Bakmak, görmek

Demek ki, herkes bakar, bazıları görür, ama donanımlı olanlar daha iyi görür, yani açıklamaya çalışır. İkincisi, görmek, açıklamak yetmez; Wegener’in yaptığı gibi gördüğünü yeni bulgularla destekleme azmi gerekir. Yoksa gördüğünüzü sadece kendiniz bilirsiniz.

Halâ var mıdır bilmiyorum, eskiden ilkokul üçüncü veya dördüncü sınıfta bu isimle bir konu işlenirdi. O zamanlar buna bir anlam yüklemiş miydim anımsamıyorum ama sonradan karşılaştığım ‘bakar kör’ kavramı ve bu tanıma uygun kişiler, konunun önemini bana öğretti.

Şu anda, bu yazıyı okurken kafanızı kaldırıp şöyle bir etrafınıza bakın. Çok farklı yerlerde olabilirsiniz; evde, bir araç içerisinde veya bir bahçede. Hiç fark etmez, baktığımız yerlerin ortak noktası, çok sayıda bulunmayı bekleyen bilimsel gelişmeyi içermesidir. Son cümlede birinci çoğul kişiye geçmemin nedeni, size bunları söylerken benim de çevreme bakıp- denize bakıyorum- “çok güzel”den öteye bir şey söyleyemem. Yani görmüyorum. Eminim, burada iki bin yıl önce benim yerimde oturan Kilizman’lı da, hadi onu geçtim, doksan yıl önceki Kızılbahçe’li de benim gibi sadece “çok güzel” diyordu. Halbuki ne çok şey aydınlatıldı aradan geçen sürede bu görme alanı içerisinde.
İyi bilim insanı görebilen kişidir. Tıpkı Alfred Lothar Wegener gibi. Wegener, 1880 doğumu bir Alman bilimci. Gökbilim, meteoroloji ve yer bilim çalışma alanları. Pek çok buluşu olmasına karşın, bilime en büyük katkısı ‘kıtalararası kayma’ düşüncesi olmuştur. Kurduğu model hem yerkürenin evrimini hem de depremleri açıklamakta önemli bir sıçrama sağlamıştır. Bugünkü levha tektoniği teorisinin temelini Wegener’in düşünceleri oluşturmaktadır.
Herkes dünya haritasına bakar. Ancak Wegener’in dikkatini kıtaların birbirlerine komşu olan yüzlerinin birbirlerinin negatifleri gibi durduğu çeker. Özellikle Güney Amerika’nın doğu, Afrika’nın batı yüzleri sanki bir yapbozun parçaları gibi uyumlu durmaktadır. Wegener bunun bir rastlantı olmadığını düşünür ve ayrıntılı bir çalışma içine girer. Özetle karşı kıyılardaki fosillerin, aralarındaki bunca uzaklığa karşın, rastlantısal olamayacak kadar birbirlerine benzediklerini görür. Bu bulgular sadece Güney Amerika ve Afrika için değil, diğer tüm kıtalar için de geçerlidir.

Bunun üzerine teorisini oluşturup, bilim dünyasına sunar. 1915’te yayınlanan kitabının adı “Kıtaların ve Okyanusların Kökeni”dir. Ona göre bütün kıtalar başlangıçta bir aradaydı ve sert bir maddeden oluşmuştu. Çok daha derinlerde ise yumuşak ancak daha yoğun bir alt tabaka vardı. İşte üst tabaka, yani kıtalar, bu alt tabaka üzerinde kayarak birbirlerinden uzaklaşmışlardı.

Görüşleri başlangıçta kabul görmediği gibi alayla karşılandığı bile söylenebilir. Ancak Wegener yılmayıp araştırmalarına devam eder. Zaten 1930 yılında 50 yaşındayken Grönland’da yine kıta hareketleri üzerine çalışırken donarak yaşamını yitirir.

Yirminci yüzyılın, özellikle ikinci yarısında yapılan çalışmalar Wegener’in gözlemlerini doğrularken, yerkürenin levhalar halinde bir yapısı olduğu ve bunların hareketiyle kıtaların birbirinden uzaklaştığı ve uzaklaşmaya da devam ettiği bulunmuştur. Bu levhalar kimi zaman birbirlerini sıkıştırarak veya altına girerek dağları oluşturur. Levhaların kırılması ise deprem demektir.

Evet, herkes dünya haritasına bakardı ama kıtalar arasındaki uyumu gören sadece Wegener olmuştu. Sizce bu yargı doğru mudur, gerçekten böyle midir? Bence değil, daha doğrusu eksik; iki açıdan. İlki, bu uyumu fark eden olasılıkla daha önce başkaları da olmuştur. Ama onlar bu uyumun ne anlama gelebileceğini açıklayabilecek donanıma sahip değillerdi, yani yine olasılıkla “ne kadar güzel bir uyum” deyip geçmişlerdi. Demek ki, herkes bakar, bazıları görür, ama donanımlı olanlar daha iyi görür, yani açıklamaya çalışır. İkincisi, görmek, açıklamak yetmez; Wegener’in yaptığı gibi gördüğünü yeni bulgularla destekleme azmi gerekir. Yoksa gördüğünüzü sadece kendiniz bilirsiniz.
Özetle, gördüğünü anlamlandırabilmek donanımlı olmak, kanıtlayabilmek için de azimli olmak gerek.
Özetin özeti: her şeyin başı emek.