Boşanmalar artıyor

Toplum olarak artık toplumun bekası açısından kız çocuklarına yönelik haksızlıklara ve hukuksuzluğa sessiz kalınamayacağı gerçeğini içselleştirmeliyiz. Ancak kadın haklarının, toplumsal kazanımların korunması ve ileri düzeye taşınması amacıyla yürütülen mücadeleler, öncelikle bir ilkenin savunulması olarak görülmelidir.

Boşanmalar artıyor

Tülin Tankut

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) araştırmalarına göre, 8 milyara ulaşan dünya nüfusu küresel düzeyde azalış gösteriyor. Doğurganlık oranı Afrika ve Asya’nın bazı bölgelerinde artarken Güney Avrupa ve Doğu Asya’da azalıyor. Doğum oranlarındaki düşüşle   boşanma oranlarındaki artışın bölgelere göre farklı nedenleri olmakla birlikte araştırmalara göre, evli çiftlerin evlilik dışı sanal ilişkiler kurmaları ve sosyal medya bağımlılığı da artık boşanma nedeni sayılıyor.

Sosyal medyanın iddia edildiği gibi özgür, özerk bir platform olarak kullanılamayacağı süreç içerisinde ortaya çıktı. Davranış manipülasyonları yapılarak kullanıcılar üzerinde olumsuz etkiler bıraktığı saptandı. Dahası sık sık yapılan şikayetlerle toplumdaki ahlâki çöküntünün başlıca nedeni olarak kınanıyor. Cinsellik vurgusu olan videoların gençlere kötü örnek olduğu vurgulanıyor. Özellikle son dönemde popülerleşen TikTok, denetimsiz kullanımı yüzünden şimşekleri üzerine çekiyor. Ülkemizde TikTok kullanıcısı sayısı 28 milyonu geçmiş!  Bu tür gelip geçici modaların bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde geriye bıraktığı tahribat elbette ki büyük olacaktır. Aslında böylesine kapsamlı ve polemiğe açık bir konu uzmanların alanına girer; ama her şeyin göz önünde gerçekleşmesi, sosyal medya kullanımının giderek yaygınlaşması, bize de gözlemlerimize dayanarak yorum yapabilme fırsatı veriyor.

Ülkemize bakarsak; sosyal medya kullanım yaşı düştü. Sanal dünyaya duyulan merak, ilgi, kırsal kesime kadar ulaştı, özellikle gençlerin yaşam tarzlarını etkilemeye başladı. Bu arada cinsellik algısı değişti.  Bilindiği gibi, cinsellikte can alıcı noktanın üreme oluşu evrensellik kazanmıştır; toplumu ayakta tutmak için nüfusun denetlenmesi gerektiğinden bir devlet sorunu olagelmiş ve cinsellik evlilik içindeki yasallıkla sınırlandırılmıştır, ki bu da kadının cinsel haz alma hakkının sınırsız olmadığına delalet eder. Kadınların doğurganlıkları nedeniyle temel işlevleri soyun, ailenin, malların aktarımını sağlayan üreme işlevleridir. Bir başka deyişle kadının cinselliği toplumsal cinsiyet rolüyle özdeşleşmiştir.

Ancak kadınların cep telefonuyla tanışması yaşamlarını değiştirdi. Kadınlara iş bulma olanağını artırma gibi kolaylıklar sağlarken interneti, sosyal medyayı kullananların sayısı arttı. Bilgiye ulaşmak kolaylaştı. Sesli ve görüntülü konuşma olanağı, deyim yerindeyse iştah kabartıyordu.  Öte yandan aile kurumu hukuksal denetime kapalıyken, aile içindeki cinsiyet ayrımcılığının yol açtığı, şiddetle sonuçlanabilen anlaşmazlıklar, kadın hareketinin çabalarıyla ortaya çıkarıldı, hatırlanacağı üzere cinsiyetçi yasa maddeleri yeniden düzenlendi. Süreç içerisinde de kadın, erkek arasında eşitlik düşüncesi yaygınlaştı.

Aynı süreçte toplumdaki Batı kültürüne duyulan hayranlığının devamı olarak, ânı yaşama felsefesinin, değişiklik peşinde koşmanın ve hızlı yaşama temposunun sonuçları, cinsler arası ilişkilere de damgasını vurdu. En başta bencillikle özgürlük birbirine karıştırıldı. Romantizm suni teneffüsle yaşatılmaya çalışılıyor, ilişkiler uzun ömürlü olamıyor, sanal eşlerle kurulan evlilikler gerçek yaşama dönülünce dengeler bozulduğundan   pek yürümüyor.  Erken evlilik, kendi kendini yönetebilme olgunluğuna erişememiş, arzularını dizginlemeyi beceremeyen gençleri düş kırıklığına uğratırken çocuk yetiştirme yükümlülüğünü üzerine alamayanların rastgele çocuk sahibi olmaları, gelecek kuşakların yetiştirilmeleri bakımından   toplumsal bir sorun olmaya doğru gidişin sinyallerini veriyor.

İleri teknolojiden önceki dönemlerde toplumumuzda aile, eğitim kurumları ve mahalle baskısı     toplumsal denetim araçları olarak işlevselliğe sahipti; ama artık eski güçlerini korumakta zorlanıyorlar. Hukuki yaptırımların yeterince uygulanmaması da ilişkilerin başı boş yaşanmasını körüklüyor. Örneğin yasalara göre, dini nikahın, resmi nikahtan sonra kıyılması gerekir ama din görevlilerinin yasaya ne derece uydukları kuşkulu. Boşanmaların zorlaşması; tarikat, cemaat v.b. dini yapıların etkisi de din nikaha yönelişi özendiriyor. Gün geçtikçe tuhaf kadın- erkek birlikteliği hikayeleri çıkıyor ortaya. Resmi nikahlıyken başkalarıyla dini nikah yapılarak aile kuruluyor. İşin düşündürücü yanı; hayat pahalılığı, işsizlik, aile içi şiddetin tırmanması, erkeğin başka kadınlarla birlikte olması v.b. nedenlerin    en alt düzeyde yaşamaya yazgılı kıldığı kadınları, denize düşen yılana sarılır misali, “kurtarıcı” bir erkek aramaya zorlaması.  Olan çocuklara oluyor. Kimlik çıkartılırken sorunlar yaşanıyor; iki arada bir derede kalmaktan psikolojileri bozuluyor, güven duyguları zedeleniyor, aile anlaşmazlıkları okul yaşamlarını etkiliyor.  Uzaklaştırma, darp raporu, DNA testi ve babalık davaları, çocukların geçici velayeti v.b. kavramlar gündelik yaşamın sıradanlıklarına dönüştü artık.  Evden kaçan kızların beklentisi de evli olanlardan farklı değil: “Erkek bana sahip çıksın.” Çocukluğundan beri itaat etmeye programlanmış ama artık geleneksel cinsel ahlak kurallarını çiğnemede bir beis görmüyor. İşin içine para meseleleri girince ilişkilerde yozlaşma suç işleme boyutuna bile varabiliyor.

İnsanları özgür iradeleriyle seçmedikleri bir yaşamdan sorumlu tutmaksa haksızlık değil midir?

Genç kızların evliliğe teşvik edilmesi, gençliğini yaşayamadan evlendirilmesi, kendisi daha çocukken çoluk çocuğa karışması küresel bir sorun haline geldi. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) 2021 Dünya Nüfus Raporu Afrika, Asya, Avrupa, Latin Amerika ülkelerinde yapılan araştırmalarda kız çocuklarının cinsiyet ayrımcılığından ötürü uğradıkları mağduriyeti çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Otuzdan fazla ülkede kadınların evden dışarı çıkmaları bile sınırlandırılmış; kendi bedenleri üzerinde söz hakkına sahip değiller; gebeliği önleme yöntemlerini kullanma kararını kendileri veremiyorlar. Ama salt erkeğin iradesiyle dünyaya gelmiş çok sayıdaki çocuğa annelik etmeleri, annelik kimliğinin hakkını vermeleri onlardan bekleniyor. Sonuç?  “Bu terazi bu sıkleti çekmez” hesabı, spontane olarak toplumsal değerleri sonuna kadar çiğnemekten imtina etmeyen “aykırı” kadın tipleri ortaya çıkıyor; ki örneklerine bizde de rastlıyoruz.  On beş yaşında evlendirilip eşinin isteğiyle dört çocuk doğuran yirmi üç yaşındaki genç kadının, sosyal medyada tanıştığı on beş yaşındaki bir erkek çocuğuna kaçma hikayesi ana akım medyanın da gündeminde yer almıştı. On beşindeki özlemleri içinde kaldığı ve yirmi üçüne taşındığı için onu yargılarken biraz insaflı olmak gerekmez mi? On beş yaşındaki çocuk bedenini tanır mı? Cinsiyet hormonları, doğum kontrol yöntemleri hakkında ne bilir? Cinsel eğitimden de geçmemiştir. Kendisini yetiştiren kuşağınsa yetiştiriliş tarzı nedeniyle cinsellik hep utanılacak bir şey olarak zihinlerine kazındığından cinsel perhize bağışıklık kazanmıştır,” küresel kuşağın” halinden anlamaz.

Kendisine dayatılan yaşamı kim ister? Kişi kendini geliştirmek için gerekli doğal ortamdan yoksun bırakılması sonucu, başına iş açabilecek spontan davranışlara yönelebiliyor; kimisi psikolojik rahatsızlıklara davetiye çıkarıyor, içine kapanıyor, en kötüsü de seçimlerini yaşamıyla ödüyor.  Oysa çağımızda her ne kadar eşitlik ilkesi gözetilmese de bireyin yaşamına kendisinin yön verebileceği koşulları, dünya genelinde, her ülkenin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak, sağlayabilecek kurumlar mevcuttur. Nasıl ki kültürle şiddeti yok etmek eşitsizlikler üzerine kurulu kapitalist sistemde ortadan kaldırmak değil ama dizginleyebilmek olasılığı bulunuyorsa, başta sosyal medya olmak üzere, küresel kültürün kitleler üzerindeki manipülatif etkisine direnmek de bilinçlenmekle mümkün görünüyor. Uzmanların da vurguladığı gibi, sosyal medya bağımlılığı; eğitim eksikliği, işsizlik, aile ve çevre baskısı, madde kullanımı, mutsuzluk, umutsuzluk v.b. nedenler yüzünden oluşmuştur; dolayısıyla eğitime ağırlık verilmesi, anaokulundan, öğretmen ve ebeveynden, hukukçu ve güvenlik güçlerine, toplum geneline medya –okur yazarlığının yaygınlaştırılması zorunlu hale gelmiştir.

Kişinin yaşama karşı bakış açısını değiştirmesi, yaşamdan beklentilerini de değiştirecektir. Bugün toplum olarak gençlerimiz için eğitim sisteminin teknolojik devrimlere uygun ders programlarıyla yeniden düzenlenmesi ve kadınların eğitimde ve iş yaşamında ileri teknolojiden eşit oranda yararlanabilmeleri konusuna odaklanmamız gerekirken, hâlâ yürürlükte olan cinsiyetçi eğitimden kurtulamamış olmanın sancılarını yaşıyoruz.

Toplum olarak artık toplumun bekası açısından kız çocuklarına yönelik haksızlıklara ve hukuksuzluğa sessiz kalınamayacağı gerçeğini içselleştirmeliyiz. Ancak kadın haklarının, toplumsal kazanımların korunması ve ileri düzeye taşınması amacıyla yürütülen mücadeleler, öncelikle bir ilkenin savunulması olarak görülmelidir. Örneğin, laiklik ilkesinin tanınmasından hareketle her türden ayrımcılığa karşı verilen mücadele, önünde sonunda amacına ulaşır. Cinsiyet ayrımcılığına karşı da laiklikten ödün vermeyen, cinsiyet eşitlikçi; kadın örgütleri, sol çevrelerin gençlik ve kadın  kolları; eğitim, hukuk çevreleri ve sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle yol alınabilir ancak.