1 Mayıs’ta sanatçının rolünü yeniden hatırlamak

1977 1 Mayıs’ında ön saflarda yer alanlar, bugünün 1 Mayıs’ına yol göstermeye devam etmektedir.

1 Mayıs’ta sanatçının rolünü yeniden hatırlamak

Arjin Avci

Bugünlerde aydının, sanatçının rolü üzerine tartışmalar yeniden yükselirken; aynı zamanda 1 Mayıs gibi bir gündemle karşı karşıyayken, bu tartışmalara bir de geriye dönerek bakmanın gerekli olduğu önümüze çıkıyor. Hele ki müzisyenlerin intihar ettiği, tiyatro sanatçılarının pandemiyle beraber kötüleşen durumları, sanata ve sanatçıya verilen önemin azaldığı, toplumla bağı koparılan ve apolitik olarak kendini var eden aydınların her dönemde olduğu gibi örnek olarak gösterilmesi ve tüm bu olumsuzluklara rağmen sanatçı ve aydınların görevinin artmasını gündem etmemiz gereken yerde; hâlâ aydınlara ve sanatçılara, ne yaparlarsa yapsınlar küçük bir çocukmuş gibi “müsamaha gösterilmesi”ni sıkça dile getirenlerin öne çıkması, bu alandaki bulanıklıkları netleştirmeyi yeniden gerekli kılıyor.

Bugünlere gelmeden önce sosyalist hareketin yükseldiği 1960’lı ve 1970’lerde kültür/sanat alanının nasıl bir konumda olduğunu göstermek gerekir. Bahsedeceklerimiz, geçmişi yâd etmek anlamına gelmemektedir; geleceği değiştirebilecek izlerin o dönemlerde nasıl yükselişe geçtiği ve aynı zamanda nasıl bastırıldığını göstermektedir. Dolayısıyla bu bir anma yazısı veya tarihi bir anlatım değildir, bir düşünceyi geçmişiyle beraber ele almak ve güncelliğini tekrardan ortaya koymaktır.

1960-1970 sinemasında toplumcu-gerçekçi anlayış

Türkiye’de, siyasette olduğu gibi kültür-sanat alanında da toplumcu bir anlayışın halka sirayet etmesini, özellikle 1960’lı yılların başından itibaren görüyoruz. 1961 anayasasıyla birlikte grev yasağının kaldırılması, ilk olarak sinema alanında büyük değişimler yaratacaktı. Yakın zamanlarda hayatını kaybeden Ertem Göreç’in yönetmenliğini yaptığı, Vedat Türkali’nin senaryosunu hazırladığı “Karanlıkta Uyananlar” filmi grevi konu alan ilk filmlerdendi ve Türkiye’de sosyalist düşüncenin beyaz perdedeki ilk tohumlarındandı. Tarihte, sinemanın siyasal bir araç olarak; propagandanın en etkili olduğu dal olarak dikkat çektiğini yüzlerce örnek eşliğinde sıralayabiliriz. Fakat Karanlıkta Uyananlar filmi; salt bir propagandadan öte, sansürlere ve engellemelere rağmen ortaya çıkan, sinemada da halkta da etkisini gösteren bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.

Metin Erksan ise; belki de Türkiye sinemasında en başarılı isim olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni, yalnızca “teknik” anlamda ortaya koyduğu işlerden ötürü değildi elbette. Susuz Yaz, Gecelerin Ötesi, Yılanların Öcü, Kuyu ve daha birçok filminde olduğu gibi toplumsal meseleleri ele alış biçimi onu dikkat çekici hale getiren güçlü örneklerden biriydi. Diğer sanatçı ve aydınlar gibi Metin Erksan da bulunduğu dönemin etkisiyle beraber ortaya koyduğu yapımlarda tema bakımından bir değişikliğe gitmişti. Yazarlar, oyuncular, yönetmenler, tiyatrocular, akademisyenler, gazeteciler ve diğer alanlarda bulunan birçok aydın, sanatçının gündeminde artık toplumsal meseleler vardı. Çünkü; bir yanda dünyada devrimler gerçekleşirken, sosyalizmin sesi yükselirken Türkiye’ye yansımaması imkânsızdı. Sendikalaşmanın artması, sosyalist partilerin güçlenmesi, gençlerin memleket sorunlarıyla ilgilenmesi, aydınları ve sanatçıları da kayıtsız bırakmayacaktı. Dönem içerisindeki gelişmeler; akademide, salonlarda sıkışmış aydın tipini ve halktan kopuk “yalnız sanatçı” anlayışını köklü bir değişikliğe uğratacaktı.

Ertem Göreç, Metin Erksan gibi yönetmenlerin yanı sıra 1960 ve 1970’lerde öne çıkan diğer isimler; Atıf Yılmaz, Zeki Ökten, Şerif Gören ve Yılmaz Güney gibi isimlerdir. Her biri işçi-köylü sorunlarını tek tek işlemiş, kapitalizmin kültüre ve yaşama etkisini iğnelemeleriyle güçlü bir perspektifle göstermiş ve yeri geldiğinde ele aldıkları konulardan, taşıdıkları toplumcu kimliklerinden dolayı engellemelere maruz kalmıştır. Yılmaz Güney, sinema alanında sosyalist kimliğiyle en çok öne çıkan ve baskılanan en baş isimlerdendi. Duvar, Yol, Sürü, Umut gibi filmleriyle ortaya koyduğu toplumun gerçekliği, ona bir sanatçı olarak ayrı bir sorumluluk yükleyecek ve mücadeleye sürükleyecekti. Atıf Yılmaz ise; Köşeyi Dönen Adam filmiyle, Adem karakterinin en umutsuz olduğu anda kendini 1 Mayıs’ta bir kortejde marş söylerken bulduğu gibi, kendini bir yönetmen olarak işçilerin yanında bulacaktı.

Sinema alanında yalnızca yönetmenler değil, oyuncular da politik bir kimliğe sahipti. Sansüre karşı yürüyüşleri, 1 Mayıs’ta ayrı bir kortejleri olması dönemin dikkat çekici olaylarından birkaçıydı. Tarık Akan’ın bu olaylarda ayrı bir yeri olduğunu söylemeden geçemeyiz. Yaşamının sonuna kadar sosyalist görüşünden bir geri adım dahi atmadan, onurlu bir duruş sergileyen en önemli sanatçılardandı. Dolayısıyla; bugün kendi sorumluluklarını unutan veya kendini sorumlu hissetmeyen “sanatçılara” karşı gösterebileceğimiz en değerli örneklerden biridir.

En açık hâliyle görüyoruz ki: 1960-1970 yılları eksiklikleriyle beraber, toplumcu sanatın öne çıktığı ve sanatçıların, yönetmenlerin edindiği görevi yerine getirmeye çalıştığı bir dönemdir. Yalnızca “kamera açılarıyla, yakın çekimlerle” değil “işçilerle ve öğrencilerle dayanışma”yla da ilgilenen bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.

1980 darbesi ve sonrası…

1980 darbesiyle birlikte değişen siyasal hayat, kültür-sanat alanına, özelde sinema alanına etki edecekti. Sinema, artık yalnızca büyük paraların döndüğü bir sektör; kapitalizmin kendi kültürünü iyice yerleştirdiği “beyin uyuşturan” ve insanı körelten yapımların arttığı bir alan; sömürünün her yönüyle kendini belli ettiği bir araç ve en sonunda; yönetmenlerin, oyuncuların, kısacası aydınların ve sanatçıların kendisini apolitik bir dünyaya hapsettiği ya da iktidara yanaşan bir kuklaya döndürdüğü bir aygıt olarak karşımıza çıkıyordu.

Bugün de 1980 darbesinin yarattığı aydın ve sanatçı figürünün, AKP versiyonuyla yeniden harmanlandığını görmekteyiz. AKP, kendi iktidarını her yönden sağlamlaştırmak için tüm sanatçıları kendi safına toplamaya çalışmaktadır. Bu safta yer almak için koşa koşa giden sanatçıları da gördük, kendini sosyalist olarak nitelendirip sanatını bundan ayrıymış gibi tutan sanatçılarımızı da gördük. Fakat en önemlisi her şeye rağmen; bu 1 Mayıs’ta emeği için susmayan, intihar eden sanatçı dostlarımız için aldıkları sorumluluğu bırakmayan, halk için üretmeye devam eden ve kendinden ödün vermeyen aydınlarımızı ve sanatçılarımızı da gördük. 1977 1 Mayıs’ında ön saflarda yer alanlar, bugünün 1 Mayıs’ına yol göstermeye devam etmektedir.