Bitiş çizgisi

Bu noktada kurulacak bir güçbirliğinin sözünü ettiğimiz koşuyu daha güçlü yapılmasını sağlayacağı aşikar. Dahası, eğer bu tuhaf maraton sona erecekse bitiş çizgisini kendimiz belirlememiz gerekecek.

Türkiye’de siyaset uzun bir süredir bir maratonu andırıyor. Her siyasi aktörün uzun mesafe koşucusu gibi davrandığı Türkiye siyasetinde, AKP’li yılların maratonu oldukça uzun sürmüş durumda. Bu uzunluğun sonucunda koşucularda derman kalmadığı gibi, yarışın izleyicisi konumunda yer alan emekçiler de maratonun bu kadar uzun sürmesinden ötürü “endişe” duyuyor.

Herkes gözünü bitiş çizgisine çevirmiş durumda. Bitiş çizgisi, iyi ya da kötü anlamda, yaklaşıyor. Gerçekten de 20 yıllık AKP iktidarı, uzun bir maratonu andırıyor. Beklenenden uzun süren bu maraton, gelecek açısından birçok sonucu da doğurmuş durumda. Önümüzdeki süreçte eğer yeni bir yarış başlarsa, bu kadar uzun bir maratonla karşı karşıya kalmayacağımız aşikar. Önümüzde daha kısa soluklu, “bayrak yarışı” formatlı koşular bulunuyor. Bu noktada, bayrak yarışının önemli bir özelliğini açmak lazım. Bayrağı teslim alanın ya da bir başka deyişle iktidarı ele alacak yeni unsurların, bir kopuşu temsil etmeyeceği çok açık. Gene de geleceği tartışmadan önce 20 yıllık maratona dönüp baktığımızda kimleri görüyoruz, biraz yakından inceleyelim.

Maraton esnasında pek çok koşucu, siz bunu siyasi aktör olarak okuyun, nefesi yetmeyerek havlu attı. Üstelik bu aktörlerin kimi uzun yılların “koşucusu” olarak bilinmelerine karşın havlu atmaları önemli bir veri. Kimisi “eski şampiyon” ama güçten düşmüş, kimisi “medyanın” ve “simsarların” abartması da olsa, havlu attılar. Üstelik “simsarların”, siz bunu emperyalizm olarak okuyun, desteklediği bu çok “parlak” siyasi aktörlerin bazıları “kural dışı” hareketler de bulunmasına rağmen havlu attılar. Demek ki bu uzun maratonda “kural dışı” davranmak için bile idmanlı olmak, “hakemleri” yanına almak gerekiyor. Koşmaya devam eden, geri kalan aktörler için ise bitiş çizgisinin sonunda alacakları “madalyalar” şu an için tek mesele. Maratonun bugüne kadar neden bu kadar çok kural değiştirdiğinin tartışılması ise hiçbir aktör için söz konusu değil. Bu koşulların altında izleyicilerin ne durumda olduğunu da incelemek iyi olabilir. Şimdilik izleyiciler için “ben de koşabilir miyim?” sorusu henüz dillendirilmiyor.

“Türkiye siyaseti” isimli bu uzun koşunun başında AKP-MHP ikilisi geliyor. AKP-MHP ikilisi için maratonun öyle ya da böyle sürmesi gerekmektedir. “Önde kalmak” bu ikili için varlık sebebi haline dönüşmüş olsa da, ortada bir kısır döngü yok. Çünkü bu ikilinin varlığı, aynı zamanda son 20 yıllık maratonun da çıkış noktası. Elbette bu ikili “yerden biterek” ortaya çıkmadı. AKP-MHP ikilisini meydana getiren tarihsel koşullar ve sınıfsal ihtiyaçlar işin tam ortasındadır. Ancak söz konusu koşunun son haliyse, bu ikili için “iktidarda kalmak” dışında bir koşul şu anda bulunmuyor. Bunun için ise kuralların sürekli değiştirilmesi ve yeni koşulların iktidarın devamlılığı için sağlanması gerekmektedir. Ancak buna rağmen işler sarpa sarmaktadır. Koşunun kuralları sürekli değiştirilip diğer aktörler için “haksız durumlar” yaratılsa da, AKP-MHP ikilisi için bitiş çizgisini ileriye çekmek dışında başka bir şans kalmamış gibi. AKP-MHP ikilisi hakemlerin kendinden yana olduğunu biliyor, kural kitabının da… Ancak “federasyonun”, siz bunu sermaye sınıfı olarak okuyun, kendinden yana olup olmadığı konusunda şüpheleri var. Gene de “gösteri devam edecekse”, bu ikili kendini alternatifsiz görüyor.

Muhalefet açısından ise son düzlüğe girildiği artık tartışmasız. Gerçi bu yarış sonrasında yeni bir yarış kendilerini bekleyecek. Yeni yarış başladığında ise “kurallar” gene esnek olacak. Öte yandan, bu durum muhalefet için şimdilik önemsiz bir ayrıntıdır. Önemli olan şey, yarışın sonunu getirmek ve bu uzun maratonun bir bayrak yarışına dönmesidir. Muhalefetin teknik ekibi, yarışın sonu için tek bir plan yapmıştır: yarışın sonu gelir ve bitiş çizgisinden muhalefet önde bitirirse, hakemleri ve federasyonu ikna etmek “kolay” olacaktır. Bu hesaba göre madalyayı kazandıktan sonra kim çıkıp “sen kazanmadın” diyebilir ki? Muhalefetin en büyük beklentisi bu olsa da,bitiş çizgisinin yerinin değiştirilmesi bir olasılık olarak önümüzde durmaktadır. O zaman ne yapılacaktır? Kimse şimdilik bu sorunun cevabını aramıyor. Açıkçası aramakta istemiyor, çünkü muhalefetin teknik ekibinin bir “yedek planı” yoktur. Ancak her bir unsurun tek tek “kendi planı” vardır.

Sözünü ettiğimiz ayrı planları biraz açmak gerekiyor. “Altılı masa” ismiyle anılan takımın sonradan eklenen koşucuları, “bayrak yarışında” kendilerini avantajlı görmektedir. DEVA ve Gelecek isimli koşucular, federasyonun ve hakemlerin kendilerinden yana döneceğinden oldukça emin. Eğer bitiş çizgisi uzar, bayrak yarışı başlamazsa dahi bu unsurlar kendilerine yardımcı olacaktır. İYİ Parti için ise “dar koridor” geride kalmıştır. Yarış bitse de, bitmese de İYİ Parti’nin varlık sorunu ortadan kalkmış, “değerli bir oyuncu” haline gelmiştir. Eğer şimdiki takım başarısızlığa uğrarsa, mutlaka “yeni takımlara” yelken açılacak bir transfer politikası bulunmaktadır. Sözünü ettiğimiz bu ayrı planlar belli ki, herkesin kafasının arkasında yer etmektedir. Şu andaki koşunun performansını da biraz arka planda işleyen bu işlemlerin ağırlığı belirleyecektir.

Sözünü ettiğimiz aktörlerin dışında kalan bir diğer “uzun koşucu” Kürt siyaseti ise şimdilik sadece tanınma peşinde. Eğer federasyon ve hakemler kendilerini tanırsa, yarışmaktan vazgeçebilirler. Ancak bu şimdilik uzak bir ihtimal, o yüzden “bu koşuda ben de varım” demek dışında bir şanslarının olduklarını düşünmüyorlar. Yarışın sonu “foto finiş” ile sona erirse, kimin kazandığı noktasında belirleyici rol üstlenmek gibi bir stratejisi bulunan Kürt siyasetinin, yakın zamanda bir çıkış yaparak “kararını açıklaması” olasıdır.

Yarışın sona kalan yarışmacısı ise, solun kendisi. Ancak bir şey var ki; sol açısından bu maratonun kendisi “baştan” hatalı. Bu koşuda kendine yer bulamayan milyonlarca emekçinin, “izleyici” konumunda yer alması sol açısından büyük bir problem. Elbette maraton uzayıp, iktidar tarafı kör göze parmak işler yaptıkça, emekçiler arasında yarışmanın sorgulanması giderek artıyor. Ancak şimdilik bu “stadyumu terk edebilenler” kendilerine başka stadyumlardan koltuk aramaya çalışıyor. Geriye kalanlar ise koşuya dair ilgisi giderek azalıyor. Halbuki yapılması gereken şey, bu tuhaf yarışın sona ermesi değil midir?

Şimdi önümüzde böyle bir seçenek bulunmaktadır. Bitiş çizgisi yaklaştıkça, önümüzdeki bu seçenek giderek belirginleşmektedir. Solun önündeki görev, bu koşuyu daha güçlü bir biçimde sürdürmekten geçiyor. Bu noktada kurulacak bir güçbirliğinin sözünü ettiğimiz koşuyu daha güçlü yapılmasını sağlayacağı aşikar. Dahası, eğer bu tuhaf maraton sona erecekse bitiş çizgisini kendimiz belirlememiz gerekecek. Elbette bunun da nasıl yapılacağına ilişkin ayrıntılı bir yanıt üretmek gerekiyor. Madde madde gitmek gerekirse;

Bir: Milyonlarca emekçinin bu tuhaf yarışta her gün daha fazla oyunu sorguladığı ve hep birlikte izleyici olmaktan koşucu olmaya karar verdiği andan geçiyoruz. Bu sorgulamanın uzun erimli bir koşuya dönüşmesi, sözünü ettiğimiz bu tuhaf maratonun da sonunu getirecektir. Bunun için ise sonu belli olmayan “harekete geçin” çağrısından fazlasına ihtiyaç var. Bir kez daha siyasetin zorlu yollarına başvuracağız. İlkelerimizi siyasetin ana unsuru haline dönüştürmek, programatik bir arayışı her geçen gün daha fazla tartıştırmak zorundayız.

İki: Programatik çerçeveyi örgütlü bir mücadeleye çevirmek ise kuşkusuz “bağımsız” hareket yetisiyle mümkündür. Bu bağımsızlığı kimileri “seyirci kalmak” olarak düşünüyor olabilir. Bunun önemsiz bir eleştiri olduğunu ifade etmek gerekiyor. Çünkü kuşkusuz bağımsız hareket etme yeteneği, solun uzun maratonda ayrı bir koşucu unsuru olduğunun kanıtıdır. Koşucu olmaktan vazgeçip başka bir takıma transfer olmak isteyenler bunu “siyaset” olarak görüyorlarsa, bunun siyaset değil, pazarlık olduğu bilinmelidir. Bizim pazarlığa değil, koşuyu tamamlayacak iyi bir idmana ihtiyacımız bulunmaktadır.

Üç: Sözünü ettiğimiz bağımsız hareket etme yeteneği ise “aman sakatlanır mıyım?” endişesiyle kazanılması mümkün değildir. O nedenle solun önüne çıkan güçbirliği fırsatı bu anlamda iyi kullanılmalı ve titrek siyasi duruşun gölgesinden kurartılması gerekmektedir. Bu anlamda, bize düşen görev bu titrekliği ve kararsızlığı ortadan kaldırmaktır. bu anlamıyla hazırız ve üzerimize düşen tarihsel görevi yerine getirerek “bu uzun maratonun” bitiş çizgisini belirleyeceğiz.