suudi yönetimini suçlayan Erdoğan aynı şekilde Suudi Arabistan’ı ziyaret etmiş, dün söylediklerini ise o gün inkâr etmişti: “’Kim bunlar açıklayın?’ dedik, cevap veremediler. Bunlar dünyayı enayi zannediyor. Bu millet enayi değil, hesabını sormasını bilir. Suudi Arabistan, belgeleri istedi, dinlettik ama vermedik. İstediler ama vermedik. Verelim de yok edin belgeleri. Kayıtlarda hepsi var. Şimdi Amerikan Senatosu ne diyor? Suudileri suçluyor. Artık dünya isim vererek söylüyor. ‘Bu işin sorumlusu O’dur.’ diyor. İslam dünyası bu şekilde bir arada kalamaz.” şeklinde sarf edilen sözlerin işaret ettiği “O” ile masaya oturan Erdoğan, aslında milleti enayi yerine koyuyordu!

Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile başlamıştı. İsrail ile devam etti. İsrail’e “one minute” diyerek racon kesen Erdoğan, zamanında İsrail’i bir terör devleti olarak tanımlamıştı. Bakın bu sözler Erdoğan’ın: “Zalim İsrail, terör devleti İsrail, mukaddesatlarını korumak, binlerce yıllık evlerine, yurtlarına sahip çıkmak dışında hiçbir gayeleri olmayan Kudüs’teki Müslümanlara vahşice ve ahlaksızca saldırmaktadır. ….  İsrail devletinin saldırılarına sessiz kalarak veya kayda değer tavır ortaya koymayarak, dolaylı şekilde destek veren herkes orada yaşanan zulme ortaktır.” Terör devleti olarak gördüğü İsrail ile yeniden anlaşma çok uzun sürmedi. Zaten bu sözlerin sarf edildiği günlerde de, racon kestiği zamanlarda da İsrail ile ilişkiler hiç bitmemişti.

Erdoğan’ın seçim vaadi: Kardeşim Esad!

Erdoğan’ın en büyük u dönüşü ise Suriye ile ilgili. 10 yılı aşan zamandır Suriye’nin yıkımı ve parçalanma siyasetinin müsebbibi olan Erdoğan, Endonezya dönüşünde yaptığı açıklama ile seçimlerden sonra Suriye ile sil baştan yapabiliriz mesajı veriyordu. Yanlış duymadınız. Eğer beni seçerseniz Esad ile görüşürüm diyerek ilk seçim vaadini de gündeme getiriyor.

Ancak arşiv ne yazık ki affetmiyor. Erdoğan’ın Esad hakkında söylediği onca sözden sadece birini buraya alıntılamak yeter de artar bile: “Esed, kesinlikle açık ve net söylüyorum, devlet terörü estirmiş aslında bir teröristtir”, “Suriye’de Esad’la “yürümek kesinlikle mümkün değildir. Niçin? 1 milyona yakın vatandaşını öldürmüş olan bir Suriye’nin başkanıyla nasıl olacak da geleceği kucaklayacağız?”

HDP ile anayasa arayışı, İyi Parti’ye davet

Sadece dış politikada değil, iç siyasette de Erdoğan tarafından atılan çelişkili adımlar, meselenin sadece Türkiye’nin uluslararası alanda çıkarlarını temsil etmek ile açıklanamayacağını gösteriyor. Erdoğan tarafından atılan adımlar AKP ve yandaşlar tarafından bir manevra olarak algılanabilir ve sunulabilir; ancak bunun politikadaki karşılığı omurgasızlık, ilkesizlik ve tutarsızlık olarak değerlendirilmelidir.

HDP ile anayasa yapma manevrası, Demirtaş’a yapılan jestle katmerlenmek istenirken, İstiklal Caddesi’nde yaşanan halk düşmanı terör saldırısı ile rafa kalkacak gibi gözüküyor. HDP ile olmuyorsa bari İyi Parti ile olsun diyen Erdoğan, bir taraftan da Saadet Partisi ile temas kurarak yaşadığı sıkışmadan kurtulmanın yolunu arıyor. Mısır, İsrail, BAE ve Suudi Arabistan ile ilişkilerin yeniden kurulmasının nedeni ekonomik kriz altındaki sıkışma değil miydi?

Erdoğan sıkışmıştır. Erdoğan iktidarda kalmak için her yolu denemeye çalışan bir görüntü veriyor. Atılan adımlar Erdoğan’ın yalpaladığını gösteriyor. Ancak açık olan gerçek ise yalpalayan Erdoğan’ı ayakta tutmak için “müesses düzen”in payanda olmaya devam etmesidir!

AKP eliyle kurulan rejim dikiş tutmuyor. Sağından solundan yama yapmaya çalışan, sağa sola yalpalayarak yolunu bulmaya çalışan bir Erdoğan figürü ile karşı karşıyayız. Mesele sadece “şahsım devleti” siyaseti değildir. Aynı zamanda 20 yıllık Erdoğan iktidarı, siyasal İslamcılığın omurgasız ve tutarsızlığının da örneği olarak karşımızda duruyor. Her manevrayı deneyerek iktidarını sürdürmeye çalışan Erdoğan’ın seçimleri kurtarmaya çalışması yeterli olmayacak gibi. Erdoğan’a payanda olmaya çalışan “müesses düzen ya da vesayet rejimi” ise Erdoğan’ı tepeye oturtarak savaş tamtamlarını çalmaya başladı. Erdoğan yalpaladıkça tamtamlar çalmaya, seçim yaklaştıkça tamtamların sesi yükselmeye başlayacak gibi.

Önümüzdeki seçimler ise sermaye sınıfının ve emperyalist güçlerin çıkar ve yönelimleri ile sermaye devletinin güvenlik tercihlerinin bileşkesi olacaktır.

Ancak bununla birlikte bir kez daha vurgulamak gerekir ki, Erdoğan’ın siyasi çizgisindeki tutarsızlıklar, aynı zamanda siyasal İslamcılığın politik başarısızlığının ve başarısızlığının da teyididir.