Şair Özgen Seçkin ile Adnan Yücel üzerine söyleşi

Ölümünün 19. Yıl dönümünde arkadaşı, şair Özgen Seçkin ile hem aşkın ve başkaldırının şairi Adnan Yücel’i hem de 12 Eylül darbesinin şiir üzerine etkilerini konuştuk.

Şair Özgen Seçkin ile Adnan Yücel üzerine söyleşi

Röportaj: Halil Yeni

Kapatılan partiler, yasaklanan siyasi faaliyetler; örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlüğü önüne koyulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri… Tutuklamalar, cezaevlerinde yaşanan insanlık ihlalleri, idamlar ve daha niceleri… Ülkesi karanlık bir dönemden geçerken imgelere sarıldı Adnan Yücel. 1980 sonrası yazdığı şiirlerinde 12 Eylül’ün politik, yaşamsal ve duygusal acılarını, öfkelerini ve izlerini taşıyor; fakat yaşadığı dönem ne kadar karanlık olursa olsun mutlaka aydınlığa ulaşılacağına inanıyordu.

12 Eylül darbesinin yarattığı psikolojik durum sanat üretimlerine de etki etmiş, yaşanılan ‘yenilgi’, şiirlere, öykülere, romanlara da yansımıştı. Bir tarafta direniş şiirleri yazılırken diğer tarafta eşitlik, özgürlük, kardeşlik gibi taleplerin artık hayat bulmayacağı yanılsaması yaşanıyor, bireyin ve bireysel kurtuluşun önemli olduğu konuşuluyor, toplumculuk ya da halkçılık adına yolun sonuna gelindiği söyleniyordu. Adnan Yücel ise “her şeyin bittiği” söylenen bu dönemde şiirleriyle öne çıkıyor “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” şiirini yazıyordu.

‘’Ey her şeye bitti diyenler  / Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler / Ne kırlarda direnen çiçekler  / Ne kentlerde devleşen öfkeler / Henüz elveda demediler / Bitmedi daha sürüyor o kavga / Ve sürecek / Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!’’

Ölümünün 19. yıl dönümünde arkadaşı, şair Özgen Seçkin ile hem aşkın ve başkaldırının şairi Adnan Yücel’i hem de 12 Eylül darbesinin şiir üzerine etkilerini konuştuk.

“özgürlüğü genlerinde taşıyan sanat ister istemez şu ya da bu yönde arayış içine girecekti”

Halil Yeni: Bir karşılaştırma ile başlamak istiyorum. 12 Eylül ile birlikte yaşanan süreç şiirimizi nasıl etkiledi? Sizce 12 Eylül öncesi şiir ile 12 Eylül sonrası şiir arasında farklılıklar var mı, nelerdir?

Özgen Seçkin – Aslında edebi akımlar bir ülkede ya da dünyada gelişen sosyal ya da bilimsel olaylarla ortaya çıkar, genellikle. Yapay (suni) olarak yaratılan/yapılan akımlar çok azdır ve etkisizdir. Ülkemizde de 1940 kuşağı, İkinci Yeni, 1960 kuşağı, sonrasında gelen 1970’li yıllar kuşağı ve 1980 kuşağı ülkemizdeki siyasi çalkantılardan ister istemez etkilenmiştir; yazılan şiir de buna göre oluşmuştur. Siyasi baskılarla, egemen sınıfın kültür politikalarıyla karşılaşan ama özgürlüğü genlerinde taşıyan sanat ister istemez şu ya da bu yönde arayış içine girecekti, girmiştir de. Bazı anlayışlar, siyasi alandan çekilerek daha çok ‘kendine sanat’ anlayışıyla yol bulurken bir başka sanat anlayışı her ne olursa olsun gerçekliği içeriğine taşımaktan ve bunun için savaşım vermekten vazgeçmemiştir.

12 Eylül süreci kültürel oluşumları da olumsuz yönde etkilemiştir doğal olarak. Darbenin örgütlediği sanat anlayışları, muhalif sanatın kuyusunu kazarak kendini var etmeye çalışmıştır giderek ama hayat gerçekliğinin dayatması karşısında silik bir iz bırakmaktan başka bir etki yaratamamıştır. Kendi içinde elbette bazı sanatsal kazanımlar da sağlamıştır; çünkü yapacağı tek şey örneğin soyut şiiri, deneysel şiiri vb.lerini öne sürerek varlığını kanıtlamak gerekirdi. Bütün bunlara elbette gerek vardır ve bu tür girişimlerin olması yarar da sağlayabilir. Ne var ki gerçekliğin dışında fazla oyalanmamak kaydıyla…  Kısaca farklılık budur belki, fakat bu deneylerin her dönemde yapıldığı ortadadır ve yapılması toplumcu gerçekçi şiir için bir olumsuzluk yaratmaz; hatta halk üzerinde negatif etkisi olduğundan kitleler toplumcu şiire yönelirler.

12 Eylül sonrası toplumcu gerçekçi şiirin içeriğinde, seslenişinde ve biçiminde ne gibi değişiklikler yaşandı?

Ö.S. – 12 Eylül sonrasında yazılan şiir toplumcu gerçekçilik açısından duraklamamıştır. Ancak daha dikkatli davranılarak şiirin bir soruşturma karşısında ‘güme’ gitmemesi için özen gösterilmiştir; daha çok felsefeye, geçmişteki yaşanmışlıklara, olaylara dönülerek “bugün” aynalanmıştır. Belki büyük meydan şiirleri, sesi gür şiirler yazılmamıştır ama bunu derinden seslendiren şiirler yazılmıştır. Bunları örneklendirmek ayrı bir yazı konusu elbette; şurası kesin ki ses derine düşerken içerik de derinleşerek ve bu içerikten daha farklı biçimler yaratılarak yazılmıştır dönem şiiri.

12 Eylül karanlığını kırmaya yönelik şiir alanında gerçekleştirilen direnişler var mıydı? Varsa nelerdi?

Ö. S. – Önce bu direnişin kendini toparlaması epey zaman aldı; on yıl kadar. Bu on yılda teslimiyetçi birkaç dergi çıktı; hatta Marksizme küfür edenler bile vardı içlerinde, hem de demokratlık adına… Taraf bulamayınca battılar; onların yerine fantastik sanat taraftarı dergiler çıkarıldı. Üç dergi ise birbirinden son anda haberdar olsa da aynı yıl çıkmaya başladı; DAMAR, İNSANCIL ve EVRENSEL KÜLTÜR…  Sonra bu dergiler arasında belli ölçülerde dayanışma da sağlandı, aralarında tartışmalar da yaşandı. Bu dergilerin çıkma nedeni tamamen ülkeye çökmüş olan kültürel pusu aralamak ve bir direnç oluşturmaktı. O günün rejimince dergi çıkarmak yasaklanmıştı. Hemen 1982’lerde AYKO (AYKO’yu da hemen ihtilalden sonra kurmuştuk.) çevresindeki arkadaşlarla direnç olsun diye dergi biçiminde sürekli kitaplar adı altında “dergi” çıkarmaya karar verdik; EĞİTBİLİM diye eğitim alanıyla kendini gizlemeye çalışan bir dergi… Fakat Emniyet Basın Şubesi bunu anladı; yapacakları bir şey olmamasına karşın birkaç kez beni alıp sorguladılar; içeriğinin normal bir dergi olduğunu, çıkarmamamız gerektiğini söyledilerse de devam ettik birkaç sayı. Ben AYKO’nun başkanıydım o zaman, derginin de sorumlusuydum. Kadromuzda Celil Denktaş, İbram Erdem, Ergin Atasü, Yaşar Çağlayan, Adnan Yücel gibi arkadaşlar vardı. Ben 1983 Mayısında Dört Mevsim Türküleri – 2 adlı kitabımdan dolayı içeri alınınca derginin çıkarılması da durdu. Beni sorgulayanlar “hadi çıkar bakayım dergiyi”, diye benden öç alıyorlardı sanki. AYKO’da iyi şiir kitapları yayımlamayı kararlaştırmıştık. Enver Gökçe’nin Toplu Şiirleri’ni yayımladık önce. Sonra Adnan Yücel’in Soframda Kaval Sesi’ni, benim Dört Mevsim Türküleri-2‘yi… Bundan on yıl kadar sonra toparlandık ancak ve peş peşe dergilerimizi çıkardık. Ben F Tipi direnişinden (Bu olayla ilgili DAMAR’ın beş sayısında olayı işledik ve ayrıca ek verdik, sorgulandık.) dolayı derginin takip edildiğini biliyordum, ben de takip ediliyordum. 2008 yılında kendi irademizle Damar’ı kapattık, çünkü çok yorulmuştuk; sanıyorum misyonunu gerektiğinden fazla, daha da iyi yapmıştı. Evrensel Kültür yakın zamanda kapandı, o da müthiş bir yayıncılık dönemi yaşadı, İnsancıl ise hâlâ sürdürüyor yayınını.

Elbette bu dönemde şiirle ilgili pek çok yayın yapıldı, yazılar yayımlandı, tartışmalar oldu, toplumcu gerçekçiliğe karşı duranların gerçek yüzleri gösterildi.

“Umut, bilincimiz sağlamsa hiç bitmez. Bunların yaratıcılarından biri de şairlerdir, Adnan Yücel gibi.”

Adnan Yücel ile yakın ilişkiler kurduğunuz biliniyor. Sizin Yücel ile tanışmanız nasıl oldu? Dostluğunuz nasıl gelişti?

Ö. S. – Biz bir grup arkadaş Halkevleri’nin dergisini çıkarıyorduk. Orada kültür kuramı ve sanat kuramı için çalışmalara girişmiştik. Adnan’ı TÖBDER’den tanıyordum zaten. Benim Dört Mevsim Türküleri kitabımın şiirlerinin bir ressam ve aynı zamanda heykeltıraş olan arkadaşımız Metin Yurdanur (Sıhhiye Parkı’ındaki ellerin de yapımcısı olan) tarafından çizimi yapılarak TÖBDER’in duvarlarında sergilendi. Adnan Yücel’in dikkatini çekmişti ve beni geldi buldu, Adana’ya gidene kadar da hep birlikte hareket ettik. Bu arada YAPIT dergisi yayımlanıyordu. Sahibi Kutlay Şakar, dergiyi bizim grubun ele alıp yayımlamasını teklif etti. O dergide önemli yazılar yayımladık. Adnan Yücel de toplumcu gerçekçilik üzerine her sayıda süren yazılar yazdı.  Elbette aynı kaygıları taşıyorduk. Bir sanat felsefemizin, sanat kuramımızın, özellikle kültür konusunda bir kuramımızın olmaması gibi… Tabii başka arkadaşlar da bizimleydi. Acıları ve sevinçleri çoğu zaman ailecek birlikte yaşadık.

Adnan Yücel’in ilk şiir kitabı “Kavgalara Sözlenen Sevda” 1979 yılında yayımlansa da diğer kitapları 1980 sonrasında yayımlanır ve şiirlerine baktığımızda darbe sonrasının yansımaları vardır. Buradan yola çıkarak şu soruyu sormak isterim. Adnan Yücel darbeye karşı nasıl bir tavır aldı? Onun için suskunluk yıllarının gür sesle bağıran şairi diyebilir miyiz?

Ö. S. – Tabii ki diyebiliriz ama metaforlarla ve simgelerle… Bu o dönemde bizimle şiir yazan herkes için geçerlidir. Fakat Adnan Yücel simge kullanmakta oldukça yetkindi, bizim onu eleştirimiz de buydu. Fazla simgeye yaslanması, ama o bunu savcılara karşı bir kalkan olarak kullanırım amacıyla yapıyordu. O ünlü “yeryüzü” kişileştirmesiyle de bunu başardı. Siyasetten oldukça uzak durdu bir dönem, kendini şiir ve yazı alanında ifade etmeye çalıştı; Ünsal Öztürk gibi bir yayıncıya rastlaması, onun tanınmasında ve yaygın okunmasında önemli dönüm noktası oldu.  Üniversiteye atanması onun eylemden biraz geri düşmesi gibi görünse de Ateşin ve Güneşin Çocukları ile bu duraklamayı kırmıştır. Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek kitabını Ankara’da yazdı; en üretken dönemiydi bu yıllar.

Bir yanda büyük bir yenilgi duygusu yaşanırken diğer yanda 12 Eylül karamsarlığı devam ediyordu ama Yücel, 1982 yılında yayımlanan “Soframda Kaval Sesi” kitabında “İnancıma âşık / zindanıma ışık olasın”, “Yılgınlıkta inanç / zulme karşı direnç olasın’’ diye sesleniyordu. Adnan Yücel bu cesareti ve umudu nereden alıyordu? 

Ö. S. – Umut da cesaret de bireyin bilinciyle orantılı bir durumdur. Bilinçli insan olaylar karşısında şaşırıp kalmaz, hemen bir çıkış yolu arar; korkularının ve kaygılarının üstesinden gelebilir. Karamsarlık genel bir şeydi o zaman ama biz yolumuza devam ediyorduk. Birlikteydik, doğru şeyler üretmeye çalışıyorduk, ideolojimiz bize zaten bunu emrediyordu; yıkıldığında kalkmasını bilemiyorsan baştan o işe girmemelisin, diye. Biz kendimizi ifade edecek yeni platformlar yaratıyorduk, Adnan Yücel de bizden, bunlardan alıyordu umudunu ve cesaretini. Arkadaşlarımızın çoğu yiğitçe ölmüşlerdi faşizme karşı çarpışarak, biz ne yapmalıydık öyleyse, yaşamak mı ağır basmalıydı, hayır, görevimizi yapmalıydık bu ülke ve insanlık için, sonunu kimse kestiremezdi olayların zaten. Bu açıdan baktığımızda sorun o kadar da çözümlenemez görünmüyordu. Varlığımızın devamı inançla dik durmamızı gerektiriyordu.

Darbe sonrası cezaevine giren devrimci tutsakların yazdıkları mektuplarda ya da gönderdikleri bayram kartlarında Yücel’in şiirlerine sık sık rastlanıyordu. Adnan Yücel şiirlerinin, “içeridekilere” de büyük bir moral kaynağı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Ö. S. – O dönemde en büyük iletişim ağı yazıydı, yazışmaktı, okumaktı. Kartlarda şiirlerimiz basılıyordu. On binlerce basılıyordu hem de. İçerde ve dışarıda direniş kimi sessiz kimi de ateşli devam ediyordu, bu da şiirle, romanla, öyküyle, türküyle, şarkıyla, karikatürle bütünleşip devam ediyordu. Çünkü umut vardı o gün, bugün de umut var; umut, bilincimiz sağlamsa hiç bitmez. Bunların yaratıcılarından biri de şairlerdir, Adnan Yücel gibi.

Adnan Yücel’in yurtdışında gerçekleşen çok sayıda kültür sanat etkinliklerine davet edildiği ve gittiği biliniyor. Onun şiirlerinin darbe sonrası yurtdışında yaşamak zorunda kalanların duygularına da tercüman olduğunu söyleyebilir miyiz?

Ö. S. – Yurt dışı, yurtta, hapiste, dışarıda ilgilenen, araştıran, kurtuluş için mücadele eden kitleler oldukça fark etmez; yazılar, eserler, sözler de etkilidir ve bir direnişi hazırlar da söndürür de, yeter ki içten/samimi olsun. Adnan Yücel de bunlardan biriydi, insanların duygularını dile getirenlerden…

“Sınıfların, egemenin ve ezilenin olduğu bir dünyada şiir de şair de mutlu olamaz, üç maymunu oynayamaz.” 

Darbeciler kitapla silahı bir tuttu. Binlerce kitap yakıldı, yasaklandı. Bunların içinde çok sayıda öykü, roman ve şiir kitapları da vardı. Kültür sanat alanına dair, 12 Eylül ile bugün arasında farklılıklar var mı?

Ö. S. – Benim de Dört Mevsim Türküleri-2 İzmit’te yeniden kâğıt hamuru oldu, daha dağıtıma giremeden. Niceleri… Bugün bu, daha farklı bir şekilde sürüyor. Daha çok gazeteciler tutuklanıyor, kitapları toplatılıyor. Fakat sanal diye bir âlem var ki buna pek de güçleri yetmiyor. Bir şekilde her şey öğreniliyor. Gezi Direnişi bunu ispatladı. Bugün kimsenin şiiri incelenmiyor, oradan cımbızla çekilip alınan duyarlıkları suç sayılmıyor, suçlamalarla yargılanmıyor, egemenin siyasal sistemine dokunma da gerisi önemli değil. Böyle bir sistem var bugün farklı olan. Ne var ki içeriği aynı, emeğe zulüm, karşı durana işkence ve ölüm.

Yıllarca kültür sanat alanında mücadele vermiş bir şair olduğunuz için son sorumda şunu sormak isterim. Bugün şiirin ve şairin görevleri nedir?

Ö. S. – Dün ne ise bugün de şairin görevi odur, değişen görüntülerdir, nitelikte bir değişim yoktur, yalnızca taktikler değişebilir, savaşım biçimleri yenilenebilir. Benim Kendilik Sürecinde Şair/şiir-Vicdan adlı kitabımda dünle bugünü karşılaştırıyorum ve bugün de şiirin ve şairin nerede olması üzerinde duruyorum. Bu konuya girmek uzun bir yazının konusu … Okunursa görülecektir ki şair de şiir de geçen tarihsel süreçte hep muhalif olmuştur; çünkü sınıfların, egemenin ve ezilenin olduğu bir dünyada şiir de şair de mutlu olamaz, üç maymunu oynayamaz. Şiirin bugün vardığı yerde yeni adlar mutlaka çıkacaktır, bu adlar da kendilerine düşeni yapacaklardır; bu bir sınıf savaşıdır, egemenlik taslama, eşitsizlik, emeğin sömürüsü var olduğu sürece bu savaşım da sürecektir. Şairin görevi dünyayı değiştirip dönüştürmede emeğin yanında durmaktır, tabii bu iş de toplumsalcı, toplumcu şairlere, yazarlara düşmektedir; egemen sınıfların yanında duranlardan bir şey beklenemez zaten!

“Toplumcu gerçekçiliğin ısrarı…” Damar dergisinin sloganıydı. Bugün de sloganımızdır, toplumcu gerçekçiliğin ısrarı. Çünkü dünyayı değiştirip dönüştürmede bu nitelikteki sanat bizim yanımızda olabilir.

Özgen Seçkin kimdir?

Özgen Seçkin1951’de Artvin’in Şavşat ilçesine bağlı Yavuz Köyü’nde doğdu.  İlkokulu köyünde; ortaokulu Şavşat’ta ve Ardanuç’ta okudu; liseyi Artvin’de ve Çankırı’da tamamladı. Gazi Eğitim Türkçe Bölümünü bitirdikten sonra liselerde edebiyat öğretmenliği ve yöneticilik yaptı.

Öğrenimi yıllarında kendi kurduğu YABA (Yayın Basın Ajansı) adlı yayınevini yönetti. O günlerde Soluk ile Gündeş Kırkbinler adlı iki derginin çıkmasında katkıda bulundu ve yazı işleri müdürlüklerini üstlendi. 1982’den sonra AYKO’da Yönetim Kurulu Başkanıyken Eğit/Bilim dergisinin çıkmasını sağladı. 1983’ün mayıs ayında, yayımlanan Dört Mevsim Türküleri-II adlı şiir kitabından ötürü gözaltına alındı, 1402’ye göre öğretmenlikten uzaklaştırıldı. Kitabı toplatıldı, aklandı ve beş yıl sonra mesleğine dönebildi.

Devrimci Sanatçılar Derneği, AYKO (Ankara Yayın Üretim Kooperatifi), Edebiyatçılar Derneği ile Cumalı-Seferis Gökyüzü Kültür ve Sanat Derneği kurucularından oldu, yönetimlerinde bulundu.

Şiir Coğrafyamız, Toplumsalcı Şiirler Antolojisi gibi yıllıkların çıkmasına katkıda bulundu; birçok derleme yaptı.  Eğitim dergileri ile antolojiler hazırladı. Damar Edebiyat Dergisinin on yedi yıl (201 sayı) aralıksız yayımını sürdürdü ve Damar Yayınlarını yirmi yıl yönetti.

İlk kitabını 1968 yılında bir arkadaşıyla çıkardı (Öğrencinin Dünyası, öykü, deneme). İlk şiir kitabı olan Böldüm Yüreğimi Avuçlarına 1976’da Tekyol Yayınlarından; Dört Mevsim Türküleri-I 1978’de Yöneliş Yayınlarından; Dört Mevsim Türküleri-II 1983’te AYKO’dan; Dört Mevsim Türküleri (bir arada) 1993’te, (1993 yılı Çocuk Hakları Derneği En İyi Çocuk Kitabı Ödülü) Damar Yayınlarından; Sevmekten Başka, Öğretmen Yayınlarından 1986’da; Bugünü Yaşayan Kalır, Ayko’dan 1986’da; Onyıl 1991’de, Kırkbeşlik Aşk Yalnızı 1997’de, Hayatla Ufalanmış Şiirler 1999’da, Yaşadığımız Kimi Saatler (2004) adlı dosyasıyla 2004 yılı Ş. Avni Ölez şiir ödülünü aldı. Dosya aynı yıl Damar Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Şivan, 2010’da Kanguru Yayınlarından, Kâğıt Kesiği 2011’de Kurgu Yayınlarından çıktı. 2019’da Karşıyaka Belediyesi Şükran Kurdakul Şiir Ödülünü alan Külden Büyüttüm Narı adlı dosyası aynı yıl Karşıyaka Belediyesi Kültür Yayınlarından çıktı. 2020 ‘de Ekin Sanat Dergisi ve Ekin Sanat Yayınlarının açtığı Hüseyin Atabaş Şiir Ödülü’nü alan Kime Gitsem Hercai adlı dosyası aynı yıl Ekin Yayınları tarafından yayımlandı.  2021’de İzmit Belediyesi ve Aydili Sanat Derneğinin açtığı Uluslar arası Şiir Yarışması kapsamında Zibil Kil Bastilivri adlı  dosyası 3.lükle değerlendirildi.

Düzyazıları: Efendilik Yollarında (gençler için öyküler,1999), Geleceğe Yazılmıştır (2003), Şairin Hayat Eğrisi (2004), Damarımıza Basıldıkça (2005) Damar Yayınlarından, Kendilik Sürecinde Şair/Şiir-Vicdan Doruk Yayımlarından Nisan 2013’te çıktı.