Akademik yükseltmeler üzerine

İlk yapılması gereken tüm öğretim üyelerinin akademik unvanlarından sıyrılıp; sonra evrensel (üniversal) ölçütlere göre yeniden unvan alması gibi duruyor. Buna, unvanlarını herhangi bir yerde kullanmak isteyen emekli öğretim üyeleri de dahil.

Akademinin toplumun egemen gücü açısından önemi, ‘egemen ideolojinin’ yeniden üretim yeri olmasıdır. Yeniden üretimin bir yönü, bu ideolojiyi olağanmış gibi göstererek, başka bir deyimle meşrulaştırarak öğrenciye aktarmak, mezun olduklarında da yine onlar üzerinden toplumsallaştırmaktır. Bu üniversitenin tutucu yönüdür. İlerici yönü ise bilgi üretmektir. Bilgi üretimi doğru sayılan bir şeyin doğruluğundan kuşku duymakla başlar ve doğru sayılan şeyin yıkılmasıyla sonuçlanır. Yani küçük çapta bir devrimdir veya hipotez kanıtlanamadıysa bile bir devrim girişimidir. Egemen gücü tedirgin eden de budur; daha doğrusu bu yaklaşımın yaygınlaşmasıdır.

İşte akademinin bu iki özelliği arasındaki çelişki, üniversiteyi var eden ve devamındaki gelişmeleri belirleyen dinamiktir. Şimdilerde pek kullanılmayan deyimle üniversitenin ‘temel çelişkisidir’ ve çelişkinin bir tarafı var olduğu sürece yani toplumun bir egemen gücü olduğu sürece; yani devlet varsa, yani sınıflar varsa bu çelişki de olacaktır.
Çelişkinin bir yanında egemen sınıf akademiyi çeşitli mekanizmalarla (Rektörler gibi, YÖK gibi) kendi ideolojisinin yaygınlaşmasında kullanmaya çalışırken, akademi buna bilgi üreterek yanıt verir. Bilgi üretim süreci de elbette müdahaleden uzak değildir ama bu konuyu başka bir yazıya bırakıp, en kolay müdahalenin bilgi üretemeyecek bir ekibi akademiye yerleştirmek olduğunu söyleyebilirim. Elbette bunun için de öncelikle akademik yükseltme ölçütlerinin sulandırılması gerekir. Sonrası çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir.

Demek istediğim, akademik yükseltme ölçütleri akademideki liyakatin göstergesidir. Gerçekten de, atılım yapmak isteyen ve yapan tüm üniversiteler öncelikle bu noktadan başlamıştır. Günümüzün en önde gelen üniversitelerinden olan Stanford’un bu hale gelişinde Frederick Terman’ın, Berkeley’de Clark Kerr’in rektör olarak atandıklarında ilk önce akademisyenlerin niteliği üzerinde durdukları sıkça örnek verilen gerçeklerdir. (1)

Türkiye’de ise akademik yükseltmeler her zaman sıkıntılı olmuştur. Prof. Dr. Ali Birinci 2005 yılında yazdığı bir makalede, biraz esprili bir şekilde dört yol olduğunu anlatmaktadır: 1) Ka Usûlü: Kalem gücüyle yükselme demektir ancak kendi içerisinde ikiye ayrılır; Te-Ka, temiz kalem, yani liyakate uygun yükselme veya Ki-Ka, kirli kalem, uydurma makalelerle yükselme. 2) Ku Usûlü: kulis yaparak yükselme. 3) Ka-Ku Usûlü: daha çok kalem, biraz da kulis yaparak yükselme. 4) Ku-Ka Usûlü: daha çok kulis, biraz da kalemle yükselme. (2) Yazının devamında Birinci, söylediklerinin mizah olmadığını, gerçekleri anlattığını özellikle vurguluyor.

Yani durum eskiden de kötüydü ama şimdi neredeyse hiçbir ölçüt yok gibi. Komilikten garsonluğa geçiş bile daha fazla liyakat istiyor. Bilmiyorum, Türkiye’de garson sayısı mı fazla, doçent sayısı mı? Profesör sayısının şef garson sayısından daha fazla olduğundan kuşkum yok. Tanıdığım doçent olmayan uzman hekim kalmadı gibi. Şu an için sadece başvuru doçentlik için yeterli oluyor diyebilirim.

Ne olur böyle olsa diyebilirsiniz ama herkes kendi benzerinin önünü açıyor; liyakatsiz gelen yine liyakatsizlerin akademiye girmesini sağlıyor. Yaklaşık 35 yaşlarında doçent olunduğunu ve akademik yaşamda emeklilik yaşının (eğer özel durum denilip uzatılmazsa) 67 olduğunu düşünürseniz, yaklaşık 30 yıllık bir süre var demektir ki bu akademinin geleceğinin nasıl ipotek altında olduğunu gösterir.

Bu durumda reformlarla sorunu çözmenin olanağı yok gibi duruyor. Türkiye’nin en önemli üniversiter atılımı olan 1933 reformunda ülkenin tek üniversitesi Darülfünun kapatılmış, sonrasında İstanbul Üniversitesi açılmıştı. Üstelik ülkede tek bir üniversite ve sadece 250 civarında öğretim üyesi varken. Sanırım yine aynı radikallikle hareket etmek gerekiyor.

İlk yapılması gereken tüm öğretim üyelerinin akademik unvanlarından sıyrılıp; sonra evrensel (üniversal) ölçütlere göre yeniden unvan alması gibi duruyor. Buna, unvanlarını herhangi bir yerde kullanmak isteyen emekli öğretim üyeleri de dahil. Bence bu konu tartışılmalı çünkü sorun sadece akademinin değil, üniversitesini yitiren tüm toplumun sorunudur.

(1)Geiger RL. Araştırma ve Bağlantılı Bilgi. Çev.: Baltacı E. Küre Yay., 2020.
(2)Birinci A. Kitap, ilim ve üniversite hakkında düşünceler ve tespitler. Türk Yurdu 211: 27-30, 2005.