15 Temmuz’la kim hesaplaşabilir?

15 Temmuz Amerikancı FETÖ darbesiyle hesaplaşabilmek için emperyalizme, sermayeye ve gericiliğe karşı net bir duruş gerektiği açıktır. 15 Temmuz’un mağduru, AKP’liler, “kandırıldık” diyerek bugün bir eli yağda bir eli balda olanlar değil, emekçi halkımızdır.

FETÖ tarafından hayata geçirilen 15 Temmuz darbe girişiminin altıncı yıldönümünde bazı sorular ve başlıklar ortada duruyor.

İşin karanlıkta kalan onlarca yönü kafaları meşgul etmeye devam ediyor. Bunlardan en önemlisi olarak “FETÖ’nün ve darbenin siyasi ayağının” soruşturulmasının sürüncemede bırakılmasını örnek vermek yeterli olacaktır. Konu ile ilgili kurulan Meclis araştırma komisyonunun sonuçsuz kaldığı söylenebilecek “soruşturmasının” yetersizliğini bir kenara bırakırsak, sürüncemenin nedeninin siyasi iktidar olduğunu artık çocuklar bile görmektedir.

Yirmi yıllık AKP iktidarının tanımını yapmak gerekirse, Cumhuriyet’in tasfiyesini ve rejim değişikliğini ilk sıraya yazmak doğru olacaktır. İşte 15 Temmuz darbe girişimi tam da bu rejim değişikliği zemininde okunmalıdır. Elbette bu rejim değişikliğine imza atan odakların ve kurulan ittifakların da bu zeminde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Rejim değişikliğinin arka planını döşeyen odakların başında emperyalizmin geldiğini, Türkiye sermaye sınıfının bunu istediğini, AKP-tarikatlar-FETÖ-liberallerden oluşan koalisyonun bunu icra ettiğini ve yolunu yaptığını, düzen muhalefetinin ise en iyi ihtimalle bu rejim değişikliğine “kayıtsız kaldığını” ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Hal böyleyse, bugün Türkiye’de düzen siyasetinin parçası olan güçlerin ve egemen sınıfların 15 Temmuz’la hesaplaşma ehliyeti bulunmuyor. Emperyalizmin ise böyle bir niyeti yoktur. Çünkü darbenin arka tarafında emperyalizmin ve özelde ABD’nin olduğu genel geçer bir tespit olmanın ötesinde bir karakter taşımaktadır.

AKP iktidarı 15 Temmuz ve FETÖ ile hesaplaşamaz. Yakın zamanda NATO’nun genişlemesine onay veren bir iktidarın, Amerikancı bir darbe girişimi ile hesaplaşması mümkün değil. Zaten 12 Eylül gibi Amerikancı bir darbenin çocuğu olarak beslenip büyütülen bir iktidarın ülkemizde sermaye diktatörlüğünün derinleşmesi, laikliğin tasfiyesi için nasıl canla başla çalıştığını biliyoruz.

Bununla birlikte AKP ile FETÖ’nün geçmiş dönem yaptıkları ortaklık ve siyasal İslâm olgusu bu hesaplaşmanın önündeki engeldir. AKP ile FETÖ’nün Amerikancılıkta, piyasacılıkta, İslâmcılıkta, laiklik karşıtlığında, Cumhuriyet düşmanlığında nasıl bir ve aynı olduklarını biliyoruz. FETÖ borsalarının nasıl kurulduğu, kimlerin aklandığı da her geçen gün ayyuka çıkıyor. Detaylarına girmenin çok da alemi yok. AKP’liler artık sosyal medya hesaplarındaki FETÖ ile geçmiş bağlantılarını gösteren fotoğrafları ya da haberleri silmekle dahi uğraşmıyorlar. Nasıl olsa halk ekonomik kriz ile boğuşurken böylesi siyasi meseleler ile uğraşmıyor diye bir rahatlık içerisindelerdir kimbilir?

O yüzden bir kere daha şunları söylemekte beis görmemek gerekmektedir. FETÖ’nün siyasi ayağı AKP iktidarıdır ve FETÖ’nün fikirleri iktidardadır. Çünkü ikisi de Amerikancı ve İslâmcıdır.

ABD’nin yönelimi ve iki İslâmcı gücün çatışmasının Türkiye’yi kanlı bir darbe sürecine sürüklemesi ise yukarıda yazanlar ile çelişmiyor. Mesele Türkiye’nin dönüşmesi ve emperyalizme tam boy eklemlenmiş bir rejimin taşlarının döşenmesiyse, emperyalizmin çocuğu olan bu güçlerin el ele vererek de, kavga ederek de ülkemizi sürükledikleri yer bellidir.

Türkiye sermayesi konu ile ilgili timsah gözyaşlarını döktü ve işine bakmaya devam etti. Rejim değişikliğini isteyen patronlar açısından sömürü düzeninin sekteye uğramaması esastır. 15 Temmuz ile birlikte kurulan OHAL rejimindeki yasaklardan en çok patron sınıfı istifade ettiğini unutmayalım. Adım adım ekonomik krize yol alınan bir ülkede, OHAL grev ve eylem yasakları, işçi sınıfının hak arama mücadelesinin engeller olarak da gündeme gelmiştir. Bugün, Türkiye’de patronların 15 Temmuz’la hesaplaşmak gibi bir gündemi olacağını düşünen var mı?

Vakti zamanında AKP ve FETÖ ile işbirliği yapan liberaller ise timsah gözyaşları bile dökmediler. Şu an ıslık çalmakla meşguller. Onlar ki, 2007’de AKP eliyle “Türkiye’de burjuva devriminin tamamlandığını” vaaz ettiler, vesayete karşı demokrasi adına Ergenekon ve Balyoz operasyonalarına destek verdiler, 2010’da “yetmez ama evet” süsüyle AKP-FETÖ’nün referendum hamlesinin başarıya ulaşması için huruç ettiler, şimdi ise ne dedikleri belli değil. Bu zihniyetin sizce 15 Temmuz’la hesaplaşması mümkün mü? Türkiye’de liberallerin İslâmcılar ile kurduğu ittifakın, Kemalizm ve Cumhuriyet düşmanlığının kendileri açısından mantıki bir sonuca ulaşması beklenirdi. Ancak yıllarca darbeci diye itham ettikleri “Ergenekoncu ve Balyozcu askerler” ile darbe karşıtlığı bağlamında 15 Temmuz 2016’da objektif olarak aynı safa düşmeleri liberallerin alaya alınacak bir yönü olarak ele alınmalı. O yüzden 15 Temmuz bağlamında ıslık çaldıkları açıktır.

Türkiye’de Millet İttifakı’nda cisimleşen düzen muhalefetinin de 15 Temmuz ile gerçek anlamda hesaplaşması mümkün değil. Önce Yenikapı ruhunun parçası olan, sonra 15 Temmuz’a dair “kontrollü darbe” değerlendirmesi yapan ana muhalefet partisinin ve bugün Millet İttifakı’nın bu bağlamda söyleyebileceklerinin sınırı bulunuyor. Çünkü Millet İttifakı da sağ bir zeminde kuruluyor. Türkiye’de yaşanan rejim değişikliğini tersine çevirmek gibi bir programı bulunmuyor. Emperyalizm ve NATO başlıklarında kimi zaman AKP’den daha fazla “kraldan çok kralcı” oluyor. İçinde AKP ve FETÖ ile husumetleri de olsa aynı ittifaklar zincirinden ya da gelenekten gelen siyasal İslâmcı güçleri barındırıyor. Olası bir Millet İttifakı iktidarında 15 Temmuz’la gerçek bir hesaplaşma mümkün görünmemektedir. Ya da farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse AKP’nin iktidardan düşmesi 15 Temmuz’la hesaplaşmak için yeter şart değildir.

Bu noktaya kadar ifade ettiklerimizin kısa özetini alırsak, 15 Temmuz Amerikancı FETÖ darbesiyle hesaplaşabilmek için emperyalizme, sermayeye ve gericiliğe karşı net bir duruş gerektiği açıktır. 15 Temmuz’un mağduru, AKP’liler, “kandırıldık” diyerek bugün bir eli yağda bir eli balda olanlar değil, emekçi halkımızdır.

İşte bu hesaplaşmayı yapacak tek güç bu ülkenin gerçek yurtseverleri ve ilericileridir. Türkiye’de solun, sosyalistlerin ve komünistlerin geçmişten geleceğe taşıyacakları böyle bir mücadele birikimi bulunuyor. Bunu kimse unutmamalı ve bunun tüm emekçilerin bilincinde yer etmesi için devrimci mücadele yükseltilmelidir.