Trumpizm ve Tayyipizm

Trumpizm, sağ popülizmdir. Trump’ın ‘önce Amerika’sı, Tayyip’in ‘milli ve yerli’si ile örtüşüyor. Hitler’in “Du bist Deutschland”ına benziyor, faşizmi çağrıştırıyor. Hitler’in “Ein Volk, ein Reich, ein Führer” sözleri Tayyip’te “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” tekerlemesine dönüşüyor!

Trump bir ucube değildi. Aslında kapitalizmin çıplak ve dolaysız temsilcisi idi. Bu açıdan bakarsanız, liberallerin ve her nevi demokratların yani kapitalist sistemin “ambalajlı” savunucularından daha az ikiyüzlüydü.

Çünkü Trump, başkalarının süsleyip ambalajladığı ve “değerler normuna sahip” diye yutturulan bir liberalizmin değil, popülizmin, otoriteryanizmin, göçmen düşmanlığının, dinciliğin, sermayenin doğrudan ve çıplak temsilcisi idi. Kendisinin de bir patron olması, kapitalist sınıfın karakterini göstermesi bakımından bir ucu değil; tersine bir ortalamayı gösterdiği için daha az ikiyüzlü bulunmalı. Aslında tersinden, liberalizm, kendisinin savladığı “ideal demokrasi” nedeniyle tam bir sahtekarlık!

Trump’ın, rakiplerini, hatta doğrudan tekelci kapitalizmin küresel temsilcilerini bile, sosyalizm ile suçlamasının nedeni açık değil mi: Kendisini doğrudan, dolaysız, çıplak olarak kapitalizmin savunucusu olarak görmektedir.
Sürekli gündeme getirdiği sosyalizm düşmanlığı, özünde kapitalizmi savunan bütün kesimlerinin ortak paydası değil mi? Üretim araçlarındaki mülkiyeti ve sermaye sınıfının iktidarını kaldırmakla kendini tanımlayan sosyalizm ile liberalizm nasıl yan yana gelebilir ki? Bu açıdan bugün Trump karşıtı kesilen ABD’nin küreselleşmeci sermayesinin ve onun siyasal temsilcisi liberalizmin solla ilişkilendirilmesi ne kadar tuhafsa bu kesimlerin Trump karşıtlığını anomaliye indirgemeleri bir o kadar manipülatif bulunmalı!

Trump’ın yerine Biden’ın gelişi dünya siyasetinde yeni bir dönemin, konseptin ya da stratejinin devreye gireceği anlamına gelmiyor. Bir diğer önemli nokta da bu. ABD bir emperyalist ülke olarak, özünde askeri bir emperyal imparatorluktur. Trump-Biden değişimi, ABD emperyalizminin bütünsel hedeflerinde ya da stratejik yaklaşımlarında bir değişiklik yaratmayacak.

Örneğin Biden yönetiminin, İran konusunda geri adım, Çin ile müttefiklik, Rusya ile ortaklık, İsrail’e dur diyeceği gibi beklentiler boş beklentiler. Hatta bölgesel olarak BOP’un daha ileriye taşınacağı bir süreç karşımıza çıkacak. Bu saptama, Biden-Trump arasında emperyalist tekellerin çıkar farklılaşmasını belirsizleştirme olarak okunmamalı. Kaldı ki böylesi bir mantık yürütme ABD’de yaşanan siyasal gelişmeleri ya bir komplo ya da bir tiyatro oyununa indirger ki bu hiç ama hiç doğru değil. Ayrı bir analizin konusu olarak şimdilik bu başlığı geçelim… Trump’ın Çin düşmanlığı ve Rusya ile yakınlaşma siyaseti, Biden döneminde Çin ile yakınlaşma ve Rus düşmanlığına mı dönecek gibi basit bir tartışmadan bahsetmediğimiz açık olsa gerek.

Trump’ın temsil ettiği çizgiye, sağ popülizm, yeni-faşizm, otoriteryanizm, dinci gericilik gibi nitelendirmeler yakıştırılıyor. “America First” sloganıyla, kapitalizmin girdiği ekonomik krizin yaratmış olduğu çelişkilere yaslanan sağcı siyaset tarzı karşımızda!

Zamanında Mussolini ve Hitler faşizmini, kapitalizmin anomalisi sayarak, kapitalizmi liberalizm ile ambalajlayanlar çıkmıştı. Trump’a da benzer bir muamele yoluna girmeye çalışıyorlar. Ama Trump’ın temsil ettiği çizgiye yeni faşizm etiketi yapıştırıp sağ popülist karakterini ya da doğrudan Amerikan sermayesini temsil ettiği gerçeğini geri mi çekeceğiz? Trump’ı faşizm ile özdeşleştirip anomali ya da ucube saymak bu kadar kolay mı?

Değil! Çünkü Trump, ABD emperyalizminin müesses düzeninin başat iki partisinden birisinin, Cumhuriyetçilerin lideri de o yüzden! Bugün, kapitalizm krize girdikçe çelişkiler daha da artıyor, sol ve sağ üzerindeki, ya da sınıf çelişkileri üzerindeki örtü gittikçe inceliyor. Tam da bu yüzden Trump, üzerindeki örtüsü gittikçe incelen bir kapitalizmin dolaysız bir temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor!

Trumpçıları vatansever ve emekçi sınıfları temsil eden kesim olarak yorumlayanlar yok mu? Hele hele ülkemizde sol adına bu tür görüşleri ifade edenlerin hangi aklı temsil ettikleri merak konusu! Bir de hem Çinci ya da Avrasyacı olup hem de Trump taraftarlarını destelemek komik bir çelişki, değil mi?

Trump’ı vatansever ilan edenler ya da Kongre baskıncılarını yoksul emekçiler olarak görenlerin, ‘yetmez ama evet’e imza atan liberallerin “ilerici, cumhuriyetçi ve solcuları” seçkinci olarak görmelerinden ne farkı var?

Trump’ın ABD’de temsil ettiği çizgi, ülkemizde Erdoğan tarafından temsil edilen çizgidir.

Trumpizm, sağ popülizmdir. Trump’ın ‘önce Amerika’sı, Tayyip’in ‘milli ve yerli’si ile örtüşüyor. Hitler’in “Du bist Deutschland”ına benziyor, faşizmi çağrıştırıyor. Hitler’in “Ein Volk, ein Reich, ein Führer” sözleri Tayyip’te “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” tekerlemesine dönüşüyor!

Yeni sağın adı Trumpizm, Trump’ın ‘proud boys’larıyla sokak gücü oluyor, Türkiye’de ise Ayasofya gösterisinde sokaklara inen gerici güçler Tayyip’in tabanına dönüşüyor, Osmanlı Ocaklarıyla, Milli Beka Hareketi Derneğiyle, ülkemizdeki karşılığı oluyor. Mussolini’nin kara gömleklilerini hatırlatıyor.

Trumpizm, otoriteryenizmdir. Trump’ın ‘Amerikan müesses düzenindeki fevriliği’, Türkiye’de ‘tek adam’ oluyor.
Yeni-sağın yükselişi ya da neo-faşizm olarak kavramsallaştırmalar süreci bir yerden sonra açıklayabilir. Ama tek başına neo-faşist nitelendirmesiyle kapitalist sistemin anomalisi haline getirmek, aslında kapitalizmin normalini meşrulaştırmak anlamına geliyor. İşte bundan uzak durmak gerekir.

Ortadaki gerçek, kapitalizmin krizi, bu krizin çelişkileri daha görünür kılması, sınıf çelişkilerinin daha da keskinleşmesidir.

Bu kapitalizm ıslah olur mu? Soru budur…

Son söz: Trump gitti, ama koltuğu bırakmamak için Kongre baskınına yol vermişti.

Türkiye’yi ise göreceğiz…