RÖPORTAJ | Eğitim sisteminin görünmeyen yüzü: Ücretli öğretmenler isyanda

Pandemi döneminde eğitim-öğretimin yükünü sırtlayan eğitim emekçileri daha fazla iş yüküne, esnek çalışma saatlerine, güvencesizliğe hatta işsizliğe maruz bırakıldı. Asgari ücretten az kazanan ücretli öğretmenler, ders saati başına 18 lira kazanıyor.

RÖPORTAJ | Eğitim sisteminin görünmeyen yüzü: Ücretli öğretmenler isyanda

Eğitim sisteminin yap-boz misali sürekli değiştiği ülkemizde, “eğitimin kalitesine” ilişkin tartışmalar sürüyor. AKP iktidarının kendi politikaları gereği şekil verdiği eğitim sistemi öğrencisinden öğretmenine, velisinden sıradan emekçisine kadar hiç kimseyi tatmin ediyor. Eğitimde fırsat eşitsizliği ve bilim dışı yaklaşımlar tartışıladursun, eğitim emekçilerinin iktidar tarafından sistematik bir biçimde değersizleştirilmesi” sürüyor. Eğitim emekçileri içinde sistematik değersizleştirme farklı statülerde çalışmayla pekişiyor.

Özellikle ücretli öğretmenler, eğitim sisteminin görünmeyen yüzünü oluşturuyor. 2020 yılının verilerine göre 80 binden fazla ücretli öğretmen bulunuyor. Eğitimcilerin neredeyse yüzde 10’u bu görünmeyen kesimde bulunuyor. Asgari ücretten az kazanan ücretli öğretmenler, ders saati başına 18 lira kazanıyor.

Ücretli öğretmenlik sisteminin eğitimde “normal” karşılanır bir noktaya gelirken, Eğitimde Sınıf Tavrı ile temas kuran ücretli öğretmenlerle röportaj yaptık. İş güvencelerinin yoksunluğundan ötürü yalnızca isimlerinin baş harflerini yazacağız.

İyi okumalar diliyoruz.

”AÇILAN KADROLARIN TORPİLLİLER İÇİN OLDUĞUNU ANLAMAM UZUN SÜRMEDİ”

Manifesto: Kamu eğitim kurumlarında, insani koşulların altında bir ders saati ücretle tarif edilen, kabul edilmek için bile bir ‘torpil’ gerektiren, eğitimdeki sömürünün en uç boyutu olan ve kamuoyuna zaman zaman yansıyan ücretli öğretmenlerin koşullarından bahseder misiniz?

B.: Öğretmenlik mesleğine 2 yıllık üniversite mezunu iken başladım. Mutlu olacağım ve aradığım mesleğin öğretmenlik olduğuna karar verdim. Daha sonra sevdiğim bu işi yapmak için lisans mezunu oldum. Bu sefer de alan mezunu arkadaşlara görev veriyoruz bahanesi ile karşılaştım. İstanbul Üniversitesi pedagojik formasyon eğitimini tamamlayarak resmi anlamda öğretmen sıfatı almama rağmen yine görev alamadım. Ardından beden eğitimi lisansı bitirdim fakat bu sefer de kendi alanımda görev alamadım. Çünkü bana ileri sürdükleri sebeplerin torpilliler için bu kadroları açtıklarını anlayalı çok olmuştu. Örneğin İngilizce öğretmeni olarak başladığım okulda 2 yıllık mezun olan birine beden eğitimi öğretmenliği görevi verilmişti. Hiçbir vasfı olmayan torpillilerin bankamatik memuru gibi okula gelmeleri hep zoruma gitmiştir. Hemen hemen her okul ve ilçede siyasi bir ideolojiye hizmet eden iktidar yandaşı müdürlerle çalıştım.

Bizden girdiğimiz ders saatlerinden hep daha fazlasını istediler. Ev ziyaretleri, nöbetler, bayram ve kutlamalarda zoraki görevler. Bundan ötesi ise düşünemeyen ve sorgulamayan bir neslin yetişmesine tanık olmak ise en büyük işkenceydi benim için. Hala bir şeyleri umut ederek yaşıyorum. Umarım umutlarım boşa gitmez.

R.: Koşullar biraz da çalıştığımız okul ve okul idaresine bağlı gelişiyor. Aynı görevi meslek aşkı ile yapıp yarım sigorta karşılığında çalışmak zor olsa da çalıştığım okulda gerek idarem gerekse diğer öğretmen arkadaşlarım tarafından ötekileştirme yaşamadığı için kendi adıma şanslıyım.

İdarem, öğretmene o öğretmen bu öğretmen gözü ile değil, işini yapan öğretmen olarak baktığı ve her zaman görüşlerimizi
dikkate aldığı için tekrardan şanslı hissediyorum. Ancak bazı okullarda aynı şansa sahip olmayıp özellikle psikolojik açıdan sıkıntı yaşayan arkadaşlarım da oldu. Bunun yanında maddi olarak düşük birmaaş karşılığı çalışsak da mesleğimize olan sevgimiz ve insanların çok zor şartlar altında çalışma koşulları olduğunu bildiğimiz için bu da bize bir teselli olmaktadır.

”EĞİTİMDE CİDDİ MENTAL SORUNLAR VAR”

Manifesto: Pandemi döneminde eğitim-öğretimin yükünü sırtlayan eğitim emekçileri daha fazla iş yüküne, esnek çalışma saatlerine, güvencesizliğe hatta işsizliğe maruz bırakıldı. ‘Ücretli Öğretmen’ olarak çalışan bir eğitim emekçisi olarak bu koşulların size yansıması ne oldu?

B.: Ekim ayında başlamış olduğum eğitim öğretim yılında ilk önce 11. Sınıflara girdim. İki hafta sonra ders programını değiştirdiler ve bizi yüz yüze eğitime çağırdılar. İtirazım hiçbir işe yaramadı ve okul yönetimi benden aldıkları sınıflarla ilgili hiçbir açıklama ve bilgilendirme yapmadı. 9. Sınıfları tekrar uzaktan eğitime aldıklarında bir de baktım ki yeni bir ders programı ve bu sefer de 10. Sınıflarla derse girmeye başladım. Yapmış olduğum yıllık hazırlıklar, ünite tekrarları ve deneme sınavları hepsi çöp oldu. Sonra sil baştan tekrar hazırlıklar. Artık çarpık demiyorum felç olmuş ve ağır mental sorunlarla boğuşan eğitim sistemimizde, çocuklar mağdur olmasın diye ilk dönemin sonuna kadar çalışma kararı aldım. Umarım 2. dönem bu mağduriyetleri devam etmez. Bunca sıkıntının yanında saatlerce bilgisayar ekranına bakmamızın da ileride ciddi rahatsızlıklara sebep olacağına eminim. Hatta gözlerim şimdiden alarm vermeye başladı.

R.: Başlangıçta ‘maaş alabilecek miyiz’ korkusu yaşadık. Bir dönem mevzuata takılan bir sorun olsa da sonradan çözüldü. Bu nedenle ciddi bir yansıması olmadı bizim için.

”EĞİTİMİN EN BÜYÜK YÜKÜ DOYMAK BİLMEYEN SERMAYENİN İHTİYAÇLARI”

Manifesto: Milli Eğitim Bakanı ”Eğitimde asıl yük, öğretmenin maaşıyla ilgilidir”, ‘Öğretmenler olmasa maarifi daha iyi yönetirdim’ şeklinde açıklamalar yapıyor. Sizce eğitimin asıl yükü nedir?

B.: Ticaret yapan bir milli eğitim bakanının bunu söylemesi çok doğal. On beş yıldır ücretli öğretmenlik yapıyorum. On yıl önce milli eğitimi özelleştirme çalışmaları başladı ve 15 Temmuz’la bunu daha da hızlandırdılar. Halktan eğitim için yeterli haracı alamadıkları için bir bahane bulup devlet okullarını özelleştirmenin peşindeler. Bu sayede hem halktan haraç toplayabilecekler. Hem de öğretmenler devlete yük olmaktan çıkacak. Eğitimin en büyük yükü ise doymak bilmeyen sermayenin amaçlarından başka bir şey değildir.

R.: Eğitimin asıl yükü velinin öğretmene olan karşı tavrıdır ve bu gittikçe çizgi aşımına uğramaktadır.

”BİZİM EN BÜYÜK DÜŞMANIMIZ YİNE KENDİMİZ”

Manifesto: Eğitim emekçileri, kadrolu, sözleşmeli, ücretli, özelde çalışan, sendikalı, sendikasız olarak çok ayrıştırılmış ve parçalanmış durumdadır. Bu durumun size ve öğrencilere yansıması nedir?

B: Aslında farklı bir bakış açısı ile yaklaşmak istiyorum bu soruya. Çünkü burada amaç tamamen bir taktikten başka bir şey değildir. Sizlerde şahit olmuşsunuzdur, öğretmenler odasında ücretli, kadrolu, sözleşmeli sıfatları ile bizi birbirimize düşürerek asıl hedefimizden  uzaklaşmamıza neden olmuştur. Biz birbirimizi yerken onların karşısında duracak bir güç ortadan kalkmış durumdadır. Bencillik ile
birbirimize yaklaşıyoruz. Bizim en büyük düşmanımız yine biziz. Parasız eğitimi savunan arkadaşların dershane açmaları bile içimizdeki çelişkinin en büyük göstergesi. Herkesin görevden atılırım korkusu sistematik bir şekilde oturtulmuş durumda.

Bu durumların öğrencilere yansıması her zaman olumsuz olmuştur. Sürekli öğretmenin değiştiği bir okulda çocuklar yeni gelen öğretmene alışana kadar, alıştıkları öğretmeni de bir sonraki dönemde göremeyince yeni gelen öğretmenin sistemine alışmak çocukları için bir işkenceye dönüşmüş durumdadır. Ve eğitimin sürekliliği sağlanamadığı sürece yamalı bir bohça görünümünde olan çocuklar ne yapacaklarını bilememektedir. Devlet yönetimi sorgulamayan, düşünmeyen bir nesli de biz birbirimize düşerken dönüştürmeye devam etmektedir.

R: Bizler sendika üyesi olamamaktayız. Zaten bu ayrıştırmanın başlangıç hatalarından biri de sigorta ve maaştan sonra budur. Öğretmenlik için gerekli şartları tamamlayan; bu mesleği hayatının en güzel yerine koyup hakkıyla idame eden kişiler öğretmendir. Bu nedenle hiçbir ayrımcılık olmamalıdır.