Saray himayesinde eğitim şurası

MEB Şura Salonu adını taşıyan bir bina olmasına rağmen 2010 yılında Kızılcahamam’da, 2014 yılında Antalya’da olmak üzere otellere hapsedilmiş; bu yıl ise tek adam rejiminin sembolü olan saraya taşınmıştır.

Saray himayesinde eğitim şurası

Özgür Dedeoğlu

1-3 Aralık tarihleri arasında, Ankara’da, sarayda toplanacak olan Milli Eğitim Şurası başta toplantı yeri olmak üzere, öncesinde yapılan kimi açıklamalarla daha toplanmadan eğitime umut olmaktan çıkmış, AKP iktidarının eğitimi gerici ve piyasacı politikalara teslim etmek için atacağı adımları meşrulaştırma çabasının aleti olmuştur.

Eğitim şuralarının tarihi Cumhuriyet öncesi Heyet-i İlmiye tarafından düzenlenen Maarif Kongreleri’ne dayanmaktadır. Mustafa Kemal’in de cepheyi bırakarak katıldığı ilk Maarif Kongresi 1921 yılında toplanmış, dönemin Bayındırlık Bakanlığı, öğretmenlerin katılımı için tren tahsis etmiş, böylece en yüksek katılımın sağlanması hedeflenmiştir.

Kongrede kız çocuklarının eğitime katılmasından, okul binalarının yeterli seviyeye getirilmesine; yabancı okullarının kapatılmasından ziraat ve sanayi okullarına kadar bir eğitim sistemini oluşturacak önemli konuların tartışıldığını görüyoruz. Ayrıca ilköğretimin 5 yıl olması da bu kongrede tartışılan konulardandır. Mustafa Kemal bu kongrede kadın ve erkek öğretmenler haremlik-selamlık oturtulduğu için, Öğretmenler Derneği başkanını “Toplantıya kadın öğretmenleri de çağırmışsınız. Onları neden erkeklerden ayrı oturttunuz? Utanmıyor musunuz?” diyerek azarlamış ve bunun sonucunda ilk kez kadın ve erkek öğretmenlerden oluşan katılımcılar aynı salonda bulunarak kongreye katılmışlardır.

Bir karar organı değil, danışma kurulu niteliği taşıyan; bugüne kadar çeşitli aralıklarla 19 kez toplanan Şura, Ankara’da özellikle eğitim şuraları için inşa edilen ve MEB Şura Salonu adını taşıyan bir bina olmasına rağmen 2010 yılında Kızılcahamam’da, 2014 yılında Antalya’da olmak üzere otellere hapsedilmiş; bu yıl ise tek adam rejiminin sembolü olan saraya taşınmıştır. İlk örnekleri en geniş öğretmen katılımını sağlamaya dönük olarak planlanan Şuralar bugün AKP’ye yakın derneklerin, kuruluşların, dinci vakıfların ve özellikle yandaş sendikaların katılımıyla eğitimcilerden ve halktan kaçırılmaktadır.

Bilindiği üzere uzun zamandır eğitim, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan protokoller aracılığıyla dinci vakıfların egemenliğine bırakılmış durumdadır. Örneğin 2010 yılında Hizmet Vakfı ile imzalanan protokolle gündeme gelen Değerler Eğitimi kapsamında hazırlanan kitapçıkta ‘Oruç, melekliğe doğru yükseliştir’, “Sağlıklı, dindar, faziletli, ahlaklı nesillerin çoğalmasından hiç kimse endişe etmesin. Mahlûkatı yaratan ve besleyen Allah’tır” gibi söylemler bulunmaktaydı.

Son dönemde ise özellikle Türgev ve Tügva gibi vakıflarla yapılan protokollerle bu vakıflar milli eğitimin asli unsuru haline getirildi. Türgev’le imzalanan Değerler ve Medeniyet Protokolü üzerinden yıllardır Halk Eğitim Merkezleri tarafından verilen sosyal kültürel hizmetler bu gerici vakıflara devredildi. Bunun yanında Ensar, Tügva, Türgev gibi vakıflara verilen arsa ve finansman desteğiyle öğrenci yurtları yapılmakta ve öğrenciler tamamen buralardaki cemaat ve tarikatlara teslim edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanı sistematik olarak eğitim üzerine fetvalar yayınlarken, yandaş sendikalar karma eğitimi bile hedef alma cüretini gösterebiliyor.

Eğitime yönelik son derece sistemli bir saldırının olduğu dönemde yapılacak Şura elbette umut vermekten ziyade, bu saldırıların meşrulaşacağına dönük ipuçlarını barındırıyor. “Eğitimde Fırsat Eşitliği” temasıyla toplanacak olan Şura’nın en önemli gündemi “din eğitiminin okul öncesi döneme indirilmesi” olarak ortaya çıkıyor. Hâlihazırda resmi olarak camiler ve belediyeler aracılığıyla hayata sokulan kimi uygulamaların yanında tarikatlar eliyle merdiven altı olarak da faaliyet gösteren sübyan mekteplerinin eğitimin bir parçası olması ve din eğitiminden tüm çocukların “eşit” şekilde yararlanması planlanıyor. Sosyal kültürel olanaklardan yararlanmadaki eşitsizlik ise Diyanet’in seçtiği görevliler aracılığıyla okullarda düzenlenecek “sosyal-kültürel etkinliklerle” giderilecek. Okullar, öğretmenlerden alınarak imamlara ve tarikat mensuplarına terk edilecek.

Normal liselerin yerini alan ve devlet okulları içinde en büyük bütçenin ayrıldığı imam-hatip okullarının/liselerinin istenen ilgiyi görmemesi, zorlamalara ve mecbur bırakmalara rağmen kontenjanlarını dolduramaması ise AKP açısından ciddi bir sorun olarak görülmekte. Proje okulları adı altında İmam Hatip/Fen Liseleri, İmam Hatip/Sosyal Bilimler Liseleri ve hatta İmam Hatip/Güzel Sanatlar liseleri açılmış, bunlar en prestijli okullar olarak tanımlanmış, devasa bütçeler ayrılmış olmasına rağmen bu okullar bile belirlenen kontenjana ulaşamamakta. “Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi” başlığı altında bu okulların yaygınlaştırılması ve imam-hatipli nesil yetiştirme çalışmalarının güçlendirilmesine çalışılacağını eldeki verilere bakarak söylemek mümkün.

Ayrıca yine “Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi” başlığı altında meslek liselerinin sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi ve buralardaki öğrencilerin sermayeye ucuz/ücretsiz iş gücü olarak sunulmasının da imkânları tartışılacak başlıklar arasında yer alıyor.

Yandaş sendikanın talebi doğrultusunda ele alınması beklenen Öğretmenlik Meslek Kanunu ile ise öğretmenlerin özlük haklarından da ellerinde kalanların alınması gündemde. Eğitimin piyasalaşması yönünde okullardaki idarecilerin öğretmen değil “işletmeci” olması, yandaş sendikanın uzunca bir süredir istediği talepler arasında yer alıyor. Bu sayede eğitimin bir parçası olan okul idaresi artık eğitimin dışında yer alacak ve okulu bir ticarethaneye dönüştürmekle görevli olacak. Okulların başarı kriteri kar-zarar tablolarıyla ölçülür hale gelecek.

Milli Eğitim şuralarının ilk örneğinden bugüne geldiğimizde tablo o günden bugüne yüzlerce yıllık bir geri gidişe işaret eder bir durumda ne yazık ki. İlk kez kadın ve erkek katılımcıların aynı salonda bulunarak ülkenin çağdaşlaşmasına, eğitimin tüm topluma yayılmasına yönelik düşüncelerini paylaştığı, bu yönde güçlü adımlar atmayı planladıkları toplantının 100. Yılında medreseleri kapatan Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu hiçe sayılarak karma eğitimin bile ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bir tablo önümüze konuluyor. Laikliği ve bilimselliği eğitimden tamamen silen bu tabloyu yıkmanın yolu ise saray salonlarından değil; okullarda, iş yerlerinde, meydanlarda 100 yıl önceki umut ve kararlılıkla yeni bir cumhuriyeti inşa etme iradesinden geçiyor.

*Bu yazı Sosyalist Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır.