Tülin Tankut yazdı: Yangın felaketine uğrayan ağaçların dili olsa da...

Felaketlerin müsebbibi kapitalist sistemse kendiliğinden çökmez. Kendini onarır; bunun için kitlesel işten çıkarmalardan , savaşları yaygınlaştırmaya, tüm yolları denemekten çekinmez. O varken tüketim çılgınlığı bitmez. Pandemi her şeyi değiştirecek dendi. Hani? En basitinden üretici kıvranırken bankalar tüketiciye kredi veriyor!

Tülin Tankut yazdı: Yangın felaketine uğrayan ağaçların dili olsa da...

Tülin Tankut

Artan işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk, pandeminin yarattığı sorunlar yetmiyormuş gibi, ülke orman yangınlarıyla cebelleşiyor şimdi de.

“Hazırlı değildik” mazereti ; bu tür felaketlerin bir daha yaşanmayacağı anlamına gelmez. Kamu denetiminin eksikliği, yasa dışılığın artışı, ruhsatsız, izinsiz çalışan iş yerleri (sık sık patlama haberleri geliyor), iş kazaları (cinayetleri), çocuk işçililiği… Medyanın eleştirel gücü kırılmış ve toplumsal algı üzerindeki yanıltıcı etkisi artmış… Dünya yalana boğulmuş…

Felaketlerin daha beterinin gelmesini mi bekleyeceğiz?

80’li yıllardan itibaren tüm dünyada kamusal alan “özel haklar” tarafından talan ediliyor. Biz eksik mi kalacaktık! Hırs, rekabet, peformans… Dizginler piyasanın elinde. Her şeye o karar verir. İhtiyaçtan fazlası, gösterişe yönelik tüketimi o kışkırtır. AVM’ler bir yandan; televizyonda , internet ve cep telefonlarına yağan reklamlar, insanların alış veriş isteklerini kabartır.Farklı tüketici sınıflarına uygulanacak pazarlama stratejileri anketlerle belirlenir.

Sosyal medya kullanıcıları arasındaki gösteriş merakıysa hiç akla gelmeyecek kesimleri bile sarmadı mı? (İnstegram anneleri) Genç kuşak, teknolojiye olan yakınlığı nedeniyle , cep telefonunun yeni modelleri gibi, zorunlu olmayan nesnelere , statü sembolü olarak algılandığı için ilgi duyar.

Çünkü piyasa, okul öncesi dönemde yakalar tüketici adayını. Küçük kızlar için makyaj çantaları sürer satışa; onları cinsel rollerine hazırlamak lazım! Temizlik, çocuk bakımı ve eğitimi ; mobilya, mutfak eşyası, elektrikli araç gerecin satın alınması v.b. konular, kadınların sorumluluğuna bırakıldığından reklamların hedef kitlesi kadınlardır. Araştırmalara göre, giyim- kuşam, aksesuar, kozmetik, saç ve beden bakımı gibi dış görünüşe yönelik tüketim artışı kadınlarda daha fazladır. Erkeklerse buna ek olarak araba, ofis, mobilya yenilemeyi tercih ederler.

AVM’ler yemek içmek, dinlenme bankları, çocuk oyun alanı, konser, imza günü, sinema ve bankamatikten mescit ve bebek odasına kadar sunduğu çeşitli imkanlarla kişinin tüm günü orada geçirebilmesini sağlar; öyle ki alış- veriş yapma gücü olmayanlar için bile sırf gezip dolaşmaktan vazgeçilemeyecek mekanlardır.

Reklam, üreticinin kârını, tüketicinin zaaflarını artırır. Tüketim çılgınlığı geleneklere de yansımıştır. Şatafatlı düğün yemekleri, iftar sofraları… Seküler ve İslami kesimin ortak noktaları tüketici kimlikleridir. Kısıtlı bütçeleriyle taksit, sezon sonu indirimli satış v.b. reklamların tuzağına düşenler; indirimi kaçırmamak için birbirini ezerek mağazalara hücum edenlerse yalnız bizde değil, dünyanın her yerinde… “Liberalizmin yücelttiği bencil birey”, tüketime sınırlama getirilmesine karşıdır. Zaten kapitalist kültürde de , gerçeğin yerine taklidi koymak işten bile değildir. Dolayısıyla pahalı malların, markaların “merdiven altında üretilen “çakma”ları semt pazarlarında satılır. Peki, maddi olanakları tüketime el vermeyenler arasında mutsuzluk, psikolojik rahatsızlık görülürse ne olur? Çareyi ilaç şirketleri bulur.

Özetle tüketmek, bir yaşam biçimi olmuştur. Tüketim bitmez, ad değiştirir: “Dijital pazarlama”, “Dijital tüketici”…Peşi sıra avaneleri boy gösterir.
Bilim insanları hazır yiyecek, asansör, araba , fiziksel aktivite azlığı gibi nedenlerin , kalp damar rahatsızlıkları v.b. sağlık sorunlarına yol açan obeziteyi tetiklediği yönünde uyarılarda bulunurlar. Obeziteden kurtulmak için diyet yiyecekleriyle, kitaplarıyla koskoca bir diyet ve spor sanayisi yaratılmıştır; cerrahi müdahaleler de giderek artmaktadır. Ancak sonu obeziteye varan şişmanlığa karşı dengeli beslenmeyi- et, balık, yumurta ve sebze, meyve- öneren bilim insanları, dar gelirlilere özgü karbonhidrat ağırlıklı beslenmenin de- ekmeğe kuvvet – şişmanlık nedeni olduğu ve sağlık sorunlarına yol açtığını es geçerler. Toplum sağlığı, özellikle çocuklar açısından işin düşündürücü yanı da budur.

Kentin karmaşasından bunalmış, organik beslenme, doğayla iç içe olma hayaliyle, kentten kaçıp huzuru sahil bölgelerinde, kırsalda arayanları da zor günler beklemekte. Kaçacak yer yok! Yangın, deprem, sel, su baskını, fırtına , heyelan…Hiçbiri rastlantı değil. Kaldı ki, aşırı sıcak dalgası, nem, hava ve deniz kirliliği, yağmur, dolu, yıldırım çarpması, hemen hemen ülkenin her yöresini yokluyor. Küresel ısınmanın , iklim değişikliğinin yarattığı felaketleri önlemek için BM (Birleşmiş Milletler) öncülüğünde Paris Anlaşması 2016 yılında yürürlüğe girdi. ABD’de D. Trump, ülke ekonomisini öne sürerek anlaşmadan çekildi. J. Biden anlaşmaya döndü. ( Türkiye, anlaşmayı neden onaylamıyor, sorusu yetkililerden yanıt bekliyor.)

Anlaşma ne getirecek, ne götürecek, bu da dünya kamuoyunda merak konusu. Sözgelimi çok geniş bir alanı kapsayan ve hâlâ söndürülemeyen Kaliforniya’daki yangın, daha sona erdirilemeden ABD’nin büyük sermaye gruplarının açlık tehlikesin e karşı, “orman vasfını kaybetmiş bölgelerde” tarım yapma iştahını kabartmış görünüyor. Ülke yönetimlerini uyaracak halklar da rehavet içinde…

Ancak, kişisel sorunlarla insanlığı ilgilendiren sorunlar arasında bağlantı kurulmaması , kişisel olandan öteye gidilmemesi çözümsüzlük getirir.Dünyanın yaşadığı felaketler de küresel işbirliğiyle çözümü gerektirir.

Peki, dünyanın içinde bulunduğu durumu sorgulamaktan bizi alıkoyan ne?

Neden güneşlenirken elli faktörlü güneş kremi kullanıyoruz? Saç ve cilt bakımı için ekstra ürünlere neden ihtiyaç duyuyoruz? Çevre, su, hava kirliliği olmasa bu ihtiyaçlar azalacaktır. Demek ki, teknolojinin; doğal kaynakların, enerjinin aç gözlü ve saldırgan bir ekonomiden , insanların ihtiyaçlarının karşılanmasına dayalı bir ekonomiye kaydırılmasıyla bu felaketlerin önüne geçilebilir. Çalışma da kâr hırsıyla , doymazlıkla değil, insanın yararı, refahı için yapılmalıdır.

Ayrıca yaşam eğlenceden ibaret değildir. Sırf “farklı görünmek “ adına, toplumsal değişim ve dönüşüme harcanacak enerjinin yerini dövme, pop müzik, dans, rekabeti körükleyen bilgisayar oyunlarıyla , e-sporlarla doldurmak, özellikle gençlerin entelektüel yaşamını geriletiyor. En az bilgiyle yaşamı idare etmek, kişiyi manipülasyonlara kolayca inanma konumuna sokar; boyun eğici yapar. Oysa gerçek bilgiye sahip olmak, değişime dönüşüme yol açar. Toplum bilim, sanat ve sporla donatılırsa insanlığın durumu da bugünkünden farklı olacaktır.

Felaketlerin müsebbibi kapitalist sistemse kendiliğinden çökmez. Kendini onarır; bunun için kitlesel işten çıkarmalardan , savaşları yaygınlaştırmaya, tüm yolları denemekten çekinmez. O varken tüketim çılgınlığı bitmez. Pandemi her şeyi değiştirecek dendi. Hani? En basitinden üretici kıvranırken bankalar tüketiciye kredi veriyor!

Ancak görünen o ki, ülkemizde 60’lı 70’i yıllar canlanıyor. Sol ilgi odağı olmayı başardı. Emekçi halkın çıkarlarını gözeterek, somut olaylar üzerine örgütlenmeye önem veriyor. Yangının bir yüzü her daim ekranlarda. Öbür yüzü gönüllülük ve dayanışma ruhuyla kurtarma çalışmalarına katılan yurttaşları yansıtıyor. Sol çevreler, olanakları çerçevesinde , yangından zarar görmüş bölgelere , yangın mağdurlarına ulaşmaya çalışıyorlar ; bilimsel bilgi ve toplumcu bakış açısıyla oluşturulmuş somut çözüm önerilerini maddeler halinde kamuoyuna duyuruyorlar.

Felaketler peş peşe gelirken bugün, bağımsız düşünsel yaşamı korumaya ve emekçi halkın toplumsal dayanışmasını zafiyete uğratacak engellere karşı direnmeyi ilke edinmeye her zamankinden daha çok ihtiyaç var.