'Devrimci muhafazakâr'ların vesayeti: İstibdat rejimi

Bugün AKP cenahının kendisi için icat ettiği kavram olan “devrimci muhafazakârlık” ya da “muhafazakâr devrimciler” aslında yirmi yıl boyunca kurdukları istibdat rejiminin perdelenme arayışından başka bir şey değildir. İstibdat rejiminin kodları ise bellidir: Sermaye diktatörlüğü, emperyalizme göbekten bağımlılık ve tam boy gericilik…

'Devrimci muhafazakâr'ların vesayeti: İstibdat rejimi

Neşe Deniz Babacan

AKP iktidarının bugünkü pozisyonunu ele almak gerektiğinde öncelikle işin iki yönünü belirginleştirmek önem taşımaktadır. Bunlardan birincisi, AKP’nin yirmi yıllık pozisyonunun yani “vesayete karşı mücadele” ile tarif edilen başlığın aslında sermaye düzeni içerisindeki bir kavganın ürünü olduğuna dair bir tespittir. İkincisi ise, vesayete karşı mücadele ettiğini iddia eden AKP’nin aslında kendi vesayet rejimini kurduğuna dair olan değerlendirmedir.
Bunların bileşkesine göz atmak gerekirse, ortada emperyalist sistem içerisinde Türkiye kapitalizminin geldiği nokta, bunun siyasal iktidar düzlemindeki boyutları ve ideolojik konumlanmaları ortaya çıkmaktadır.

AKP iktidarının son yirmi yıllık pratiğinin ürünü olarak niteleyebileceğimiz “istibdat rejimi” tam da bunların ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, bugünlere gelene kadar AKP’nin kendisinin karşısında gösterdiği ya da mücadele ettiği tüm kavramlar, öbekler, devlet içindeki odaklar ya da sermaye düzeni içindeki unsurların son tahlilde kapitalist sistemin birer parçası olduğunu unutmamak gerekmektedir.

Buradan çıkması gereken sonuç, meseleyi iki uca çekerek AKP’nin “vesayet odakları” olarak nitelediği unsurların tamamen AKP’nin kopyası olduğu ya da tersinden bu unsurların tarihten ve sınıflar mücadelesinden bağımsız “devrimci ya da ilerici” bir karaktere sahip oldukları değil elbette. O açıdan Türkiye’de son yirmi yılda kurulan rejim Türkiye’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm ile bir hesaplaşma içerisine girmiş, Osmanlıcı (ya da yeni Osmanlıcı) bir ideolojik temel üzerine yükselmiş ama aslında Türkiye’deki egemen sınıfa, burjuva sınıf diktatörlüğüne ve var olan kapitalist üretim tarzına dokunmadan amaçlarına ulaşmaya çalışmıştır.

Ortaya çıkan sonuç ise bellidir. Türkiye’de devlet, ordu, bürokrasi, yargı, siyasi iktidar vb… üst yapı kurumları üzerinden verilen kavga sonucunda ideolojik olarak Kemalizme karşı Osmanlıcı, İslâmcı ve Türk-İslâm sentezinin yeni bir versiyonu gelmiştir. Bu durumun çelişkisi ise şu şekilde okunmalıdır: Siyasal İslâmcı hareket açısından Türkiye’nin temel sorununun “demokrasi eksikliği”, genelde toplumun özelde ise “Müslümanların” baskı altında olduğu ortaya atılarak “vesayet odaklarına” karşı bir mücadele yürütülmüştü. Bugüne gelindiği zaman, sadece objektif bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda bile ortada yeni tipte bir vesayet rejiminin kurulduğunu artık İslâmcı cenahın bile çeşitli kesimlerinin görüyor ve dillendiriyor olması tesadüf olarak görülmemelidir. AKP’nin kurduğu yeni rejimin ve bunun baskıcı karakterinin, yargıyı sopa olarak kullanmasının, laikliğin tasfiyesinin, 1923 Cumhuriyet değerlerinin karşıya alınmasının, bunların hepsinin Başkanlık sisteminde temsil ediliyor olmasının pratik sonucu adlı adınca istibdat rejiminin şekillenmesi olmuştur.

AKP SERMAYE DİKTATÖRLÜĞÜNÜN BİR PARÇASIDIR

Başkanlık sistemi ile birlikte ortaya çıkan tek adam yönetiminin ve parlamentonun önemsiz hale gelmesinin, siyasal alanda “otokratik rejimlere ve diktatörlüğe” karşı mücadele gibi bir alanı açıyor olmasının oturduğu bir zemin bulunuyor. Ancak bununla birlikte, AKP iktidarının ve tek adam yönetimi ile birlikte cisimleşen istibdat rejiminin bir burjuva sınıf diktatörlüğünün parçası olduğunu öncelikle birinci sıraya yazmak gerekmektedir. Dolayısıyla AKP iktidarına, istibdat rejimine ya da tek adam yönetimine karşı verilecek mücadele özünde sermaye iktidarına karşı verilecek mücadele ile eşdeğer tutulmalıdır.

Benzeri şekilde, önceki dönem siyasi iktidarın “daha demokrat” olduğunu iddia etmek de doğru bir arayış değil. Üzerine vurgu yapılması gereken nokta meselenin burjuva demokrasisinin alanı içerisinde ele alındığı sürece sermayenin çıkarları, liberalizmin yönelimleri ve emperyalizmin Türkiye’ye dönük politikalarının kırılmasının olanaksız olduğudur.

Bugünlere de aynen bunlar aracılığı ile gelindiğini unutmamak gerekiyor. Son yirmi yılın şekillenmesinde Türkiye burjuvazisinin çorbada tuzu olduğunu görmezden gelebilir miyiz? Özelleştirmelerden faydalanan da, vergi aflarından nemalanan da, kârlarına kâr katan da, sosyal devletin tasfiyesinden çıkarı olan da, başkanlık sistemini isteyen ve hatta Tayyip Erdoğan’ı “iyi bir başkan adayı” olarak gören de hep onlardı. Bugün laiklik ve Cumhuriyet için timsah gözyaşları döktüklerine aldanmayalım. AKP iktidara gelirken destekleyenler, “daha fazla demokrasi” için bağımsızlık ve laiklikten vazgeçenler Türkiye’deki patron sınıfıydı.

İkinci olarak, AKP’nin sadece sağ liberal İslâmcı bir ideolojik noktadan beslendiğini iddia etmek yetersiz kalır. Bu noktada Türkiye’de kırk yıldan fazla süredir önce “yeni sol” iddiasıyla yola çıkıp, zamanla “sol liberal”, adım adım “yetmez ama evet” çizgisine gelen liberaller yeni Osmanlıcılığın ana ideolojik gıdalarından birini vermişlerdir. Buradaki çizgi bellidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile hesaplaşma, bağımsızlık ve laikliğin tasfiyesi, vesayete karşı İslâmcı hareketin koçbaşı olarak kullanılması, Kürt hareketinin ve solun bir kesiminin yedeğe alınması liberallerin ana akım siyasal yönelimidir.

Liberallerin ana yaklaşımı elbette emperyalizmin dünyada ve özellikle Ortadoğu’daki yaklaşımları ile paralel ve uyumlu görülmelidir. Sermaye düzenine ve burjuvaziye tek laf etmeden, özellikle iki kutuplu dünya konjonktürünün ortaya çıkarmış olduğu yapılar ile hesaplaşma neo liberalizmin de ana argümanı olarak gündeme gelmiştir.
Varılan nokta açıktır. Özelleştirme, yağma ve talan düzeninin kurulmasında, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında, laikliğin tasfiyesi süreçlerinde sermaye, AKP ve liberaller arasında uyum ve paralellik olduğu aşikârdır. Son tahlilde bunların üst belirleyeni olarak emperyalizmin rol alması ise şaşırtıcı görülmemelidir.

“DEVRİMCİ MUHAFAZAKÂRLAR” DEMOKRAT OLABİLİR Mİ?

Öncelikle muhafazakârların devrimci olamayacağını not etmek gerekir. AKP güncel olarak, kurduğu istibdat rejimini perdelemek için bu söyleme sarılmış görünüyor. Bugüne kadar demokrasi havarisi olarak ortalıkta dolaşan ama özünde sermaye diktatörlüğünün konsolidasyonundan başka bir iş yapmayan AKP’nin bu söylemi büyük bir aldatmacadır. Hatta İslâmcı iktidarın burjuva anlamda bile demokrat olmak gibi bir niyeti de şansı da bulunmuyor. Tersi geçerlidir, istibdat rejimi faşizan bir karaktere sahiptir.

İşçi sınıfının güncel durumuna göz attığımızda bile bunu görmek mümkündür. Sermaye karşısında emekçilerin bütün haklarının tırpanlanması, ekonomik kriz vesilesiyle işsizlik ve yoksulluğun zirve yapması, işçilerin en ufak kıpırdanmasında dahi grev yasaklarının gündeme gelmesi, Türkiye’nin emperyalizmin boyunduruğuna daha fazla girmesi, holdingleşen tarikatların devlet yönetimine yerleşmesi, yargının iktidarın sopası haline gelmesi, mafya ve çetelerin sermaye düzeni içerisindeki pozisyonları şu ana kadar bahsettiklerimizin ana bileşenleri olarak görülmelidir.

Ülkemizdeki temel sorun hiçbir zaman vesayet olmadı. Temel sorun her zaman için Türkiye’de eşitsizlikler üzerinde yükselen sömürü düzeni ve emperyalizme olan bağımlılık idi. Bunları görmezden gelen her anlayış, “demokrasi, özgürlükler ve Kemalizmle hesaplaşma” adına AKP eliyle kurulan Osmanlıcı istibdat rejimine kan taşımıştır. AKP iktidarı sayesinde “eski rejim” tasfiye olurken, burjuva sınıf diktatörlüğü zayıflamamıştır. AKP iktidarı tam da böylesi bir zemin üzerinde demokratlık oynamayı bıraktığını söylemekte, baskı ve zulmü halka “devrimcilik” olarak yutturmaya çalışmaktadır.

Bugün, günah çıkaranlar ya da timsah gözyaşları dökenlerin istibdat rejiminin şekillenmesindeki paylarını unutmayalım dedik. Şimdi gelecekte ise bu rejimin restorasyonu üzerinden siyaset yapanların kapitalist yoldan ve emperyalizmin çıkarlarından başka bir yönelime girmesi mümkün görünmüyor. O yüzden, istibdat rejimine karşı mücadele emperyalizme, sermayeye, liberalizme ve sömürüye karşı mücadelede anlam kazanıyor. Devrimci ve hatta demokrat olmanın temel kriterleri bu mücadele başlıkları üzerinden şekilleniyor. Onun için yeni bir cumhuriyet, emekçilerin, bağımsız, laik cumhuriyeti için mücadeleyi yükseltmek gerekmektedir.