Üniversiteler külliyenin parçası olamaz

Üniversite kampüslerinde açtırılan mescitlerle başlayan süreç, bugün iktidarın üniversiteleri medreseleştirip külliyenin bir parçası haline getirme çabasıyla sürüyor.

Külliye, bir caminin çevresinde camiyle birlikte kurulmuş medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane vb. yapıların bütününü tanımlayan Arapça bir sözcük[1]. Camiyi yaşamın merkezine alan İslam Devleti’ne özgü bir kavram olan külliye, bir süredir Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın resmi adı olarak kullanılıyor. Marmara Üniversitesi’nin Ziverbey’deki değerli arazisini boşaltmak için 2019 yılı Kasım ayının son ‘hayırlı’ Cuma gününde Maltepe’nin Başıbüyük Mahallesi’nde temel atma töreni yapılan yeni kampüse de Recep Tayyip Erdoğan Külliyesi adı verildi.

Laik devletin üniversite kampüslerinde açtırılan mescitlerle başlayan süreç, bugün  iktidarın üniversiteleri medreseleştirip külliyenin bir parçası haline getirme çabasıyla sürüyor. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyumla yapılmak istenen de çağdaş bir akademik kurumu külliye bünyesine katmaktır. Bu tepeden inme atama, Üniversite’yi kentin dışına taşıyıp mevcut kampüs alanını ranta açma planının ilk aşaması olarak da görülebilir. Marmara Üniversitesi örneğindeki gibi olası temel atma töreninde, yeni kampüs için ‘Boğaziçi Üniversitesi ……….. Külliyesi’ (yakışanı siz bulun) adını ilan etme hayali bile kurulmuş olabilir!

Kutsallar üzerinden provokasyon

Halkın haklı eylemlerini karalamak için AKP iktidarının Gezi direnişinden beri uyguladığı taktikler, kıdemli ana muhalefet partisi tarafından hâlâ kavranmamış görünüyor. Anımsanacağı gibi CHP Sözcüsü Faik Öztrak, sonradan düzeltmeye çalıştığı ilk açıklamasında, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki sergide yer alan Kabe illüstrasyonuna ilişkin “insanlığın mukaddes değerlerine hiçbir saldırıyı kabul edemeyiz” demişti. AKP’nin kutsallar üzerinden yürüttüğü provokasyon stratejisinin değirmenine su taşıyan bu tür açıklamalar sadece anti laik rejimin hegemonik gücünü pekiştirmeye yarıyor. Oysa demokratik siyaset, uhrevi alanı değil, dünyevi alanı ilgilendiriyor. Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, hukuksuzluk gibi insanların canını yakan dünyevi sorunlar dağ gibi büyürken iktidarın kutsal simgeler üzerinden köpürttüğü  tartışmalara muhalefetin eşlik etmesi akla hayale sığmıyor. Muhafazakâr seçmenleri küstürmemek için laik devlet ilkesini görmezden gelen muhalefet, anayasayı yıllardır hoyratça çiğneyen AKP iktidarına ve şeriat devleti isteyen azınlığa zımnen cesaret vermiş oluyor. Muhalefet partileri, güçlendirilmiş parlamenter sistem için laiklik ilkesinin olmazsa olmaz olduğunu, muhafazakar kesimlere anlatmaya bir türlü yanaşmıyor. Demokrasinin başat kavramlarından biri olan laiklik, dinsel alan ile devlete ait kamusal alanın birbirinden ayrılmasını öngörüyor. Mevcut anayasaya göre, devletin tarafsız kalarak inançlar arasındaki mesafeyi koruması gerekiyor. Anayasa Mahkemesi de, Türkiye’deki laiklik anlayışını özgürlükler bağlamında değerlendiriyor. Laik devlet, dinler karsısında yansız olan; ne rejime göre din, ne de dine göre rejim isteyen bir devlet olarak tanımlanıyor[2].

Siyaset damgalı üniversiteler

Geçmişten günümüze siyasi lider isimlerinin üniversitelere verilmesi, hem siyasetin akademi üzerindeki tasallutunu, hem de iktidar sahiplerine yaranma geleneğini gösteriyor. 12 Eylül askeri darbesinden bir süre sonra kurulan Marmara Üniversitesi’ne bağlı Atatürk Eğitim Fakültesi’nde açılan kütüphaneye, dönemin sıkıyönetim komutanının adının verilmesine öğrencilik yıllarımda tanıklık etmiştim. Halen hayatta olan emekli orgeneral, açılış töreninde yaptığı konuşmada fakülte yönetimine teşekkür ederken kendi adıyla kütüphane arasında bir ilişki kuramadığını da şaşkınlıkla itiraf etmişti. Darbe ürünü YÖK aracılığıyla zapturapt altına alınan yüksek öğretim kurumları, siyasal iktidarların yanı sıra hızla sermaye güçlerinin de güdümü altına girdi. Paralı eğitimin önünü açan ‘vakıf’ üniversitelerinin kurulmasıyla  öğrenciler müşteri, öğretim elemanları da pazarlama uzmanı haline getirildi. Bugün ülkemizde bilimsel özgürlüğünü ve kurumsal özerkliğini, siyasal iktidara ya da sermayeye armağan etmeyen neredeyse hiçbir üniversite kalmadı.

1990’lı yıllarla birlikte iktidarlar, siyasi nüfuzlarını genişletip oylarını artırmak için  farklı kentlerde kamu üniversiteleri açmaya başladı. Nicel ve nitel bağlamda akademik yetersizliklerine karşın pıtrak gibi çoğalan yeni üniversitelere siyasi liderlerin isimlerinin verilmesi de alışkanlık haline geldi. Örneğin bunların bir kısmına Celal Bayar, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş ve Turgut Özal gibi Cumhuriyet Dönemi’ni temsil eden müteveffa siyasetçilerin ismi verilirken diğer bir kısmına da Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Binali Yıldırım gibi hayatta olan iktidar sahiplerinin isimleri verildi.

Batı dünyasındaki örneklere bakıldığında üniversitelerin merkezi siyasi otoriteden bağımsız, çoğulcu bir görünümde olduğu söylenebilir. Çok sayıda yüksek öğretim kurumunun bulunduğu ABD’de özel sektöre, kiliseye ya da devlete ait üniversiteler, isimlerini genellikle bulundukları eyaletlerden alıyor. Katolik ya da Evangelist kiliselerine bağlı üniversitelere ise bazı azizlerin adı verilmiş. Ülkenin kurucusu George Washington ve suikasta uğrayan John F. Kennedy gibi bir kaç ABD Başkanı dışında siyasi liderlerin isimlerine üniversite tabelalarında rastlanmıyor.

Almanya, İngiltere, Fransa benzeri Avrupa ülkelerinde bulunan üniversitelerin de çoğunlukla kuruldukları kentin ismini aldığı görülüyor. Bazı önemli üniversitelere ise tarihe mal olmuş Goethe, Schiller, Johannes Gutenberg, Robert Gordon, Claude Bernard, Joseph Fourier gibi düşünürlerin, kaşiflerin, yazarların ve bilimcilerin isimleri verilmiş[3]. Ülkemizde Cumhuriyet Dönemi’ne damgasını vuran Cahit Arf, Hulusi Behçet, Remziye Hisar, Nazım Hikmet, Abidin Dino, Cavit Orhan Tütengil gibi onlarca aydın varken üniversitelere siyasi lider ismi verilmesi nedense hiç sorgulanmıyor! Varoluş amacı, bilimsel bilgi üreterek topluma ve insanlığa fayda sağlamak olan üniversitelerin siyasete bu denli alet edilmesi ülke adına acınası bir durumdur. Siyasileri taltif etmek uğruna bilim yuvalarının sıradanlaştırılması kabul edilemez. Üniversiteye yakışan, kendi misyonunu temsil eden değerli bilim ya da sanat insanlarının ismiyle onurlandırılmaktır.

Hava limanları, köprüler, bulvarlar, caddeler ve ekranlar yetmezmiş gibi bir de üniversiteler…Uzam ve zaman tanımayan siyasi figürler, ismen ve cismen hayatımızı işgal ederek bize nefes alacak alan bırakmıyorlar.

Sırasıyla kampüs, yerleşke ve  külliye… Kavramı açıklayan sözcüklerin yirmi yıllık evrimi, ülkedeki gidişatı göstermeye yetiyor. Siyasal iktidar, anlı şanlı üniversiteleri bile İslam Devleti’nin totaliter anlayışını temsil eden külliyenin parçalarından biri sayıyor.

[1] https://www.turkedebiyati.org/kulliye-nedir/

[2] http://www.mku.edu.tr/files/25_dosya_1338382759.pdf

[3] https://www.hotcourses-turkey.com/study/us-usa/international/schools-colleges-university/211/list.html

 

Yazarın Diğer Yazıları
İklim adaleti 19 Nisan 2024
Tinsel yolculuklar 22 Mart 2024