Akademinin morfolojisi

Akademi öncesi eğitimde öğrenciye kazandırılacak araştırma ruhu ve yabancı dil, ezbere dayandırılarak aktarılan statik bilgilerden çok daha önemlidir. Başlangıç ve orta düzeyde felsefe ve matematik bilgisini haiz olmadan akademiye gelen birey fazla bir yarar elde edemeyeceği gibi, daha da kötüsü akademinin düzeyini geriye çeker.

Akademi eğitim sisteminin en üst mertebesidir. Bugünkü konumuz akademi olmakla beraber, akademiye hazırlık düzeyinde olan ilk düzey eğitim sisteminin de, akademinin niteliğinin belirlenmesindeki önemine binaen objektife alınmasının yararlı olacağını düşünüyorum.

Eğitim faaliyeti karşılıklı grupların etkileşiminin sonucunda gerçekleşen bir kolektif oluşumdur, tek yanlı bir hizmet değildir. Üniversite sözcüğü, kavram olarak, aynı konu etrafında tartışmacıların birlikteliği anlamına gelir. Bu tanımlama çerçevesinde, akademinin niteliğinin belirlenmesinde akademi öncesi eğitimin büyük önemi vardır. Akademi öncesi eğitim salt nesil formasyonunu olmayıp, akademi formasyonunu da etkileyen çok önemli bileşendir. AKP iktidarının akademi üzerindeki manevrası ve tahribatı salt yukarıdan atama ve KHK uygulamaları ile değil, onlardan da önemli olarak, akademi öncesi eğitime gerici zihniyetli doldur-boşalt sistemini devreye sokması ile gerçekleşmiştir. Eğitim ve araştırma yönetiminin birinci kuralı olan kuşkuculuk ve sorgulama sistemlerinin reddi, buna karşın sorgulamadan inanmaya dayalı öğretme-öğrenme talim-terbiye sisteminin benimsenmesi, ilk aşamada akademinin bir kanadını kırmakta, nihaî aşamada sistemin yerleştirilmesi ile akademi çökertilme yoluna sokulmaktadır. Akademinin kısa erimde gerçekleşen ve uzun erimde gerçekleşmesi olası morfolojik görüntüsü özetle budur.

Günümüz koşulunda akademinin tek kanadının kırıklığının ikinci sebebi de gençlerin geleceğe bakışı ve beklentilerin algılanışıdır. Akademi mensubu bir gencin eğitim konusuna sarılma şiddeti beklentilerinin bugüne indirgenmiş görüntüsünün sonucudur. Gelecek beklentisidir ki, gençleri gerek meslek seçiminde, gerek akademi eğitiminde arzulu kılar ve başarı derecesini yükseltir. Böylesi azimli kadro karşısında akademinin ikinci kanadındaki elemanlar da daimi istek, arzu ve araştırma dürtüsü ile akademinin düzeyini yükseltir.

Akademi öncesi eğitimde öğrenciye kazandırılacak araştırma ruhu ve yabancı dil, ezbere dayandırılarak aktarılan statik bilgilerden çok daha önemlidir. Başlangıç ve orta düzeyde felsefe ve matematik bilgisini haiz olmadan akademiye gelen birey fazla bir yarar elde edemeyeceği gibi, daha da kötüsü akademinin düzeyini geriye çeker. Nitekim günümüzde tam da olan budur. Saygıyı sessizlik, çalışmayı ezberlemek ve tartışmayı ise dinlemek ve kabul etmek olarak algılayan ve öğrenen birey akademide bir konu etrafında tartışan elemanlar ekibini oluşturamaz, emir-kumanda zinciri altında “efendi” kılıklı köle olur. Siyaseten faşist iktidarların da, güvensiz akademi mensubu elemanların da arzuladığı insan tipi budur.

Eğitim sisteminin ve akademinin mekanik morfolojisi kabaca budur. Objektifimizi görüntüsel dokunun arka yapısına çevirdiğimizde, çok daha derin meselelerle karşılaşırız. Neoliberal politikalar konuşulurken eğitimin paralı yapıldığı, öğrencinin müşteriye dönüştürüldüğü, üniversitelerin ticarileştirildiği gibi işi biraz hafiften alan ve sistem mantığını geri plana iten bir yaklaşımla karşılaşmaktayız. Kanaatimce, gerek Türkiye gerek dünya üniversitelerinin içinde bulunduğu durum ne neoliberal yapılanmalarla oluştu, ne de neoliberal politikalar akademinin özünde fazla değişime yol açtı. Kısacası akademi öz olarak dönüşmedi, sadece sunum biçimi itibariyle değişti. Başka bir yazıya havale ederek burada kısaca şunu söyleyerek konuya devam edelim ki, ağzımıza sakız gibi yapışmış olan “dönüşme” ya da “dönüşüm” sözcükleri, metamorfoz anlamında öz değişimini ifade eder. Öz değişmeden sunum biçimi değişimi basit bir değişimdir, dönüşüm falan değildir. Şimdi, bu mantıkla hareket edersek, üniversitede dönüşüm yoktur, olmamıştır, kaldı ki, keşke olsa idi! Üniversite hizmet sunum biçiminde değişim vardır, o kadar! Şimdi, bu konuları biraz irdeleyelim.

Tüm eğitim ve üniversite olgularının sunum biçimleri ekonomik sistemlere göre belirlenir. Konumuz olan salt üniversite üzerinde duracak olursak, hizmet sunumu kapitalist sistemde üretim ve paylaşım mantığı gereği ücretli, sosyalist sistemde ise temel vatandaş hakkı mantığı ile ücretsizdir. Kapitalist sistemde, eğitimin alt kademelerinden üst kademeye doğru çıkıldıkça, hizmetin niteliği sosyal faydadan özel faydaya dönüşür. İlk eğim düzeyleri bireylere meslek kazandırmayıp, eğitimli birey yapar. Diğer bir değişle, eğitimin ilk kademeleri sosyal fayda ağırlıklıdır. Bu nedenle, vatandaş-devlet ilişkisi bağlamında ilk kademe eğitim bedavadır, maliyet tümü ile topluma yıkılarak sosyalize edilir. Yüksek eğitim ve meslek okulları ise bireylere meslek kazandırır. Diğer bir deyişle, eğitimin bu kademelerinde sosyal yarar ihmal edilir düzeyde olup, özel yarar yüksektir, zira üst eğitim kademesinde biyolojik varlık beşeri sermayeye dönüştürülür. Bu durum özel finansman çözümünü gündeme taşır. Bireylerin üniversitede bölüm tercihleri, beşeri sermayeye dönüşüm tercihlerini yansıtır. Kapitalizm mantığında maddi sermayeye analojik olarak, beşeri sermaye edinmeye yönelik birey bunun maliyetini ödemelidir. İşte, üniversite harçlarının niteliği ve sebebi budur. Üniversite eğitiminde de topluma saçılan yarar olacağından hizmet maliyetinin bir bölümü de toplum tarafından karşılanmalıdır. Devletin üniversitelere yaptığı desteğin mantığı da budur. Bundan dolayı, kapitalist sistemlerde üniversite bütçeleri “katma bütçe” niteliğindedir. Ancak, kısmen gelir dağılımı politikası olarak, kısmen de sermaye maliyetinin sosyalize edilmesi gerekçesi ile Türkiye’de ve bazı ülkelerde harçlar sembolik düzeyde tutulur, tüm maliyet sosyaliz edilir. Bu durum kapitalizme özgü olmayıp, kapitalizm içinde geçici sürelerde uygulanan sosyal devlet politikaları ile ilgilidir ve devamlılığı, tam da günümüzde gördüğümüz üzere garanti değildir. Benzer durumun sağlık hizmetleri için de geçerli olması kapitalizme özgüdür; bu hizmetlerin ücretsiz verilmesi talep edilmelidir, ancak meselenin sistemsel olduğu unutulmamalıdır. Zira neoliberalizmde olduğu üzere, uygulama her an aslına dönebilir. İşte, neoliberal politikalarda hizmetin sunum biçiminin değişmesi bundan dolayı arzulanan olmadığı gibi, hiç de anormal değildir, sistem mantığı budur, beklenen durumdur. Kapitalist sistemde gelirler kapitalist piyasalarda dağılır, hizmetler ise piyasada sunulur. Piyasada sunulabilecek hizmetlerin bir süre kamusal finansmanı bazı sebeplere bağlı olarak geçicidir. Bu tür sisteme aykırı geçici durumun talebi sosyal haklar ve mücadele mantığı açısından doğrudur. Ancak geçici süre bedava sunulan fakat kapitalizm mantığı gereği piyasada sunulabilen bir hizmetin piyasaya terkini dönüşüm ifadesiyle özde bir değişim diye kamuoyuna sunmak, sistemi arka plana çekerek kamuoyunun gözünden uzaklaştırmak demektir ki, böylesi davranış sol mücadele ruhuna aykırıdır, çünkü bu durumda salt hizmetin bedava sunumu talep edilip, eğitimin özünün sistem tarafından iğfal sorunu irdelenmemiş olur.

Eğitim hizmetinin önemi içsel morfoloji ile ilgilidir. Hemen hemen tüm alanlarda olmakla beraber, özellikle de sosyal bilimler alanında “bilim” adı altında sunulan bilgiler tamimiyle sistem ve sermaye mantığı ve gereksinimi doğrultusundadır. Bir tür imam-hatipleşmeye analojik olarak, bilim görüntüsü altında okutulan alt-yapı niteliğindeki iktisat, üst-yapı niteliğindeki hukuk, sosyoloji, hatta psikoloji vs. dallar tümüyle sermaye ideolojisi doğrultusunda geliştirilmekte ve öğrencinin beynine zerk edilmektedir. Mühendislik ya da tıp vb. benzeri bilimlerde ise, içeriğe fazla dokunulamıyor olmakla beraber, gelişme süreleri ve trendleri sermayenin yatırımlarını amortize etme süreleri ile ilgili şekillendirilmekte ve zorlanmaktadır. Akademik personel arasında da, haşin bir mülkiyet anlayışı ile araştırmalar birbirlerinden gizlenmekte, patent hırsı ile kolektif çalışmalardan uzak durulmaktadır. Mesleğe girişlerde ise Pierre Bourdieu’nun “sembolik şiddet” olarak nitelediği ince eleme ve sık dokuma ise mesleğin sistem mantığının korunması mekanizmasıdır. Bilimsel normları sınırlayan ve aşan böylesi hassasiyetler de bir akademik titizlik değil, kapitalist dürtülü hırçınlığıdır. 2008 krizi ertesinde Kraliçe Elizabeth’in Londra İktisat Okulu’na yaptığı sitemkâr ziyaret ve Harvard’ın ünlü hocasının dersini öğrencilerin boykot etmesi de iktisat alanının nasıl bilimden uzak olduğunun göstergesidir. İşte, eğer dönüşümden söz edeceksek, bilim görüntüsü altında işlenen konuların ve bilimsel bulgu ve icatların sermaye denetiminden ve her türlü toplumsal baskı çevrelerinden soyutlanması anlaşılmalı ve kastedilmelidir. Bu gerçek anlamı ile üniversitelerde dönüşüm yaşanmamıştır, kapitalizmde olanaklı olmayan böyle bir dönüşüm keşke yaşanmış olsa idi! Hizmetin piyasalaştırılması hizmet sunumu ile ilgili ikincil meseledir ve kapitalizmin özüne uygundur. Zaten gelir dağılımı sorunu faktör piyasasında çözülür, hizmet sunum piyasası ise ikincil çözüm alanına, yani yeniden gelir dağıtımı politikası alanına aittir.

Sözcükler yanlış anlam ve içeriği ile kullanıldığında, amaçtan bağımsız olarak, ortaya atılan sorun sistemden soyutlanır ve sorunun çözümüne yönelik her çaba sistemden soyut olarak ele alınan sorunu büyütür ve sistemi geri plana çeker. Kısa vadeli de olsa, bundan yararlanan sistem olur. O nedenle, sorun tartışılırken, kavramların yerli yerinde kullanılmalı ve nihai hedef kesinlikle birlikte ele alınmalıdır.