Emperyalizm karşısında devlet

“Yetmez, ama evet” grubunun hükümetin yolunun açılmasında önemli rolü de salt AKP’ye değil, bu yolla ekonomiyi sömürmeye giren emperyalizme de yeşil ışık yakmıştır. Toplumsal kanaat önderleri ve akil olarak nitelenen zevat da siyasete verdikleri destek yoluyla bizzat emperyalizmi beslemişlerdir, beslemektedirler.

Gerek ekonomik gerek siyasal bağlamda bağımsızlığın önemi, taşların bağlandığı köpeklerin salındığı neoliberal dönemde daha da artmıştır. Zira uluslararası alanın başat güç merkezleri ulusal devlet yapılarını da teslim alarak tüm ekonomiye girebilmektedir. Bugünkü tartışmamızda emperyalizmin ulusların iç dinamiklerinde ne tür değişikliklere yol açtığını irdelemek istiyorum. Bu açılımı en iyi açıklayabilecek teorik yaklaşımı Pierre Bourdieu’da bulabiliriz.

Çözümlemeye başlarken, emperyalizmin zaman içinde gelişen araçları üzerinde kısaca durmak gerekmektedir. Söz konusu basamaklar emperyalizmin metastaz yayılım sürecinin açıklamasında önemlidir. Emperyalizmin, özellikle Rosa Luxemburg tipi yayılmasının günümüzdeki en belirgin yolu Washington Uzlaşması ile açılmıştır. Bu metin, birinci yönüyle, sermaye-devlet ilişkisini sermaye lehine oluşturarak, ulus-devlet yapılanmasının temelini sarsmıştır. Washington Uzlaşması, ikinci olarak da, ulus-devlet formunu parçalarken aynı süreçte sosyo-ekonomik yapılanmada toplumsal orta kesimi eriterek, toplumsal gelir dağılımını yüksek gelirliler lehine bozucu etki oluşturmuştur. Diğer bir deyişle, bir emperyalizm uygulama bildirgesi olarak Washington Uzlaşması salt ekonomiler arasında kaynak transferi yaratmakla kalmamakta, iç yapılanmada gelir dağılımını bozarak, siyasal dengeleri de sarsmaktadır.

Günümüzün emperyalist uygulamaları geçmişin salt ticaret akımlarından ileri düzeyde, faktör hareketlerine de kaydırılarak, sermaye ve teknoloji yoğun karmaşık sistemler içinde sürdürülmektedir. Günümüz emperyalizmi örtülü olduğu kadar, geçmiştekilerden çok daha teknik nitelikte yaşandığı için ülkeler arasında kaynak aktarım kapasitesi çok daha gelişmiştir. Bu durumda, emperyalist uygulamalarda gerek kolaylaştırıcı gerek bizzat uygulayıcı olarak siyasi yapının da devreye alınması gerekli olduğu kadar kaçınılmazdır da. Diğer bir deyişle, geçmişin ticari emperyalizmine karşın günümüzün sermaye hareketleri emperyalizminde devletlerin de çoğu koşulda aktif taraftar olarak devreye alınmasını gerektirmektedir. Şöyle ki, geçmişin ticari emperyalizminde koruyucu gümrük uygulamaları koyabilen devlet aygıtının aşılmasının güçlüğü günümüzün yönetişim uygulamasında söz konusu dahi edilmeyip, bizzat devletin taraf olarak emperyalist sermaye ile işbirliği yapması gündemdedir. Ülkemizde de yakından izlediğimiz yap-işlet-devret ya da kamu-özel ortaklığı gibi ekonomik görüntülü ulusal ve uluslararası sömürü uygulamaları, salt devlet aygıtının niteliğini ve işlevini değiştirmekle kalamamakta, aynı zamanda halkların sömürülmesinde ulusal devlet yapılarını da işbirliği konumuna çekebilmektedir.

Günümüz emperyalizminin ulusal devletleri de işbirliğine çekmesi sonucunda ulusal devletlerin sosyo-hukuksal konumları ve işlevlerinde değişimlere neden olmuş ve bu değişimler ulusal devletlerin ulusal niteliklerinin bir tür uluslar arası sömürücü sermaye ortaklığına dönüşmesine yol açmıştır. Günümüz uygulamalarını netleştirebilmek adına, modern demokrasilerde baskıcı ve yönlendirici devlet tahakkümüne karşın devlet-sermaye karşıtlığına dayalı demokrasi anlayışının geliştirildiğini hatırlayalım. Şöyle ki, devletin Hobbes tanımlı Leviathan gücüne karşın sermayenin ekonomik kaynakları elinde tutması burjuva demokrasi anlayışı bağlamında olumlu görülüyor ve bu görüşle, devlet aygıtının kamusal mülkten soyutlanması amacıyla özelleştirmelere alan açılıyordu. Bu süreci Bourdieu’nun üç sermaye tipi bağlamında açıklayacak olursak, denebilir ki, kamu erkine karşı ekonomik gücü temsil eden ekonomik sermaye sosyo-ekonomik sistemde denge sağlar. Toplumsal kültürel sermaye ise, toplumsal gelişmelerin devlet erki dışında organik gelişmelerle oluşacağı görüşü de demokrasinin ikinci ayağını oluşturarak bizzat kültürel sermayenin devlet baskısı dışında oluşumuna zemin hazırlar. Bourdieu’nun sosyal sermaye olarak nitelediği üçüncü güç odağı da yine kamu gücünü dengeleyici sosyal odak olarak devrededir. Bu görüşe göre, kamusal erkten bağımsız oluşan söz konusu üç sermaye türü bir yandan Hobbes’in Leviathan’ını kısıtlayıp bağlayarak ve denetleyerek halk ile devlet arasında dengenin sağlanmasına, diğer yandan da toplumun organik gelişmesinin sürdürülmesine olanak sağlar. Ancak Bourdieu tipi sermaye yapılanması, Marx-Althusser alt-yapı üst-yapı tanımlamasını genişletiyor olmasına karşın, neoliberal sistemin geliştirilmiş devlet-sermaye işbirliğinde sürdürülen emperyalist saldırıya karşı duramamaktadır. Bugün ülkemizde yaşanan ve altta yatan uluslararası temel dinamikler anlaşılmadan, mega yatırım projeleri, belirsizce Merkez Bankası kaynaklarının ani çöküşü ve hızla yükselen fiyatlar karşısında gelir dağılımının hızla bozulması ve orta gelir gruplarının giderek yoksulluk sınırına çekilmesi anlaşılamaz. Bu sürecin yaşama geçirilmesinde hem hükümet organının devletleşmesi, hem de Bourdieu modelinin ters-yüz edilerek uygulanışı devrededir.

Türkiye yapılanmasında AKP hükümetinin beşli sermaye kurması özel ekonomik sermayeye ortak olarak siyasi yapının da sermaye davranış kodlarıyla hareket etmesine yol açmaktadır. Örneğin, alt-yapı yatırımlarının kamusal yaklaşımla değil, özel ve ticari yaklaşımla gerçekleştirilmesine, devamlı inşaata yatırım yapılırken mesken sıkıntısının çekilmesine, şehir hastaneleri adıyla gösterişli binalar yapılırken sağlık hizmetlerinin giderek sıkışmasına vb gibi plansız görüntülerin oluşmasına tanıklık etmekteyiz. Bunların sebebi, üretici kaynakların kamucu anlayışla değil, kamusal kararlarla olmakla beraber piyasa ve ticari anlayışla devreye sokulmasıdır. Böylece muazzam harcamalara rağmen sosyo-ekonomik sorunlarda çözüm sağlanamadığı gibi, sorunların giderek büyümesi ile karşı karşıya kalmaktayız. Devletin ekonomi sermaye gücüne hâkimiyeti hemen tüm sorunların kısa süreli ve piyasacı çözümle ele alınmasına sebep olmakla kalmamakta, bunun da ötesinde, hizmet finansmanında eş-zamanlı çözümlerden zamanlararası çözümlere de uzanılarak gelecek nesillerin borçlandırılması yoluna gidilmektedir. Bu yolla oluşturulan bir tür nesiller arası sömürgeleştirme sürecinde devletin getiriyi garantileme gücüne dayalı hem ulusal hem de uluslararası sermayenin halklar üzerindeki ekonomik baskısı yoğunlaşmaktadır.

Sermayenin devlet aygıtını kamusal işlevlerinden uzaklaştırarak sömürü ajanlığına soyundurmasının irdelenmesi güçlü bir kültürel sermaye varlığını gerektirir. Her türlü güç odaklarından azade olarak analiz yapabilen kültürel sermaye dokusu oynanan oyunları çözümleyerek burjuva demokrasisine gerekli analiz tabanı oluşturabilir. Fakat böylesi oluşum hem sermaye ile işbirliği içindeki hükümet kanadını hem de bizzat sermaye çevresini rahatsız eder. Bu durumda kültürel sermaye üzerinde de sermaye-hükümet birlikteliğinin başat olması kaçınılmazdır. Son Boğaziçi Üniversitesi üzerinde kurulan baskı başta olmak üzere, eğitim kurumlarının eleştirel araştırmacı tipler yerine, skolâstik eğitim sisteminden geçmiş itaate hazır askerler yetiştirmenin mantığı da bir yönüyle emperyalizmin manevralarının perdelenmesine yöneliktir. Medyanın patronaj altına alınması ve sıkı şekilde denetlenmesi de projenin mütemmim cüzleri arasındadır.

Toplum üzerinde etkili olabilecek kanaat önderlerinden oluşan sosyal güç odaklarını temsil eden sosyal sermayeye hâkimiyet de yürünen yolların gizlenmesi için yaşamsal önemi haizdir. “Yetmez, ama evet” grubunun hükümetin yolunun açılmasında önemli rolü de salt AKP’ye değil, bu yolla ekonomiyi sömürmeye giren emperyalizme de yeşil ışık yakmıştır. Toplumsal kanaat önderleri ve akil olarak nitelenen zevat da siyasete verdikleri destek yoluyla bizzat emperyalizmi beslemişlerdir, beslemektedirler.

Ekonomik, kültürel ve sosyal olmak üzere toplumsal üç yaşam damarını baskılayarak yaygın siyasi güç oluşturan AKP iktidarı hükümet olmanın da ötesinde devlet katmanına yükselmiştir. Bundan dolayıdır ki, bir yandan ülke ekonomisi derin bir çöküş ve çaresizlik içinde seyreder, diğer yandan da çok önemli bir seçim dönemine girilirken hiçbir hedefin verilmediği ve gerekli araçların gösterilmediği basit bir rakamlar tablosunun Orta Vadeli Program olarak halkımıza sunulması rastlantısal değildir. Bourdieu’nun üçlü sermaye yapısını kavrayacak bir üçüncü şemsiye yapıyı siyaset sermayesi olarak tanımlarsak, AKP hükümeti izlediği sinsi politikalarıyla devlet katmanına yükselip, siyaset şemsiyesi altında toplumsal ekonomik sermayeyi, kültürel sermayeyi ve sosyal sermayeyi hâkimiyeti altına alarak emperyalizmin ekonomi üzerindeki hâkimiyetinde toplumsal cephede kamu yararı değil, emperyalist cephede sermaye yararı doğrultusunda hareket etmiştir, finansal operasyonlarda manevralarla hâlâ da etmektedir.

Emperyalizm, bağımlılık konusu ve yaşadığımız süreçler ülkelerin gelişmişlik durumuna ve merkezden uzaklığına bağlı olarak farklılık göstermekle beraber, kapitalist sistemin önlenemez devinimi sürecidir. Wallerstein yaklaşımı doğrultusunda, kapitalizmde siyasi erk ile sermaye erkinin iç içe olduğu görüşüyle, kapitalist sistem içinde kalınarak emperyalizm dışında kalmanın sistemin işleyiş sürecine aykırı olduğu açıktır. Zira emperyalizm kapitalizmin stepnesi değil, can damarıdır.