55 yıl sonra yeniden: “Özel Okullar Devletleştirilsin” yürüyüşü

“Özel Okullar Devletleştirilsin!” yürüyüşü örneği veya 68 kuşağının genel hattının dikkat çekici noktası, örgütlü bir devrimci gençlik toplamı olmuştur.

55 yıl sonra yeniden: “Özel Okullar Devletleştirilsin” yürüyüşü

Arjin Avcı

Gençlik mücadelesinin tarihi açısından 68 kuşağı hep bir kilometre taşı olarak ele alınmıştır. Emperyalizme karşı bağımsızlık yürüyüşleri, ABD’den gelen 6. Filo’nun denize dökülmesi, üniversitede parasız ve bilimsel eğitim için yapılan işgaller, işçilerle dayanışma için gidilen grevler, çıkarılan dergiler, yazılan kitaplar… Gençlik mücadelesinden bahsettiğimizde her seferinde gündeme gelen bu tarihsel olayların bir örneği de 7 Kasım 1967 yılında düzenlenen “Özel Okullar Devletleştirilsin!” yürüyüşüdür.

Bu yürüyüşün elbette bir evveli ve sonrası vardır. 60’lı yıllar sendikal haklar, temel özgürlükler bakımından görece demokratik bir havadaymış gibi görünse de kapitalistleşen bir ülkede, bu hak ve özgürlüklerin bir sınırı olduğu aşikârdı. Özel okullara karşı yapılan yürüyüş, Türkiye’de yoksul ve zengin sınıf arasındaki uçurumun artmasına karşı; üniversitelerin parasız, bilimsel ve eşit eğitimden uzaklaşmasına ve bir ticarethane gibi görülmesine karşı bir başkaldırıydı.

1962’de kurulmaya başlayan Özel Yüksekokullar, 1967’deki büyük yürüyüşe gidecek yolu döşüyordu. Eğitime olan bu müdahale, öğrencilerin müşteri gibi görülmesinin ilk adımıydı ve bu müdahaleyle öğrencilerin de memleketle üniversiteler arasında kurduğu bağ güçlenecekti. Çünkü kazanıma ulaşacak, bir yasayla devletleştirme adımı sağlanacaktı.

Türkiye’de en kitlesel öğrenci direnişlerinden biri olan bu yürüyüş, İstanbul Teknik Üniversitesi Talebe Birliği’nin öncülüğünde (İ.T.Ü.T.B) İstanbul’dan Ankara’ya doğru yürünerek gerçekleştirilecekti. Öğrenciler kendi aralarında para toplayarak yürüyüşün masraflarını çıkarmış, basını her yönden etkilemişti. Yürüyüş, gençlik mücadelesinin önemli isimlerinden Harun Karadeniz’in önderliğindeydi.

Harun Karadeniz’in o dönemde yaptığı konuşma da oldukça etkili olmuştur:

“On bin Üniversiteli derslere girmiyor, Neden? Yüz ellisi yollara düşmüş, neden? Köylü çocuğunun okuduğu Köy Enstitülerini kapadılar, neden? Dar gelirlilerin okuduğu askeri ortaokul, liseleri kapatıyorlar, neden? Tekniker okullarını kapadılar, neden? Parasız yatılı öğrenci sayısını azalttılar, neden? Şimdi de parası olanlar için özel okullar açıyorlar, neden? Oysa her şeyi yaratan, buğdayı biçen, fabrikayı, binayı, köprüyü yapan sen. Okuyamayan yine sen! Sen niye okuyamadın düşün. Senin çocuğun da bu gidişle okuyamayacak. Bu işi düzeltebilecek bir tek kuvvet vardır, o da sizlersiniz. Yani halktır.”

Dönemin hükümeti tarafından başta ciddiye alınmayan devrimci gençlik; artık siyasete doğrudan atılan, ülkeye dair söz söyleyen, emek ile sermaye çelişkisini her alanda ifade eden ve üniversitelerde yeni bir kuşağı yaratmaya çabalayan ciddi bir figür hâline gelmişti. Dolayısıyla Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar, Harun Karadenizler 71 muhtırasında ilk yargılanan isimler olmuştu. Gençlik; gerek 16 Martla, Kanlı Pazarla, muhtırayla katliamlara uğradı; üniversitelerde baskı altına alınarak sindirmeye çalışıldı. Fakat tüm bunlara rağmen gençlik eşit, özgür ve bağımsız bir ülkenin, dünyanın peşinden koşmaya devam etti.

“Özel Okullar Devletleştirilsin!” yürüyüşünün 55. Yılında, belki de tam bu dönemde “yeniden!” demenin vakti geldi. Üniversitelerimiz ABD menşeili, askerî, faşist 80 darbesinin bir ürünü olan YÖK’le, 20 yıllık AKP iktidarının dizayn süreciyle birlikte özelleştirmelerin odağı olmuş ve kâr amacı güden sektörlere dönüşmüştür. Gençlik hem KYK borçlarına, hem yurt ücretlerinden ötürü cemaat ve tarikat yurtlarına mahkûm edilmiş; oy deposundan ibaret olarak görülmüş; her sokağa bir üniversite açarak bir işsizler ordusuna dönüştürülmüştür.

7 Kasım 1967’deki kazanımdan bu yana, gençlik mücadelesi açısından gittikçe büyük bir geriye düşüş yaşanmıştır. Bundan ötürü 40’ı İstanbul’da olmak üzere, 76 tane özel üniversite bugün ülkemizde faal olarak bir ticarethane gibi işlemektedir. Okullarımız sadece sermaye düzeninin ekonomik saldırıları altında değil; sermaye düzeninin faşist çeteleriyle, holding şeyhleriyle de saldırı altındadır. Gençler işsizlikten, yoksulluktan, gericilikten ötürü intihar ederken, umutsuzluğa itilirken, bunların karşısına ise önümüze sadece sağcılardan sağcı beğeneceğimiz muhalefet liderleri konmaktadır.

Elbette hepimiz bunlara mahkûm olmadığımızın bilincinde olabiliriz. Peki, tüm bunların karşısına ne koyuyoruz? Gençlik mücadelesi tarihten bugüne neden böyle bir geriye düşüş yaşamıştır? Bireysel kurtuluş hülyalarımız, örgütsüzlük çözümlemelerimiz bizi kurtarır mı? En önemlisi nasıl bir ülke ve nasıl bir üniversite istiyoruz? gibi sorular karşısında vereceğimiz yanıt bizi bir adım daha ileriye götürecektir.

68 kuşağından verdiğimiz “Özel Okullar Devletleştirilsin!” yürüyüşü örneği veya 68 kuşağının genel hattının dikkat çekici noktası, örgütlü bir devrimci gençlik toplamı olmuştur. Türkiye’nin yakın tarihinde yankı uyandırmaları, kazanım sağlamalarının büyük bir yönü örgütlü hareket etmelerinden ileri gelmektedir. Bugün gençlik olarak geriye düşüşümüzün büyük bir sebebi de budur. Örgütsüz bir gençliğin yansımaları, örgütlü sermaye sınıfının partilerinin işine gelmiştir.

Dolayısıyla ayağa kalkmanın vakti, 68 kuşağının “Özel Okullar Devletleştirilsin!” sloganını tekrardan yükseltmenin vakti gelmiştir. 55 yıl sonra üniversitelerimizin yeniden ticarethane olmadığını; müşteri değil, öğrenci olduğumuzu ve devrimci bir gençlik kuşağıyla yeni bir ülke, yeni bir üniversite mücadelesini yükseltmenin de vakti gelmiştir. Harun Karadenizlerden bugüne “özelleştirmelere karşı devletleştirme” “emperyalizme karşı bağımsızlık” “gericiliğe karşı laik, bilimsel eğitim” “sermayeye düzenine karşı sosyalizm” mücadelesi sürüyor. Bizim ise tek yapacağımız: onlardan aldığımız inançla yarınlarımızı şimdiden örmektir.