AKP'ye ve düzene karşı gençlik

Vatandaş evine götürecek ekmek bulamazken utanmadan “porsiyon küçültmeyi” öğütleyebiliyorlar, ‘2023 Vizyonu’nda ileri demokrasi diyen AKP; şeriatçı Taliban’ın inancıyla ters olmadıklarını ileri sürebiliyor.

AKP'ye ve düzene karşı gençlik
Ceren Soner

Siyasetin gidişatı toplumu doğrudan etkiler, bu yönüyle siyaset; hiçbir zaman meclise sıkıştırılabilecek bir olgu olmamıştır. Günümüz Türkiye’sinde ise gündelik hayat, siyasetten kaçmanın imkânsız olduğu bir noktaya doğru ilerliyor. Bunu on bir-on iki yaşındaki çocukların sokakta oyun oynamak yerine ekonomi konuştuğu videolardan, son zamanlarda artan sokak röportajlarından veya sosyal medya üzerindeki tepkilerden rahatlıkla görebiliyoruz. Politikleşmenin bu denli artması, bir dizi gündemin toplum nezdinde eskiye oranla daha fazla etkisi olduğuna işaret etmektedir. Bu etki emekçilerin her kesiminde kendisini olumsuz olarak var ediyor ve eskiye oranla daha çok tepkiye sebep oluyor. Bu yönüyle AKP iktidarı ve toplum arasındaki açı farkının gün geçtikçe arttığını ve AKP’nin süreçleri yönetemediğini söyleyebiliriz.

AKP’nin yönetememe sorunu bir alana dair yapılmış bir tespit veya eleştiri değil, bütünlüklü değerlendirilmesi gereken bir başlık. Yaşadığımız son süreçte toplumu etkileyen bütün mekanizmaların çöküşüne şahitlik etmiş bulunuyoruz. Pandemi karşısında çaresiz bırakılmış milyonlar, güvencesiz çalışan ve yoksulluğa mahkûm edilmiş emekçiler, gericiliğin pençesi altında yaşamaya çalışan kadınlar ve LGBT bireyler, okumak için kredi borcu altına girmekten başka çaresi olmayan gençler, niteliksiz; piyasalaşmış ve imam-hatipleşmiş okullar yüzünden barajı geçemeyen liseliler derken aslında cumhuriyet değerlerinin tek tek tasfiye edildiğini ve kamunun elinde doğru düzgün işleyen bir kurum bile kalmadığını görebiliyoruz. Bütün bu tabloyu saraydan izleyen AKP; yeri geldiğinde dine sarılıp yeri geldiğinde dış güçlere saldırarak sözde bir destan yazmaya devam ediyor. Açı farkı ise tam olarak burada oluşuyor. Vatandaş evine götürecek ekmek bulamazken utanmadan “porsiyon küçültmeyi” öğütleyebiliyorlar, ‘2023 Vizyonu’nda ileri demokrasi diyen AKP; şeriatçı Taliban’ın inancıyla ters olmadıklarını ileri sürebiliyor.

AKP’nin düzenine sığmayan gençlik

Bugün bakıldığında AKP karanlığından en büyük pay gençliğe düşerken bu politikaların karşısındaki unsurların en dinamik ve en kalabalık olanı da gençliktir diyebiliriz. Ülke siyasetine koyduğu ağırlıkla eskiden beri öne çıkan bir kesim olan gençlik, bu süreçte de pandemiye rağmen AKP’li Melih Bulu’ya karşı Boğaziçi Direnişi’ni örgütlemiş, KYK borçlarına karşı kampanya yürütmüş, İstanbul Sözleşmesi eylemlerinde en ön safları tutmuş ve bir dizi alanda sesini duyurmaya çalışmıştır.

Gençliğin hayatını her alanda karartmaya niyet etmiş AKP ve temsilcisi olduğu düzenin; direnişlerle karşılaşmasına rağmen büyük bir umutsuzluğu da beraberinde getirdiği bir gerçek. Kadın cinayetleri, işçi intiharları, orman yangınları, sel felaketleri gibi birbirinden acı haberlerin üst üste geldiği bugünlerde enseyi karartmak her zamankinden daha olağan duruyor. Bununla birlikte artan işsizlik, sömürü ve gericileşen eğitim sistemi gençliğe, bu ülkede bir geleceği olmadığını düşündürüyor. “Hangi biriyle mücadele edeceğiz?” sorusu ve bıkkınlık havasının hâkim olduğu atmosferde AKP ise bu sorunlardan herhangi birine cevap üretememekte, gençliği kapsamak adına bedava internet sunmaktan ileriye gidememektedir. Çünkü AKP, temsilcisi olduğu sermaye sınıfı ve göbekten bağlı olduğu emperyalizm için gençlik; gerektiğinde ucuz iş gücü ordusundan, gerektiğinde ise oy deposundan ibarettir. Bu durum aynı zamanda, gençliğin parçası olduğu işçi sınıfıyla kader ortaklığını göstermektedir.

Çözümü düzende aramak

AKP’den başka iktidar görmemiş gençlerin ‘kurtuluş reçetesi’, Millet İttifakı’na oy vermek olarak yazılmış. Çok açıktır ki bu reçeteyi yazanlar, umutsuzluğu büyütenlerdir. Yıllardır süren ‘ha gittiler, bu seçim gidiyorlar’ söylemiyle AKP’nin karşısındaki en güçlü seçeneği desteklemek bir kurtuluş değil, kurtuluşa dair bir yanılgıdır ve bu yanılgı gün geçtikçe yaygınlaşıyor. Hatta buna karşı çıkanların AKP’li olmakla yaftalandığına da sıkça denk geliyoruz.

Yanılsamadan çıkıp gerçekliğe baktığımızda karşımıza çıkan ise birbirinden farksız siyasetler yürüten, pratik bir çözümü olmayan ve sermayenin farklı gruplarını temsil eden bir sürü partinin demokrasi adı altında bizleri seçeneksiz bırakmasıdır. Aslında bu partilerin emekçilere ve konumuz olan gençliğe gerçekçi bir seçenek sunmak gibi bir derdi de yok. Sonuç olarak düzenin bir parçası olmalarına rağmen düzenden bıkmış milyonların oyuna talipler. Aslında bu umutsuzluğun bir parçası olduklarını saklamak ve düzene dair tepkileri pasifize ederek sandığa hapsetmek konusunda gayet başarılı olduklarını söyleyebiliriz de.

Popülist söylemlerle halkı kapsamaya çalışanlar mecliste AKP’den farklı davranmamakta, sermaye düzeninin devamlılığını sağlayan politikaların altına birlikte imza atıp sonuçlarını tek bir aktöre yıkmaktadırlar. Bugün düzen partilerinin hiçbiri gelir eşitsizliğine dair gerçek bir söz etmemekte, gericiliğin karşısında durmamakta ve gençliğe bir gelecek sunamamaktadır. Zaten düzen muhalefetinin üstlendiği rol; kitleleri uyutmaktan ve doğru siyasete örgütlenmelerinin önüne geçmekten öteye gidemez. Çünkü düzenin öne çıkan figürü kim olursa olsun başat aktörü her zaman sermaye sınıfıdır.

Bugün kendisini “halkçı” gösterenler iktidara gelirse hiç şüphesiz emperyalist-kapitalist sistemin ipleri altında hareket edecek, kendisine oy verenleri bir günde satacak ve patronların vergi borçlarını affederken kitleleri yoksulluğa sürükleyeceklerdir. Bunu kesin bir dille söyleyebiliyoruz çünkü henüz iktidarda değilken yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır.

Kaçış mı mücadele mi?

Görüldüğü üzere düzen; sermayesiyle, gericisiyle, faşistiyle, sosyal demokratıyla -yani tüm unsurlarıyla- örgütlüdür fakat insanca bir yaşam isteyen milyonlar örgütsüzdür ve tek başına hissetmektedir. Bu durumun gençliğe yansıması ise kendisini ait hissetmediği bir ülkede daha fazla yaşamamak, yani ne koşulda olursa olsun yurtdışına gitmenin bir yolunu bulmaktır. Aslında görüyoruz ki, gençlik ait hissedebileceği bir ülkeden mahrumdur ve gideceği yerde ne bulacağını bilmemek bile doğduğu yerde kalmaktan daha makul gelmektedir.

Umudu kaçıp gitmekte bulmayı birçok yönden değerlendirebiliriz. Örneğin ilk akla gelen, insanca bir yaşamın dahi çok görüldüğü, liyakatin yalnızca sözlükte bir kelime olduğu ve yarına umutla bakmanın mümkün olmadığı bir ülkede kalmanın anlamsızlığıdır. Bu örnek bizlere gösteriyor ki gençlik aslında devletin her kurumunu özelleştirerek temel tüm ihtiyaçları bir sektöre dönüştüren sermayeye, onun iktidardaki temsilcilerine ve aslında bir sömürü sistemi olan kapitalizme öfkelidir, bu tahakkümün altında ezilen memleketine değil. Şöyle düşünelim; eğer bir genç fırsat eşitsizliğinin olmadığı bir ülkede doğsa, ücretsiz ve nitelikli bir eğitim süreci geçirerek istediği meslekte istihdam edilebilse, bu süreçte kendisini geliştirebileceği vakti ve imkânı bulabilse, ev geçindirmek, fatura ödemek, geçim kaygısı gibi dertlerden bihaber şekilde yaşasa ve insani değerlere sahip, sürekli ilerleyen ve kendisini ait hissettiği bir toplumun parçası olsa gerçekten de kaçıp gitmek ister miydi? Peki dünyanın neresinde böyle bir ülke vardır?

Nereye kaçarsak kaçalım insanı yozlaştıran, mahkûm kılan, özgürlüğün yalnızca bir yanılsama olduğu bu sistemden, kapitalizmden, kurtulamayız. Bize yabancı ya da değil, dünyanın bir yerlerinde çocuklar işçi olarak çalıştırılırken, kadınlar gericilerin kalıplarına sığmadıkları için; LGBT bireyler ‘günah’ olduğu için öldürülürken, işçiler iş cinayetlerinde katledilirken, azınlıklar nefret söylemleri yüzünden şiddet görürken, ormanlar yanarken, büyük şirketler ve fabrikalar doğaya geri dönülemeyecek zararlar verirken nereye gidersek gidelim bu sistemden kaçamayız, onunla yalnızca mücadele edebiliriz. Daha bir sürü sebep sayabiliriz fakat açıktır ki hedefimiz; “yaşanabilir bir kapitalizm” değil, adlı adınca sosyalizm olmalıdır. Çünkü bu düzene ne borçluyuz ne de mahkûmuz! Çünkü yukarıda bahsettiğimiz örnek bir ütopya değil, sosyalizm bizlere çok daha fazlasını vadediyor.

Gençlik mücadeleye

Dün olduğu gibi bugün de gençlik; siyaseti tartışabilecek, ilerletebilecek ve değiştirebilecek güce sahiptir. Bizler bu düzenle hesaplaşmayan düşüncelere, sahte umutlara sığmayız. Tek başımıza yalnızca umutsuzluğu taşırız fakat hep beraberken umudu örgütleriz. AKP’ye ve düzene duyduğumuz öfke, yaşananlardan hissettiğimiz rahatsızlık bizleri eşit, özgür ve insanca bir yaşam kavgasından vazgeçirmemeli. Unutmayalım ki, memleketi terk etmesi gereken biz değiliz, bize böyle bir gençliği reva görenler gitmeli!

Gençlik yüzeysel aktivizme, salt dayanışmacı ve sönümlenmeye mahkûm hareketlere kanmadan bu düzene karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmeli, emekçilerle birlikte sosyalizm kavgasını yükseltmelidir. Gençliğin yolu dün olduğu gibi bugün de işçi sınıfının yoludur. Özlenen ülke için, yeni bir ülke için sen de mücadeleye katıl. Unutma; sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa