Sosyalistlerin ittifakı üzerine – II: Tunceli örneği

Sol, düzen karşıtıdır. Düzeni karşıya almadan, devrimci bir duruşun ortaya konması mümkün değildir. Düzen karşıtı devrimci duruş, istibdat rejimine de, tek adam yönetimine de en güçlü karşı çıkıştır. Aynı zamanda, kapitalist sömürü düzeninde aktör ya da “idari biçim” değişikliğiyle yetinilmemesinin de tek yoludur.

Türkiye sosyalist hareketinin değişik dönemlerde ittifak ya da güç birliği deneyimleri mevcut. Yakın zamanda üç ittifak-güç birliği pratiği ilk akla gelenler. Birisi Gezi’den önce, diğeri hemen Gezi’nin sonrasında kurulmuştu. Üçüncüsü ise bugün de devam eden SMF, TKH, TKP ve EÖC tarafından Tunceli’de kurulan ittifak.

2010 referandumu gündeme geldiğinde dönemin TKP’si ile ÖDP, EMEP ve HALKEVLERİ arasında kurulan “Hayır Cephesi”, Türkiye siyasetinde solun politik etkisi bakımından önemli bir rol oynamıştı. Dönemin “yetmez ama evet”çilikle kendisini ifade eden liberalizmin AKP destekçisi ve işbirlikçi siyasetine karşı solun devrimci duruşunu temsil etmişti. “Hayır Cephesi”nin devrimci bir iitfak-güç birliği deneyimi olarak önemi, bugünden bakıldığında ya da bugünkü siyasal gerçeklik üzerinden değerlendirildiğinde herkes için açık olmalı. Liberalizmin, sol görünümlü sağ duruşunun ya da başka bir deyişle “yetmez ama evetçiliğin” akılları teslim aldığı bir dönemde solun Hayır Cephesi’yle “bağımsız bir odak” ortaya koyması, sosyalist hareketin devrimci duruşunun bir örneği olduğu kadar, solun bağımsız siyasi hattının mümkün ve gerekli olduğunun da örneği olarak karşımızda duruyor. Kürt siyasi hareketinin “boykot”la karşıladığı 2010 referandumunda, solun, Kürt siyasi hareketinden bağımsız bir duruşu ortaya koyması, meselenin bir diğer ve önemli bir boyutu. 2010 referandumunun sonuçları biliniyor: Anayasa değişikliği ile başta yargının ele geçirilmesiyle başlayan süreç, bir istibdat rejimiyle sonuçlandı. Güç birliği ve ittifak gündeminin sosyalist harekette hararetle tartışıldığı içinden geçtiğimiz kesitte, “Hayır Cephesi”nin karakterini belirleyen en önemli olgularından birisi, bize göre, solun bağımsız siyasal bir odak olarak kendisini konumlandırmasıyla ilgili. Gerek yetmez ama evetçi liberalizmin gerekse Kürt siyasi hareketinin bütün etkisine rağmen sosyalist hareketin doğruda durmada ısrar etmesi ve bağımsız bir odak olarak yoluna devam etmesi, bugüne de ışık tutan bir politik deneyim olarak okunmak durumundadır.

Birleşik Haziran Hareketi ise, başka bir ittifak deneyimi olarak, Gezi’den sonra kuruldu. Ancak Gezi sonrası, politik tepkiyi örgütleme noktasında Birleşik Haziran Hareketi hem bekleneni hem de hedeflerini yerine getirmede başarılı olamadı. Türkiye sosyalist hareketinin bağımsız siyasal odak arayışının bir başka örneği olarak göreceğimiz Birleşik Haziran Hareketi, Gezi’yle ortaya çıkan büyük potansiyeli ileriye taşıyabilirdi. Birileri açısından düzen siyasetine yamanmanın aracı haline getirilmeye çalışılması ve yapılan oportünist hesaplar, Birleşik Haziran Hareketi’nin bu potansiyeli ileriye taşıyamamasının temel sebeplerinden birisi olarak hatırlanmalı.

Dünden bugüne süren ve belli bir başarı kriterini yakalayan tek ittifak ise Tunceli’de devam ediyor. Ovacık seçimlerinde elde edilen başarı Tunceli il belediye seçimlerine taşınarak, dört siyasal gücün ortak ittifakı, somut ve başarılı bir deneyim olarak kalın harflerle yazılmalıdır. Bu ittifak bugün de devam ediyor, Türkiye tarihinde komünistlerin belediye başkanlığının başarılı örneğini sergiliyor. SMF, TKP, TKH ile Emek ve Özgürlük Cephesi’nin oluşturdukları ittifaktan söz ediyoruz. Bu ittifak örneğinde de, üzerinde durulması gereken olgulardan bir tanesi, yine sosyalist solun, kendi bağımsız hattında ısrar etmesidir. Hem CHP’nin hem de HDP’nin dışında komünistlerin kazandığı somut başarıdır.

İfade edilen güç birliği deneyimleri, solun kendi ayakları üzerine inşa ettiği örneklerdir. Ve açıktır ki, toplumsal karşılığı da bulunan başarılı pratikler olarak karşımızdadır.

Solun bağımsız bir odak haline dönüşmemesi, siyasetin eğik düzleminde sağa kayışın önemli etkenlerinden birisi. Bu eğik düzlem en başta HDP’yi ve CHP’yi belirliyor. Bununla birlikte, solun, deyim yerindeyse her türlü vesayetten kurtulması hem solun “makus talihini” kırmasının yolu hem de emekçi toplumsal kesimlerin arayışı olarak sağa kayışın karşıt kutbudur. CHP ve HDP iki siyasi parti olarak, kendi programatik ve politik söylemiyle, tarihsel çizgilerinde sosyalist olmayan iki partidir. İttifak ya da güç birliği adıyla başka siyasi güçlerin vesayetinde solun bir odak olarak şekillenebileceği ya da düzen siyasetinin kanatları altında gelişebileceği tezi, yaşanmış başka deneyimlerle ve yukarıda ifade ettiğimiz örneklerle çoktan aşılmış bir önermedir. İşin stratejik ve dünya komünist hareketi tarihindeki örneklerini saymak bile gereksiz.

Bugün sosyalistlerin görevi başkalarının alanını açmak değildir. Sol, kendi alanını kendisi açacaktır. Sosyalist hareketin kendi alanını açabilecek bir verili nesnellikte, başka politik güçlere yedeklenmesinin ya da destek vermesinin, eğer reformizm ve oportünizm değilse, taktiksel olarak çok tartışmalı bir tez olduğu açıktır.

Bir de bugün mutlak doğruymuş gibi sunulan bir ezber var: “İstibdat rejiminden kurtulmak için ayrılığa gayrılığa gerek yok; önce başkanlık rejiminden bir kurtulalım, sonrasına bakarız” tezi. Sanki, sosyalistlerin bağımsız bir odak olarak var olması, istibdat rejiminden kurtulmaya “zarar verirmiş” gibi bir yaklaşımın ürünü olan bu sakatlığı herkes elinin tersiyle itmelidir. Neden mi ? Bu ülkede AKP gericiliğine ve istibdat rejimine alan açmayan tek güç varsa o da sosyalistlerdir. CHP biliniyor, “yetmez ama evet”çi liberal zevatın doğrudan AKP destekçisi olduğu da. Hatta, ne yazık ki, Kürt siyasi hareketinin, 2010 yılındaki boykot tutumunun yeni rejime dolaylı yoldan alan açtığını söyleme noktasında da cesur olmak gerekiyor.

Kuşkusuz, 10 yıl önceki verili durum ile bugün arasında büyük farklar var. Dün 12 Eylül’den kurtuluyoruz yalanıyla peşine takılınan AKP’nin pembe yalanlarına inanmak gibi bir gündem yok bugün. Bu sefer düzenin diğer kanadına bakılıyor! Bugün, liberal kesimin verili politik duruş ve söylemleri, pişmanlık söylemleriyle süslenerek CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı ile HDP’nin ittifakının yolunu yapma siyasetine dönüşüyor, bir kez daha solu etkisi altına alıyor: Sola biçilen görev ise Millet İttifakı’yla dolaylı ve örtülü destek-güç birliği-paralellik ilişkisine meşruiyet kılıfı giydirmek oluyor. HDP, bir politik hareket olarak, kendi etrafında bir dizi güçle ittifak isteyebilir, CHP zaten yapıyor, hatta ileriye giderek solu da biçimlendirmeye ve yönlendirmeye çalışarak, Millet İttifakı ile HDP arasında köprü görevini yerine getirmesi için sola “iş tarif” ediyor.

Sol, düzen karşıtıdır. Düzeni karşıya almadan, devrimci bir duruşun ortaya konması mümkün değildir. Düzen karşıtı devrimci duruş, istibdat rejimine de, tek adam yönetimine de en güçlü karşı çıkıştır. Aynı zamanda, kapitalist sömürü düzeninde aktör ya da “idari biçim” değişikliğiyle yetinilmemesinin de tek yoludur.

İttifaklar siyasetinin hararetle tartışıldığı bu kesitte, herkes kendi projesini hayata geçirmeye çalışıyor. Sol da kendi projesini ortaya koyacaktır, koymalıdır. Yukarıda özetlediğimiz solun bağımsız siyasi odak deneyimleri/pratikleri, Türkiye sosyalist hareketinin önünü açacak örnekler olarak basılacak zemini tarif ediyor.

Yazımızı iki soruyla tamamlayalım: Sosyalistler bugün değilse ne zaman ve kiminle yan yana gelecek? Diğer yazıda buluşmak üzere…