21. yılında AKP’nin kısa tarihi: Kan ve gözyaşı

21. yılında AKP’nin kısa tarihi: Kan ve gözyaşı

24-08-2022 14:09

Bugün bir devlet partisi haline gelen AKP’nin yeni bir vesayet kurduğunu söyleyebiliriz. Sivilleşme umutlarıyla AKP’ye destek olanların bugün kurulan yeni rejimden neler beklediğini bilmiyoruz. Ancak bizler, AKP’nin 21 yıllık iktidarı boyunca siyasi cinayetlerin ve katliamların aralıksız devam ettiğini söylemeliyiz.

Gökmen Kılıç

Türkiye 21 yıldır AKP iktidarı tarafında yönetiliyor. AKP’nin Türkiye’nin dönüşümüyle ilgili nasıl bir rol oynadığını hepimiz biliyoruz: Gericilik, emperyalizmle kurulan ilişkiler, sermaye sınıfına açılan eşsiz olanaklar, iç ve dış siyasette saldırgan bir siyaset… Bunların hepsine dair şimdiye kadar söylenen ve bugünden sonra da söylenecek birçok başlık bulunuyor. AKP’nin bir parti olarak bugüne kadar olan siyasi tarihinde birçok iniş-çıkış ve manevra bulmak mümkün. AKP bir bakıma, iktidarda kalmanın taktik ve stratejisine dayanan bir siyaset tarzı izledi. AKP’nin ilk döneminde Avrupa Birliği ve demokratikleşme başlıkları öne çıkmış; Kürt sorunu, Aleviler, azınlıklar, askeri vesayet gibi cumhuriyetin çözüme kavuşturamadığı kana[1]malı sorunlar üzerinden bir yol haritası çıkarılmıştı. İkinci dönem, AKP’nin cumhuriyetin temel değerlerine ve kurumsal yapısına dair daha köklü değişimleri başlattığı bir tarihti. AKP bu dönemde daha cesur adımlar atarak, oluşturduğu koalisyonla birlikte 1923 Cumhuriyeti’nin paradigmalarını yerinden oynattı. Son dönem ise, sermaye sınıfının ihtiyaçlarına dönük olarak AKP’nin yeni rejiminin kurumsallaşmaya başladığı dönem olarak görülebilir.

AKP’NİN MANİPÜLASYONU VE MEŞRULAŞTIRILMASI

Yaşanan üç AKP dönemi de sol adına incelen[1]meyi hak ediyor. Türkiye’de tarihsel anlamda burjuva cumhuriyetle sol ve sosyalistlerin sınıfsal zeminde bir mücadele içinde olduğu açık. Cumhuriyetin tarihsel anlamda ilerici bir adım olarak görülmesi bir veri iken, burjuva sınıfının yönettiği cumhuriyetin belli başlıklarda tıkanacağı ve emperyalizme bir aşamadan sonra tam boy teslim olacağı tarihsel bir gerçeklikti. Burjuva sınıf tarafında ileriye sıçrayamayan cumhuriyetin barutunun tüketmesi kaçınılmaz bir sondu. Solun bir bölmesinin bu sınıfsal gerçekliğe dair bir paradigmaya hiç sahip olmadığını söylemeliyiz. Onlara göre cumhuriyet, ülkeyi kuran askerler kadroların vesayeti nedeniyle demokratikleşemiyor ve bu nedenle ilerleme sağlanamıyordu. Bu anlamda sivilleşmenin önünün açılmalı ve devletin toplumsal yaşamdan elini tamamen çekmesi gerekiyordu. AKP tam da bu aşamada Türkiye’de bulunan bazı yazar-çizer entelektüeller tarafından demokratikleşmenin bir anahtarı olarak görüldü. Bu kesimler yalnızca liberal aydınlardan ve AKP’nin etrafındaki muhafazakarlardan oluşmuyordu. Kendini demokrat, sol ya da sosyalist olarak gören kesimlerin bir bölümünün de bu duruma ikna olmuş gerek açıktan gerek dolaylı olarak AKP’ye desteğini sunmuştu. AKP’nin kısa sürede geniş kesimlere ulaşmasının ve toplumda meşruluk sağlamasının önemli bir nedeni de işte bu gerçeklikti. Cumhuriyet tarafından çözülemeyen sorunlar ve bu sorunlarla bağlantılı olarak gelişen siyasi cinayetler AKP iktidarıyla son bulacak ve askeri vesayetin yerini sivil-demokratik iktidarlar alacaktı. Oysa bu paradigma büyük bir manipülasyondu. Türkiye’de yaşanan katliamların neredeyse tamamı ABD emperyalizmi ve NATO’nun beslediği gerici ideolojiler tarafından planlı ve sistemli bir biçimde hayata geçirildi. Türkiye sermaye sınıfı ve dinci gericiliğin büyüttüğü AKP’nin siyasi cinayetlerle hesaplaşmak gibi bir derdi hiçbir dönem olmadı. Mesele, cumhuriyetin biriktirdiği sorunların AKP iktidarını meşrulaştırmak adına kullanılması ve gerekli dönüşümlerin daha kolay yapılabilmesiydi. Öyle de oldu; AKP iktidarı birikmiş ve kangren haline gelmiş tarihsel sorunları kendi iktidarını güçlendirmek adına kullandı.

AKP İKTİDARI: VESAYET BİTTİ, YAŞASIN YENİ VESAYET!

Bugün bir devlet partisi haline gelen AKP’nin yeni bir vesayet kurduğunu söyleyebiliriz. Sivilleşme umutlarıyla AKP’ye destek olanların bugün kurulan yeni rejimden neler beklediğini bilmiyoruz. Ancak bizler, AKP’nin 21 yıllık iktidarı boyunca siyasi cinayetlerin ve katliamların aralıksız devam ettiğini söylemeliyiz. 1923 Cumhuriyeti’ni yalnızca “katliamlar tarihi” olarak okuyanların, AKP iktidarı boyunca işlenen siyasi cinayet ve katliamlara dair ne söylediği merak konusudur. Burjuva sınıfın bir süreklilik içinde yürüttüğü Türkiye’nin gericileştirilmesi operasyonu ne geçmiş iktidarlardan ne de bugünkü AKP iktidarından azadedir. Yapacağımız mukayesenin bu anlamıyla bir sürekliliğe işaret etmek için yapıldığını belirtmek isteriz.

AKP’Lİ YILLARDA SİYASİ CİNAYETLER VE KATLİAMLAR

AKP’nin iktidar olduğu yıllarda siyasi cinayet ve katliamların geçmişe nispetle azalmadığını, dahası resmi olarak bu katliamlara sessiz kaldığını söylemeliyiz. Bu cinayetlerin en bilineni 2007 yılında Hrant Dink’in katledilmesiyle ortaya çıkmıştı. Hrant’ın katilleri polis karakolunda kahramanlar gibi karşılanmış, üstelik tetikçilerle Türk bayrağı önünde hatıra fotoğrafları çektirilmişti. Hrant Dink’i katleden tetikçiler tutuklanırken talimatı kimin verdiği bugün hala karanlıktır. AKP iktidarı döneminde yaşanan katliamlardan biri de Roboski (Uludere) Katliamıdır. 28 Aralık 2011’de Şırnak’ın Uludere bölgesinde Irak’tan sigara ve mazot getirerek geçimini sağlayan yurttaşlar F-16 uçakları tarafından bombalanmış ve aynı aileden 28 kişi yaşamını yitirmiştir. Katliamla ilgili olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı dosyayı Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na gönderirken savcılık, “Görev gereklerinin yerine getirildiği ve bu nedenle kamu davası açılmaması” yönünde gerekçeli karar açıklamıştır. Dönemin AKP’li Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç yaşanan katliamla ilgili olarak “resmi özür beklenmesinin yanlış olduğunu” belirterek olayı kapatmaya çalışmıştır.

Özellikle 2010 yılında başlayan Suriye savaşıyla birlikte Türkiye’de bombalı saldırılar sıklıkla yaşanmaya başladı. AKP’nin Suriye savaşında cihatçı örgütlere verdiği destek önemli tartışma başlıklarından biriydi. “MİT Tırları Davası” bugün hala aydınlatılmayı beklerken, Suriye’deki örgütlere gönderilen “yardımların” neler olduğu hepimizin malumu. Türkiye üzerinden Suriye’ye kolaylıkla geçiş yapan binlerce cihatçı örgüt mensubu Suriye’de olduğu gibi ülkemizi de birçok kez kanlı saldırıya imza attı. Bu örgütlerin yuvalandığı ülkelerden biri olan Türkiye’de birçok katliam yaşandı. Bu katliamlardan bazıları şöyle: 5 Haziran 2015 tarihinde seçim mitingi için Diyarbakır’da toplanan kitleye IŞİD militanları tarafından bombalı saldırıda bulunuldu. Bu saldırıda 5 yurttaş yaşamını yitirirken 400 kişi yaralandı. 20 Temmuz 2015 tarihinde Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde bir kültür merkezine yapılan intihar saldırısında 33 kişi yaşamını yitirdi, 100’den fazla kişi yaralandı. 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da mitingine yapılan saldırıda toplam 107 kişi yaşamını yitirdi. Bu katliam “Ankara Gar Katliamı” olarak tarihe geçti. Aynı örgüt tarafından 28 Haziran 2016 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanı’na otomatik silahlarla saldırıldı. Bu saldırıda 45 kişi yaşamını yitirdi. 1 Ocak 2017 tarihinde bu sefer İstanbul’da bir gece kulübüne yapılan silahlı saldırıda 39 kişi katledildi. Cihatçı örgütlerin yaptığı bu katliamların öncesinde dönemin AKP’li Başbakanı Ahmet Davutoğlu IŞİD’i “Öfkeli Sünni gençlerden oluşan bir örgüt” olarak açıklıyordu. Tüm bu katliamlara ilave olarak bu kanlı örgütler tarafından iki Türk askeri de kaçırılarak vahşice katledildi. Fethi Şahin ve Sefter Taş isimli askerler 22 Aralık 2016 tarihinde IŞİD tarafından vahşice katledildi. AKP tarafından katliama ilişkin haberlere yayın yasağı getirildi ve olayın üstü kapatılmaya çalışıldı.

AKP’li yıllar siyasi cinayet ve katliamların aralıksız devam ettiği yıllar olarak tarihe geçmiş bulunuyor. Balyoz ve Ergenekon davaları sürecinde şüpheli birçok ölümün yaşandığı kamuoyunda tartışmaya devam ediliyor. Tutukluların sağlık hizmetlerinden yoksun bırakılması, siyasi baskı ile oluşan intiharlarla meydana gelen can kayıpları da bu listeye eklenmeli. 2013 yılında Gezi’de kaybettiğimiz gencecik fidanlarımızı da kara bir sayfa olarak tahine not düşmek zorundayız. Barışçıl gösterilere yapılan polis müdahalesi sonucunda 8 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştı. Sakat bırakılan onlarca kişinin hukuk mücadelesi ise AKP yargısına takılmış durumda.

Basında çoğunlukla “iş kazası” olarak geçen ancak her seferinde tam bir katliam olan iş cinayetlerini ise unutmak mümkün değil. Tersanelerdeki filikaları ya da inşaattaki asansörü test etmek için kum çuvalı yerine işçi kullanan ve onlarca işçinin ölümüne neden olanları da onlara sahip çıkanları da biliyoruz. Manisa Soma’da 301 işçinin tek bir gecede toprak altında kalarak can vermesini de büyük bir katliam olarak AKP’nin tarihine yazıyoruz. Ölümleri “fıtrat” olarak tanımlayanları dün oluğu gibi bugün de unutmuyoruz.

AKP’nin karnesi öylesine uzun ki; evinin salonunda ailesiyle birlikte otururken polis baskını sonucunda öldürülen Dilek Doğan’ı, Diyarbakır’ın ortasında vurulan Baro Başkanı Tahir Elçi’yi, Newroz’a giderken herkesin gözü önünde polis tarafından öldürülen Kemal Kurkut’u unutmak mümkün değil.

21 yıllık AKP iktidarının tarihinin bu cinayetlerden ibaret olamadığını biliyoruz. Türkiye’de sokak ortasında kurşunlanmayan, saldırıya uğramayan aydın, gazeteci, siyasetçi bulmak pek mümkün görünmüyor.

AKP’nin tarihi kan ve göz yaşlarıyla sulanmış bir tarihtir. Ancak tarihin yalnızca bu olaylar üzerinden okunamayacağını da biliyoruz. AKP tipik bir sermaye partisidir. Sınıfı neyse, AKP de odur