Unutulmaması gereken bir ders: Havetçilik

Unutulmaması gereken bir ders: Havetçilik

02-04-2022 11:05

Sermaye sınıfı ve düzen partilerinin konumu belliydi. Onlar emperyalist tekellere bütün kapıları açıyorlar, işbirlikçi ekonomik çıkarlarının emperyalist tekellerle ortaklık olduğunu iyi biliyorlardı. Liberalizm ise bu sürecin ideolojik ve politik sözcülüğünü üstlenerek “demokratik devrimi” Avrupa’dan beklenmesi gerektiğini propaganda ederek, Türkiye sosyalist hareketini likide etmekte büyük bir başarı gösterecekti.

Ali ATEŞ

Emperyalizme karşı mücadele, Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin tarihinde önemli yer tutar. Hatta, Türkiye sosyalist hareketinin yükseliş dönemlerine tekabül eden siyasal zemin anti-emperyalizm ve yurtseverlik olmuştur. 1960’lı yıllara daha yakından bakıldığında kalkınma ve bağımsızlık ekseni emperyalizme karşı mücadeleyi keskinleştirmiş, devrimci ve sosyalist hareket anti-emperyalist mücadeleyi yükselttikçe toplumsal meşruiyetini artırmış ve kitleselleşebilmiştir. Bunun ülkenin tarihsel koşulları ve en genel anlamıyla Kemalizm ekseninde şekillenen ideolojik formlarla elbette doğrudan payı bulunuyor. Ancak Türkiye sosyalist ve devrimci hareketin yükselişinde ve kendi bağımsız kimliğine kavuşmasında emperyalizme karşı mücadele önemli bir zemin teşkil eder. 

68 Gençliği’nin, “Onlar ortak, biz Pazar”, “Milli Petrol Kullan”, “6. Filo Defol” gibi kampanyalarla sürdürdüğü anti-emperyalist mücadelesi ve dönemin İşçi Partisi başta olmak üzere sosyalist ve komünist güçlerin de arkasında durduğu ve belki de öncelediği anti-emperyalist siyaseti Türkiye sosyalist hareketinin kimliğini ve geleneğini oluşturmuş, bu anlama gelmek üzere ideolojik temel noktalarından birisi haline gelmiştir. 

Bununla birlikte, Türkiye sosyalist hareketinin likidasyon süreçleri yine bir benzer bir biçimde anti-emperyalist mücadelenin geriye çekilmesiyle paralellik arz ediyor. 1960-80 döneminin emperyalizme karşı mücadelesi 1990 ve 2000’lerde geriye çekilirken, bu geriye çekiliş sosyalist hareketin de reformizme kaydığı ve likidasyona uğradığı süreçlerle paralel gitmiştir. Özellikle kendisini, “küreselleşme” kavramı etrafında, artık sınırların ve ulus devletlerin belirsizleştiği, emeğin de küreselleştiği ve ulus bazlı iktidar mücadelesi yerine dünya ölçeğinde muhalefetin koordinasyonunu üstlenmesi gerektiği şeklindeki tezlerle var eden bir anlayış karşımıza çıkıyordu. Reel sosyalizmin çözülüşü sonrası, sosyalizm yerini demokrasiye, örgüt yerini bireye, sınıf yerini kimliğe bırakıyor, anti-emperyalizm de yerini emeğin küreselleşmesine terk ediyordu. Daha doğrusu bu vaaz ediliyordu!

Aslında mesele, devrimci ve sosyalist hareketin güç kaybettiği bir dönemde meydanı boş bulan liberallerin ortaya dökülmesinden ibaretti. New York aydınları tarafından üretilmiş, batı Avrupa’nın Avro-komünistleri tarafından pişirilmiş tezlerin, örgüt ve reel sosyalizm düşmanlığıyla bezenmiş bir biçimde ortalığı kaplamasından bahsediyoruz. Anti-emperyalist politik duruşun bundan pay alması kaçınılmazdı. Fakat süreç asli olarak, komünist hareketin ideolojik olarak tasfiyesine girişilmeseydi ve liberalizm bu süreçte büyük bir rol oynarken, likide ettiği tezlerin başında emperyalizme karşı mücadele olmuştu. 

Avrupa Birliği’nden demokrasi ve özgürlük beklemek

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusu, eski olmakla birlikte, Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalandığı günlerde sadece düzen partileri tarafından değil burjuva sınıfı tarafından büyük bir başarı olarak sunulmuş, Türkiye’nin çağ atlaması, demokratikleşmesi ya da özgürlüklerin ve hukukun gelişmesi buna bağlanmıştı. Kapitalist sermaye diktatörlüğünün bütün yanlışlarından çıkış, doğrudan AB’ye bağlanmakta bulunmuştu. Düzen siyasetinin işbirlikçiliğinin teorisi ve propagandası liberallere düşerken, Türkiye soluna da vaaz edilen şekliyle demokrasi mücadelesinin yeni kıblesi AB olmuştu. 

AB’nin emperyalist bir güç mü yoksa demokrasi beşiği mi olduğu tartışması dönemin ana tartışmasıydı. AB’ye girerek sınırlar kalkacak, sermayenin değil emeğin Avrupa’sı ortaya çıkacak tezleriyle, ülkemizin AB emperyalizmine daha da bağımlı kılınmasının yolu demokratikleşme söylemi etrafından dile getiriliyordu. 

Sermaye sınıfı ve düzen partilerinin konumu belliydi. Onlar emperyalist tekellere bütün kapıları açıyorlar, işbirlikçi ekonomik çıkarlarının emperyalist tekellerle ortaklık olduğunu iyi biliyorlardı.Liberalizm ise bu sürecin ideolojik ve politik sözcülüğünü üstlenerek “demokratik devrimi” Avrupa’dan beklenmesi gerektiğini propaganda ederek, Türkiye sosyalist hareketini likide etmekte büyük bir başarı gösterecekti. 

Doğrudan Avrupa Birliği’ne evet demek onlar açısından sorun değildi. Ancak anti-emperyalist bir gelenekten gelen sosyalist hareket, liberal basınç ve propaganda altında doğrudan hayır diyememişti. Ne evet ne de hayır anlamında havetçilik, sosyalist hareketin tarihinde emperyalizme karşı tutum da belirsizliğin, tereddütün ve akıl karışıklığının söylemi oluyordu. 

Bugün Ukrayna gündemi söz konusu olduğunda benzer bir tereddüt bir kez daha sosyalist hareketin bazı kesimlerinde yeniden görülüyor. Liberal siyasetin propagandası altında emperyalizme şartlı hayır diyerek net bir pozisyon alamayan solun bugünkü hali, dünkü havetçilik günlerine benziyor. 

Bu filmi çok görmüştük

Aslında sol, benzer sıkışmaları farklı örneklerde de yaşadı. Yugoslavya’nın emperyalizm tarafından parçalanması sırasında doğrudan emperyalizm tarafından yönetilen cihatçı çeteler ve faşist güçlerin karşısında yer almak yerine Milesoviç karşıtlığını öne çıkartan siyasi tutum batı propagandasının altında kalmışlığın bir başka örneğini oluşturuyordu. 

Ya da Arap Baharı sürecinin arkasında emperyalizmi göremeden İhvan Hareketi’nin politik söylemine ve siyasetine meşruiyet tanıyan örnekler de görmüştük. Irak’ta Saddam diktatör idi. Suriye’de ise Esad benzer bir diktatörlüğü temsil ediyordu ve emperyalizm tarafından iktidardan indirilmesi tıpkı cihatçıların devrim söylemi gibi halk devrimi olarak görülüyordu. Ancak süreç işin aslını açık olarak ortaya çıkarmıştı. 

Beyaz Bereliler, Suriye’de doğrudan İngiliz emperyalizmi tarafından kurulan, beslenen ve yönetilen karanlık bir güç iken, kimse bugün Ukrayna’da neo-Nazilerin de benzer bir konumda olduğunu neden göremez? 

Aslında çevrilen film aynı idi. Doğuda İslamcılık, Avrupa’da ise Nazizm, emperyalist istihbarat örgütlerinin aparatından başka bir şey değildi. 

Komünistler haklı çıktı

Gerek Yugoslavya gerek Libya ve Suriye olsun, emperyalizmin gerçek yüzünün ve niyetinin ortaya çıktığı ülkeler. Komünistler burada, bu üç ülkeye emperyalizm tarafından özgürlük götürülemeyeceğini, doğrudan emperyalizmin hegemonya hedefinin ve çıkar siyasetinin devreye girdiğini söylemişlerdi. Dün Yugoslavya kimseyi tehdit etmezken yıkılmıştı, bombalanmış, bugün 6 küçük devletle halklar birbirlerine düşman kesilirken her devlet yoksulluk ve bağımlılığın altında kalıvermişti. 

Renkli devrimlerle emperyalizm, açık işgal yerine egemenlik alanını genişletiyordu. 

Yapamadığında ise doğrudan işgal siyasetinden hiç çekinmedi. Irak ve Afganistan iki güncel örnek. Geriye kalan ise yıkılmış, bölünmüş, yoksullaştırılmış ve gericiliğe teslim edilmiş iki ülke. 

Avrupa Birliği ise Yugoslavya savaşında gösterdiği iki yüzlü tutumunu, Suriye’de ve Libya’da da göstermekten çekinmeyecekti. Cihatçı çeteler eliyle demokrasi gelmeyeceği ise herkesin bildiği basit bir gerçekti. 

Emperyalizmi görmeyip ya da küreselleşme söyleminin etkisi altında ılımlaştırarak Avrupa Birliği’nden demokrasi bekleyenler, havetçi siyaseti Türkiye siyasetine armağan ederken, bugün bir kez daha Ukrayna meselesinde havetçi yaklaşımı yeniden üretiyorlar. Liberaller ise AB ve NATO’dan kurtarıcı olmasını bütün somut yakın tarih örnekleri ortada iken istemeye devam ediyorlar. 

Ukrayna savaşında devrimci tutumun ne olması gerektiğini arıyorsak, havetçilik konusuna bir kez daha bakılmalıdır. Özünde paralellik bulunuyor: Emperyalizme karşı net bir siyasal pozisyon, Rusya kapitalizminin ve Putin iktidarının niteliğine yapılan vurgularla yumuşatıldıkça ya da dengelemeye çalışıldıkça havetçiliğin bir başka örneğine benziyor. 

Dün AB emperyalizme net karşı duruş gerekliydi. Bugün de ABD ve NATO’ya karşı net bir duruş geriyor!