"Emekçi yüzyılı"

Cumhuriyetin 100 yıla yakın süren evresinde emekçi halk fırsatını bulduğu her anda siyasetin koordinatlarını sarsacak hamleler yaptı. Şimdi esas mesele bu fırsatı bugün yakalayıp yakalamayacağımızı tartışmaktan geçiyor. Önümüzdeki yüzyıl, başta Türkiye'de olmak üzere, bölgede de emekçilerin yüzyılı olabilecek mi?

Türkiye’nin kalbi bir kez daha bombaların hedefi haline geldi. Taksim’de gerçekleştirilen bombalı terör eylemi, toplumumuzu derinden sarstı. Medyada yer alan haberlere göre son 23 yılda Taksim’de bu gerçekleştirilen altıncı bombalı saldırı. Çok uzağa gitmeyelim, pek çok kişinin hafızasında 2015-16 yıllarında ülkenin dört bir yanında patlayan bombaların etkisi hala sürüyor.

2015-16 yıllarında “bombalarla şekillenen Türkiye”, siyasette bir kez daha benzer etkilere açık hale geldi. Bombaların şekillendirdiği siyaset, emekçi halkın daha edilgen hale geldiği, örgütsüzlüğünün perçinlendiği, “güçlü otorite” figürünün arandığı, manipülasyon ve korkunun baskın olduğu sonuçları doğuruyor. Şimdi söz konusu bu sonuçlar, bir kez daha kendini gösterecek mi göreceğiz. Ancak son 25 yılın sonuçları ortada. Bombaların etkisindeki siyaset, emekçilerin kendi kabuğuna çekildiği bir atmosfer yaratıyor. Emekçilerin geriye çekildiği her evrede, hem Türkiye’de, hem Dünya’nın diğer ülkelerinde aynı süreçleri ortaya çıkarıyor; siyasetin dar çevrelerin çıkarlarına sıkışması ve toplumsal ilerlemenin duraklaması.

Söz konusu duraklamanın ve yer yer gerilemenin etkilerini çok boyutlu bir şekilde yaşıyoruz. Bugün emperyalist sistemin yaşadığı krizin çok yanlı etkileri, emekçilerin dünyasında derin bir öfkeye yol açtığı biliniyor. 21.yüzyıl, şimdiden derin bir eşitsizliğin ve geleceksizliğin baskın olduğu bir dönem olduğunu kanıtladı. Ancak sisteme karşı biriken öfkenin siyasetin çeperlerinde toplandığı ve iktidara yönelmediği, iktidarı eleştirmek anlamında değil, açık. İkincil sorunlar ve bu sorunları besleyecek baskı mekanizmaları, siyasetteki bu çarpıklığı daha da besliyor. Dolayısıyla yukarıda söz ettiğimiz atmosferin etkileri de giderek artıyor.

Elbette bu etkinin sadece emekçi sınıfları etkilediği düşünülmesin. Ana siyasi unsurlar için çeşitlenen çıkarlar ve bunların kesişim kümeleri, daha fazla gücü merkezde toplamaya neden oluyor. Daralan siyasi mekanizmalar, toplumları da “ikna edici” bir hedefe yöneltmekte zorlanıyor. Soğuk Savaş ve sonrasında Batı dünyasının “hür dünya” masalları, bugün dolaysız bir çıkar çatışmasını tetikledi. Kimi zaman savaş arenasına taşınan bu çıkar çatışmaları, kalıcı olmayan dengeler ortaya çıkarıyor.

Özellikle bizimkisi gibi ülkelerde bu durum daha fazla etkili. Türkiye’nin son 20 yılına damgasını vuran tartışmalar yeni bir içerikle ancak daha az “inandırıcı” bir biçimde ortaya çıkıyor. Sonuçta toplumun geneli için “kısa vadeli çıkarlar” ile egemen sınıfın çıkarlarının kesiştiği bir ortalama meydana geliyor.

O nedenle siyasetin “yeni bir hikaye” yazması ancak eskinin atmosferinde filizleniyor. Tam da bu dönem başlayan “Cumhuriyet’in 100.yılı” tartışması da, şimdi böyle bir atmosferde şekillendiğini ifade etmek gerekiyor. İktidarın “Türkiye Yüzyılı” olarak açıkladığı “vizyon” ile muhalefetin ortaya attığı “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı” söylemi, tumturaklı sözleri toplumun önüne koyuyor. Söylemin köpürtüldüğü, projelerin havada uçuştuğu “Cumhuriyetin 100.yılı” tartışmaları sermaye düzeni nasıl şekillenecek sorusuna yanıt üretmeye çalışıyor.

İktidar açısından bu yanıt, başkanlık rejiminin yerli yerine oturması, kaybedilen siyasi desteğin yeni hedeflerle tekrar oluşturulması gibi içeriklere sahip. 20 yıllık siyasi yaşantısı boyunca “vesayet”, “başkanlık sistemi”, “istikrar” vs. gibi söylemlerle siyaseti belirleyen AKP şimdi yeni bir “kilit” söylem ortaya çıkarttı. Ancak bu söylemin siyasetteki kilitlenmeyi aşma şansı oldukça düşük. Zaman zaman Türk sağında görülen “Büyük Türkiye” söyleminin bir yenisini üreten iktidar, 20 yılın tüm yılgınlığını üzerinde taşıyor. Sermaye düzeni için kilit roller üstlenen AKP, bu sefer dar bir çevrenin çıkarlarının ağırlığının altında baskılanmış durumdadır. 20 yıllık iktidarın her türlü avantajını elinde tutan AKP, kısa vadeli hedeflerin etrafında dolanıp duruyor.

Bu durumun karşısında konumlanacağını iddia eden muhalefet ise, 20 yıllık dönüşümü kabul eden yeni bir açılım geliştirme çabasında. Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı söylemiyle, “demokratik” ve “dengeli” bir siyaset sözü veren muhalefet, ağırlığını da sağdan yana belirlemiş durumda. Sermaye düzeninin koordinatlarına dokunmama sözü veren muhalefet, “emekçisiz” bir çözüm arayışı içinde.

Sözü geçen iki bloğun dışında kalanlar için de durum çok farklı değil. Kürt siyasetinin kısa ve uzun vadeli çıkarlarının baskın olduğu bu blok için, “kilit siyasi aktör” olma hedefi dışında bir yönelim bulunmuyor. Üst üste yaşanan baskının bu siyasi çevre için bir alan daralması yaşattığı bugün biliniyor. Dolayısıyla bu çevre için esas belirleyici olan olgu yeni dönemde bu alan daralmasının kırılması ile yakından ilgilidir. İdeolojik koordinatlarında bir değişiklik yapmadan taktik bir açılım yapan Kürt siyaseti, iktidar ve muhalefetin “emekçisiz” çözüm arayışlarında, emekçileri sadece “dolgu malzemesi” olarak görmenin ötesine geçemiyor. Zaten kısa ve uzun vadeli hedefler de bunun da bir önemi kendileri için bulunmuyor.

Bu noktada bir sadeleşme şart. Kürt siyaseti bölmesi bir kenara bırakılacak olursa, her iki tarafında benzer bir düzlemde siyasi konum aldığı açık. Öte yandan, siyasette unutulan ise dünden bugüne gelen Türkiye’deki toplumsal ve siyasal ilerleme hedefleridir. Bu hedefler yakın zamanda ortaya çıkmadı. Son yüzyıla damgasını vuran hedefler, ilerleme, bağımsızlık ve kalkınma tartışmaları içinde sermayenin çıkarlarına terk edildi. Cumhuriyet’in ilk yüzyılı “sermayenin yüzyılı” oldu.

100 yıla yaklaşan Cumhuriyet deneyiminde şimdi yeni bir evre yaklaşıyor. Sermaye düzeni, çağdaşlaşma ve kalkınma tartışmalarından kendi konumunu güçlendirerek çıktı. Yeni dönemde ise “kendimi nasıl sağlama alırım?” sorusunun yanıtını vermeye çalışıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin yüzyılda kat ettiği mesafede emekçi halkın çıkar ve arzuları neredeyse tamamen unutulmuş durumda.

Hal böyle olunca Türkiye, Dünya’daki yaşanan girdabın içine çok daha kolay bir şekilde çekiliyor. Patlayan bombalar, emperyalizmin krizinin tetiklediği bitmeyen savaşlar ve çekişmeler, siyasetin bugünkü kısır döngüsünü yeniden üretiyor.

Ancak bu tabloya mahkum olmadığımızı biliyoruz. Cumhuriyetin 100 yıla yakın süren evresinde emekçi halk fırsatını bulduğu her anda siyasetin koordinatlarını sarsacak hamleler yaptı. Şimdi esas mesele bu fırsatı bugün yakalayıp yakalamayacağımızı tartışmaktan geçiyor. Önümüzdeki yüzyıl, başta Türkiye’de olmak üzere, bölgede de emekçilerin yüzyılı olabilecek mi?

Biz bu sorunun cevabını vermek, büyütmek için emekçi halkın siyaset sahnesine tüm görkemiyle girmesi için çalışmak zorundayız. Kısır döngüden ancak bu şekilde çıkılabilir.

O halde parolamızı açıklayalım; bu yüzyıl, “emekçi yüzyılı” olacak.

Böyle bir parola her şeyden ve her etkiden çok daha güçlüdür.

Şimdi bu gücü ortaya çıkarmanın zamanıdır.