Sıkışan kapitalizmin çelişkileri

Kapitalizm ülkelerin algılama ve davranışlarını homojenleştirirken, sol politikaların üretilmesi ve ülke bazında halka enjekte edilmesinde ülkesel sosyo-ekonomik doku oluşturma meselesi karşımıza çıkıyor. Sol politikaların halka enjekte edilmesi kavramı hoş değildir, ama bilerek bu kavramı tercih ettim.

Teoriye göre sosyalizme giden yol kapitalizmden geçiyor. Kapitalizm ise, yine teorinin bir başka tanımı ile kendi mezar kazıcısı olduğuna göre, Türkiye’nin sürüklendiği mecra fazla yanlış görülmeyebilir. Türkiye’nin sürüklendiği mecra yanlış olmayabilir de, sola yöneliş açısından yol göstericiliği biraz karmaşıktır.

Bir kere, geçmişin iki kutuplu dünyasından günümüzde tek kutuplu ve farklı merkezli sisteme geçiş işleri güçleştirmiştir. Şöyle ki, kapitalizm, her ülkede farklı etkiler oluşturmakla beraber, yayıldıkça insan davranışlarını da aynı kodlarla şekillendirmeye başlamaktadır. Böylece, tüm dünya halklarının davranış kalıpları, bazı farklarla da olsa, birbirine oldukça benzemektedir. Kapitalizmin tüm yerküreyi kapsaması, diğer bir deyişle hızlı küreselleşme ülkelerin benzeşmesinde önemli bir rol oynarken, ulus devlet görüşü üzerine kurulu kapitalizmden sosyalizme geçiş sorununu karmaşıklaştırmaktadır. Yeni dünya düzeni ile tüm yerküreye adeta demokrasi uygulaması olarak yayılan yönetişim konusu da, zannedildiği gibi siyasi kararların halkla birlikte oluşturulması olmayıp, sermayenin kamu yönetim ağlarına girerek, kamusal kararların halkların değil, sermayenin lehine alınmasında başat olmasıdır. Kısacası, özellikle gelişmiş ekonomiler ve onların yakın orbitindeki gelişmekte olan ekonomilerde başat olan yönetişim hem kamusal kararları hem de insan davranışlarını oldukça homojenleştirmede etkili olmaktadır. Alman Tarihçi okulun İskoç politik iktisatçılarını her ülkeye şamil genel kurallar koymakla suçlaması çoktan hükmünü kaybetmiş olduğu gibi, günümüzde artık böyle bir konu dikkatimizi dahi çekmemektedir. Bu gidişle halkların yönetime ve siyasi kararlara demokrasi çerçevesinde etkili olması meselesi giderek erişim dışı olmakla beraber, çevresel ideolojileri de oluşturmada etkili olan merkez Batı ekonomilerinin halen bulundukları refah düzeyi de tedrici erimenin halklar tarafından bilinçle algılanmasını engellemektedir.

Bu yazıda böyle bir hikayenin önemi ve yeri nedir? Bu sorunun yanıtı çok net ve kesindir; bu şartlar altında sol politikaların içeriğinin ne olacağı ve genel halka anlatımın nasıl gerçekleştirileceği konusu önem kazanmaktadır. Kapitalizm ülkelerin algılama ve davranışlarını homojenleştirirken, sol politikaların üretilmesi ve ülke bazında halka enjekte edilmesinde ülkesel sosyo-ekonomik doku oluşturma meselesi karşımıza çıkıyor. Sol politikaların halka enjekte edilmesi kavramı hoş değildir, ama bilerek bu kavramı tercih ettim. Çünkü, kanaatim odur ki, özellikle de bu ortamda sol politikalar halklardan yükselerek gelişemeyecek, hiç değilse kısa ve orta dönemde durum budur, hal böyle olunca da, maalesef, politikalar üst düzeylerde üretilecek ve halka anlatılacak ya da enjekte edilecektir. İşte, bundan dolayı karşımıza iki zorluk çıkmaktadır. Birincisi, halkın adına sol politika üretmenin demokrasi ile bağdaştırılma meselesi; ikincisi ise, politikaların halka anlatılması gibi sorunlarla boğuşma meselesi önemli oluyor. Zira işin doğası ve yürüyüşün suhuletle gerçekleştirilebilmesi için sol politikaların halktan yukarıya ve devrime evrilmesi patikasında olması gerekir ya da bunun böyle olması ve politikaların halka yabancılaşmaması hem demokrasi hem de uygulamanın sıhhati açılarından zaruridir. Bu konuları kafamızda taşırken, var olan dünya ve ülkeler ahvaline baktığımızda, kapitalizm giderek sıkışıp vahşileştikçe siyasi kadroların da halktan uzaklaştığına, yönetimin sertleştiğine ve kararların aşağıdan yukarıya doğru değil, yukarıdan aşağıya doğru oluşturulduğuna tanık olmaktayız. Bu bağlamda diğer bir mesele de, kapitalizmin sıkışıklık döneminde sermaye birikimi ve kısmen de olsa kalkınma konularının ekonomik merkezileşme ile kotarılmaya çalışılmasıdır. Kapitalizmin dinamiğinde başat olan sermaye birikimi ve merkezileşme meseleleri günümüz koşullarında, hızlı gelişmenin yapılabildiği İkinci Paylaşım Savaşı ertesi dönemde olduğu gibi fark edilemeden yapılamamaktadır. Sıkışıklık dönemlerinde her zaman aynı olan mekanizma daha da algılanabilir ve halka ıstırap verir hale dönüşür. Türkiye’de kısmen savunma sanayi ve ağırlıklı inşaat alanı böyle bir sıkışıklık ve temerküze işaret ederken, aynı zamanda sermaye birikiminin de bu tarz yönetsel örgütlenmeyi gerektirdiğinin kanıtıdır. Bu can alıcı mesele Türkiye’de solun ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konuyu ileriye taşıyarak, biz konumuza dönelim. Ekonominin merkezileşmesidir ki, siyaset de merkezileşmekte ve her iki alanda da geçmişin görece demokratik yapılanması tarihsel misyonunu tamamlamış olarak geri plana çekilmektedir.

İlk bakışta sol için fevkalade elverişli olduğu zehabına kapıldığımız bu ortam, ne yazık ki, bir yandan halkların bilinç düzeyinin ve oluşum dinamiğinin elverişsizliği, diğer yandan da siyasetin ve genel yönetimin merkezileşmesi nedenleriyle uygulanabilir olmaktan çıkmaktadır. İşte bundan dolayıdır ki, sol politikaların bir şekilde bu amaçla kurulmuş örgütler, tercihan siyasi kadrolar tarafından geliştirilmesi ve halka doğru yaygınlaştırılması gerekir. Burada da iki mesele derhal karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, yaklaşık iki asır önce geliştirilmiş teorinin bazı eğitim ve kurs çalışmalarında günümüz teknoloji ve yönetim biçimine ısrarlı biçimde uyarlanmasıdır. Defalarca anlattığım bir olayı, izninizle, bir kez daha anlatayım. Samsun’da Ballıca sigara fabrikasında bir emekçi semineri yaparken bir öğrenci bana şöyle bir soru yöneltti: Sadece bir köpek ve bir insanın olduğu bir fabrikada sömürü ve emek değeri nedir? Mesele şu, bu fabrika son derece kompüterizedir, köpek bekçilik yapıyor, adam ise köpeğe mamasını veriyor. Örneği biraz daha genişletelim ve diyelim ki, elimizden düşürmediğimiz cep telefonlarında ve onların içine koyularak bizlerin zamanını çalan, onun da ötesinde aptallaştıran oyunlarda sömürü nedir, kim kimi nasıl ve ne kadar sömürmektedir? Kapitalizmin sempatik görüntülü sihirli gücü! Tabii ki, bunlarla kafa patlatan dostlarımız vardır, ama bunların daha da yaygınlaştırılması ve gerek bilim gerek sosyal alanda bilinir olmaları gerekmektedir. Halen Almanya’da bulunan bir karı-koca dostum emeğe dayalı gelir oluşturma ve üretilenden pay alma sistemi ile çalışan bir tür kooperatifleşme deneyimi gerçekleştirmektedir. Bu konuları irdeleyen yeni kitaplar piyasaya sürülmektedir, günümüzün kompüterize sisteminde emeğin payı ve örtülü sömürünün hesaplanmasının geçmişe göre çok daha kolay olduğu ifade edilmektedir. Bu tür teorik çalışmaların yaygınlaştırılması ve uygulama yönlerinin de geliştirilmesi elzemdir.

Bu konuda önemli diğer bir mesele de, halkla ilişki kurma psikolojisi ile ilgilidir. Halkın, bizzat kendisi için dahi olsa, geliştirilen sistemin yabancı algılanması onun reddedilmesine yol açarak, tüm çabaları yıkabilir. Şu basit örnek üzerinde biraz lütfen düşünelim. Halklara “sosyal demokrasi mi, yoksa sol mu?” diye sorduğumuz da, sizce hangisine ne tür yanıt alırız? Soruyu, saptayabildiğimiz kadarıyla, her iki durum hakkında hiçbir bilgisi olmayanlara yönelttiğimizi de düşünerek, konuyu derinleştirmeliyiz. İktisatçılardan çok, sosyal psikologların alanına giren bu konunun çok önemli olduğunu vurgulayıp, haddimi bilerek, bu meseleden çıkıyorum.

Görülüyor ki, teoriyi çok iyi bilmek, hatta daha da ileri giderek, büyük politik ustaların politik deneyim ve öngörülerini inci taneleri gibi almak ve anlatmak da yetmeyebiliyor. Bilindiği üzere, harita ile istediğiniz yöreye gidebiliriz, ama orada adresi bulmak için, haritaya değil, detaylı plana ihtiyaç vardır.