Yeni bir ülke, yeni bir üniversite

Memleketin gidişatından bağımsız olmayan üniversitelerimiz, memleketin bağımsızlığı, eşitliği, aydınlanması söz konusu olmadıkça demokratik yapıda işleyemeyecektir. Eğer ki üniversitelerimizde olmasını dilediğimiz bir demokrasiden söz ediyorsak, memleket gericiliğe sürüklenirken bu mümkün değildir; burjuva iktidarının ise bizlere geniş halk yığınlarının, emekçilerin, öğrencilerin haklarını alabileceği bir demokratik sistem sunması hepten imkânsızdır.

Yeni bir ülke, yeni bir üniversite

Seçkin Aydınlık

Yeni yıla girerken AKP’li Cumhurbaşkanının beş ayrı üniversiteye rektör atamasıyla karşılaştık. Rektör atanan üniversiteler içerisinde Boğaziçi Üniversitesi de bulunuyordu ve Türkiye gündemine oturan eylemler de buradan başladı. Muhalif siyasetin bu olaya karşı genel tutumu rektörlerin atanma usulüyle değil, üniversite bünyesinde seçilmesiyle başa geleceği üzerinden şekillendi. Bir dizi çevre tarafından rektör atamalarının üniversitenin bağımsız ve demokratik karakterine zarar vereceği yönünde değerlendirme yapıldı.

Bu yazının çerçevesi de AKP’ye ve eylemlerine muhalefette ortaklaşarak; ancak muhalif olmanın yetmeyip, bütünlüklü bir değerlendirme ihtiyacının neden ve nasıl şekillendiğini ortaya koymak üzere şekillenecektir. Bu vesileyle sonda söyleyeceğimizi başta söylemiş olduk ve üniversiteli gençliğin ihtiyacı olanın “popüler” olandan ziyade “bütünlüklü” yaklaşım olduğunu dile getirdik.

Özerk üniversite nereye?

12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen darbenin, Türkiye ekonomisinin sahip olduğu görece kalkınmacı olan ithal ikameci modelini tasfiye ederek yerine neo-liberal politikaları yürürlüğe sokmak için yapıldığı bilinen bir gerçek.

Bu darbenin bizzat sermaye sınıfı çıkarları doğrultusunda yapılmasının iki önemli ucu vardır:

Birincisi ekonomiyi neo-liberal politikalara göre dizayn edeceklerse, toplumu da buna göre dizayn etmeleridir.

İkincisi ise, birinciyle paralel gelişerek, üniversitelerin de bu ekonomi politik yaklaşıma uygun bireyler yaratması ve piyasaya uygun öğrenci yetiştirmesidir. Üniversitelere yönelik bu ihtiyaç sonrası YÖK kurulmuş, sermaye sınıfı üniversitelerin yapısını doğrudan belirlemek noktasında adımlar atmıştır. YÖK’ün bu niyetle yola çıkmış olması, döneminin öğrenci hareketi içerisinde sermaye sınıfına karşı mücadelenin YÖK ile mücadeleye eşitlenmesi anlayışına, devletle mücadelenin YÖK karşıtı eylemliliklerde somutlanmasına götürmüştür.

Yazının kaplayacağı alanı göz önünde bulundurursak belli kestirimlerle yapılan bu tespitler uzatılmadan, belli hatalara pay bırakarak ilerleyeceğiz. Sermayeye karşı mücadelenin bir ayağı olarak görülebilecek YÖK karşıtı tutum, doğal olarak “özerk üniversite” vurgusunu yükseltmiş, askerin, polisin ve devletin hâkim siyasetinin okula girmemesini üniversitelerin bağımsızlığı vurgusuyla dile getirmiştir. Bu anlamda yürütülen özerk üniversite tartışmalarının öğrenci gençlik açısından düştüğü nokta ilerletici sayılabilir ancak günümüzde sermaye sınıfı, YÖK üzerinden üniversitelere müdahale etme ihtiyacı hissetmemektedir. Toplumun kendisini doğrudan neo-liberal politikalara uyumlu şekilde yetiştiren sermaye, “Her koyun kendi bacağından asılır” tezini 80’li yıllarda topluma uygulayamazken bu tezi günümüzde daha az zahmetle işletmektedir. Buradan hareketle üniversitelerin geldiği yer, merkezi kurumlarla müdahaleye ihtiyaç kalmadan, bizzat kendi içerisinde de sermayeden ve temsilcisi olan iktidardan yana hamleler yapma olanağı sunmaktadır. Bu durumun itirafı ise YÖK Başkanı tarafından arsızca gerçekleştirilmiştir:

“Kamuoyunda, Barış Akademisyenleri diye adlandırılan ama toplumun büyük bir kesimini rencide edip yaralayan o metinle ilgili birtakım üniversitelerimiz işlemler tesis etmiştir. İşlem tesis eden neresi? Üniversiteler tesis etmiştir bu işlemleri. YÖK, bizden önce şu şekilde şikâyet ediliyordu, ‘Niye üniversitelere bu kadar müdahale ediyor?’ Şimdi ise YÖK şikâyet ediliyor, ‘Niye üniversitelere müdahale edilmiyor?’ diye. Bu noktaya gelmemiz gerçekten beni çok mutlu ediyor.”

Yekta Saraç’ın bahsettiği durum üniversiteler dizayn edilirken artık dışarıdan hamlelere gerek kalmadan da sermayenin istek ve ihtiyaçları doğrultusunda kararlar alınabildiğidir.

Bugün üniversitelerimizde hedef olarak özerk üniversite talebi bizzat AKP’nin de hemfikir olabileceği, YÖK başkanlarının çıkıp bunu dillendirebileceği bir konuma gelmiştir. Tam olarak bu yüzden özerk üniversite talebiyle üniversite mücadelesine yaklaşmak eksikli kalacaktır.

Yukarıda ifade edilenlere ek olarak, yine 80 Darbesine göndermeyle, neo-liberal dünyada sınıf mücadelesine yer olmadığı, yeni mücadele biçiminin kimlik mücadelesi olduğu yönündeki yaklaşımların bizzat liberaller tarafından dillendirildiğini hatırlayalım. Neo-liberalizm; sınıf mücadelesini saf dışı bırakmak isteyerek kimliklere bölünmüş ve doğal olarak da parçalı hale geldiği için bütünlüklü bir yaklaşım geliştiremeyen mücadele tarzını toplumsal alana dayatmıştır. Küçük parçaların her biri, kendi bacağından asılır dedikleri şekilde, toplumun kendisini bir bütün olarak değil kendinden menkul bir yapı içerisinde görmeye başlamıştır. Buradan hareketle üniversitelerde atanan rektörlere karşı ses çıkartacak olanlar sadece üniversite öğrencileri haline gelmiştir. Şimdi bir soru sormak gerekir; memleketimizde dalga dalga demokrasi yayılırken mi üniversitelere rektörler atanıyor, yoksa memlekette gericilerin, sermaye yandaşlarının her türlü baskıcı politikayı izlediği bir dönemde mi üniversitelere rektörler atanıyor? Memlekette “damdan inme” bir sorun olmayan üniversite ve eğitim sorunu, memleketin sorunlarıyla paralel ilerlemektedir. Memleketimizde işçinin hakkı gasp edilebildiği için, üniversitelerin hakkı gasp edilebilmektedir ve bunun karşısında iki ayrı parça olarak değil, tek bir bütün olarak durulabilir. Sermayenin TÜSİAD ile tek elden örgütlenmesi ya da başkanlık sistemi ile tek elden örgütlenmesi bizlere, sorun yaratanların parçalı bir örgütlenme ve mücadele yöntemini tercih etmediklerini göstermektedir. O halde bugün üniversite öğrencileri de dağınık ve parçalanmış bir mücadele yerine bütünlüklü bir mücadelenin zeminini açmalı ve üniversite mücadelesini buradan ele almalıdır.

Yeni bir üniversite yeni bir ülke ile mümkün

80 sonrası üzerinden gerçekleştirilen kısa tarihsel anlatı, bugün yaşadığımız çözümsüzlüğün zeminini ortaya koymak istemiştir. Bir darbeyle toplumu bölmek ve kontrol edilebilir hale getirmek isteyen yaklaşımın kendisi, bugün yaşadığımız sorunlara dair çözüm üretemez. Sorunun kendisi bizzat bu politikalardan kaynaklanmaktadır. Üniversitenin sorununu sadece tuvaletlerde biten peçeteler, yemekhanelerde çıkan kötü yemekler olarak tariflersek bu parçalanmış anlayışa geçit veririz.

Üniversitelerimizin sorunu ile memleketimizin sorunu bir ve aynıdır: Fabrikaları, tarlaları, üniversiteleri, siyasi iktidarı kim yönetecek? Fabrikadaki emekçinin sadece kendi dertlerinden, üniversitelerin sadece kendi dertlerinden yakındığı bir tablo bu sorunun cevabını veremez. Bu anlamda özerk üniversite istemek bizler açısından bir talep olamayacağı gibi sadece demokratik taleplerle sınırlandırılmış bir üniversite mücadelesi tarzı ortalamacı siyaset olmaktan öteye gidemez.

Melih Bulu’nun yıllarca AKP içerisinde çalışmış olması da bir sorundur, demokratik olmayan yollarla rektörlüğe gelmiş olması da bir sorundur; ancak demokratik olmayan yollarla atanabilmesini sağlayan şey de içinde çalıştığı AKP’nin yıllardır iktidarda olması ve üniversitelere saldırmak için bu yöntemleri tercih etmesidir. Bu süreci bizlerin en büyük silahı, kozu olan siyaseti bir kenara bırakarak değil ancak ve ancak birlikten doğan kuvvetimizi, siyasetimizi kullanarak değerlendirirsek doğru bir çizgiye ilerlemiş oluruz. Memleketin gidişatından bağımsız olmayan üniversitelerimiz, memleketin bağımsızlığı, eşitliği, aydınlanması söz konusu olmadıkça demokratik yapıda işleyemeyecektir. Eğer ki üniversitelerimizde olmasını dilediğimiz bir demokrasiden söz ediyorsak, memleket gericiliğe sürüklenirken bu mümkün değildir; burjuva iktidarının ise bizlere geniş halk yığınlarının, emekçilerin, öğrencilerin haklarını alabileceği bir demokratik sistem sunması hepten imkânsızdır.

Yeni bir memleketin, sosyalist bir cumhuriyetin kapısını aralamadan yeni bir üniversite talebinin ayakları yere basmayacaktır. Bilimden yana bir üniversite istiyorsak, emekten yana bir cumhuriyet kurmalıyız. Bu durumda iyi niyet dilekleriyle süslenmiş, ütopik hayaller yerine bilimsel bir programı kendimize şiar edinerek yola koyulmak gerekir.