RÖPORTAJ | Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay: İktidar her zamanki gibi emek cephesine kulağını tıkamış durumda

Eğitim emekçileri, özellikle son dönemdeki hızlı yoksullaşmanın ardından kendisini görüşme masalarında satan sarı sendikalardan yılmış durumda. Etkili, sınıfsal, kitlesel bir sendikal mücadelenin haklarına kavuşmak için tek yol olduğunu artık neredeyse her emekçi biliyor.

RÖPORTAJ | Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay: İktidar her zamanki gibi emek cephesine kulağını tıkamış durumda

AKP’nin eğitimde uygulamaya çalıştığı piyasacı ve gerici politkalara karşı 29 Aralık’ta iş bırakma çağrısı yapan Eğitim-İş sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay, Gazete Manifesto’nun sorularını yanıtladı.

– Manifesto: Sendikanız tüm eğitim emekçilerine ve eğitim sendikalarına yönelik 29 Aralık’ta iş bırakma çağrısı yaptı. Eğitim emekçilerinin iş bırakma eylemindeki talepleri nelerdir?

Kadem Özbay: Aslında 29 Aralık çağrımız, bardağı dolduran son damla. Aylardır meydanlardan çağrıda bulunuyoruz. “Zam, Kriz, Yoksulluk; Tükeniyoruz!” diyerek peş peşe yapılan zamları, yaşadığımız ekonomik kriz ve derin yoksulluğu haykırıp, siyasi iktidarı önlemler almaya çağırıyoruz. Ama iktidar her zamanki gibi emek cephesine kulağını tıkamış durumda. 29 Aralık kararımızı biraz daha izah etmek için şu son birkaç aydır yaşadıklarımızı kısaca özetlemek gerekiyor:

Bildiğiniz üzere inatçı ve rantçı ekonomi politikaları sonucu ülkemizde enflasyon dizginlenemez bir hal aldı ve işçi sınıfı hızla yoksullaştı. AKP iktidarının 20 yıldır sistematik olarak neredeyse tüm mal ve hizmetler açısından ülkemizi dışa bağımlı hale getirmesinin acı faturasını halk ödüyor. Milli paramız tüm dünya paraları karşısında hızla değer kaybetti ve kurdaki dalgalanmalar biz emekçiler için tsunamiye, katlanılamaz bir enflasyona dönüştü. Zengini daha zengin, emekçileri ise daha yoksul hale getiren bu eziyetten, eğitim emekçileri de payını en ağır biçimde alıyor. Sözde toplu sözleşme görüşmelerinde kamu çalışanlarına reva görülen 2 yıllık zamlar yıl bitmeden eridi bile. Enflasyon ve artan vergi dilimi ile kamu emekçisinin alım gücü yerle bir oldu. Maaşının 3’te 2’si kira ve fatura gibi kaçınılmaz giderlerle eriyen eğitim emekçileri, daha ayın başında ayın sonunu kara kara düşünür hale geldi. Sendikamızın yaptığı kapsamlı bir araştırma, öğretmenlerin yüzde 65’inin belli aralıklarla borç almak zorunda kaldığını, yüzde 90.2’sinin kredi kartı borcunu ödeyemediğini ortaya koydu.

Yok paralara çalıştırılan ve aklına zincir vurulmaya çalışılan akademisyenler ile eğitim alanında çalışan diğer kamu emekçilerinin durumu da maalesef aynı. 29 Aralık için yola çıkış noktamız tam da bizlere reva görülen bu sefalettir. Bu haksızlığa karşı bir direnç noktası olmak için üretimden gelen gücümüzü kullanarak haklarımızı arayacağız. Taleplerimiz ise çok net:

– İnsanca yaşamak için tüm eğitim emekçilerinin maaşlarına yüzde yüz zam istiyoruz!
– Sistematik ve hadsiz saldırılar altındaki meslek onurumuzun tekrar tahsisini istiyoruz!
– Tüm eğitim emekçileri için kadrolu, güvenceli çalışma ve insanca çalışma şartları istiyoruz!
– Atatürk’ün bize emanet ettiği yeni nesiller için laik, bilimsel, adil ve kamusal bir eğitim istiyoruz!
– Etiketlerdeki artış önlenemedikçe, alınan ücretlerin de bir önemi kalmamaktadır. Ekonominin inatla değil akılla yönetilmesini, enflasyonun dizginlenmesini istiyoruz!

“EĞİTİM EMEKÇİSİ İÇİN BU ÇAĞRIYA VERİLEN YANITIN DA BİR TURNUSOL OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM”

– Manifesto: Bu çağrınız eğitim emekçileri ve eğitim sendikaları içinde nasıl karşılık buldu?

-Kadem Özbay: Bu çok yerinde bir soru oldu, teşekkür ediyorum çünkü bizleri de heyecanlandıran biçimde çok iyi tepkiler alıyoruz. Eğitim emekçileri, özellikle son dönemdeki hızlı yoksullaşmanın ardından kendisini görüşme masalarında satan sarı sendikalardan yılmış durumda. Etkili, sınıfsal, kitlesel bir sendikal mücadelenin haklarına kavuşmak için tek yol olduğunu artık neredeyse her emekçi biliyor. Sadece kendi tabanımızdan değil, başka eğitim sendikalarına üye olduğunu bildiğimiz eğitim emekçilerinden de çok olumlu tepkiler aldık.

Ancak ne yazık ki eğitim sendikaları için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Ortaklaşmanın bu kadar mümkün ve kaçınılmaz olduğu talepler söz konusuyken bile meydanlarda buluşmaya yanaşmadılar. Kendilerine çağrımızı yazılı olarak ilettik, “Gelin haklarımız için bir kerelik olsun omuz omuza duralım” dedik. Ama hiçbirinden olumlu bir yanıt alamadık.

Eğitim emekçisi için bu çağrıya verilen yanıtın da bir turnusol olduğunu düşünüyorum. Şairin dediği gibi:

“bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler…”

“MİLLİ EĞİTİM ŞURASI EĞİTİM EMEKÇİSİNİN HAKLARINI KIRPMAK İÇİN DÜZENLENDİ”

-Manifesto: Son milli eğitim şurası ile birlikte uzman öğretmenlik ve baş öğretmenlik kavramları tekrar gündeme geldi ve bunlar eğitim emekçilerinin ekonomik koşullarını düzeltmeye yönelik de başlıklar olarak sunuldu. Bu konuda Eğitim-iş ne düşünüyor?

-Kadem Özbay: Açıkçası Saray’ın dizinin dibinde yapılan, fikir alışverişi için değil deklarasyon için organize edilen Milli Eğitim Şurası, eğitimin kronik sorunlarına çözüm için düzenlenmedi. Eğitimi geriletme ve gericileştirme konusunda, eğitim emekçisinin haklarını daha da kırpma konusunda hazırlanan ajandaya hizmet etmek için düzenlendi. Eğitim-iş olarak bu müsamerenin bir parçası, bu deklarasyonun vitrinlik malzemesi olmayı kabul etmediğimiz için katılmadık ve süreç bizi haklı çıkardı.

Orada müjde gibi sunulan öğretmenlik meslek kanunu da biz eğitim emekçileri açısından yeni bir karanlık rotaya yol döşeyecek gibi görünüyor. Kanun, öğretmenler arasında yeni bir ayrıştırma planı olarak duruyor. Öğretmenleri “iyi ve kötü öğretmen” olarak ayrıştıracak, hatta veli ve öğrencinin öğretmene bakışını da olumsuz anlamda değiştireceği için toplumsal yan etkileri görülecek, eğitim kurumlarındaki çalışma barışını bozacak, öğretmenler arasına zararlı bir rekabet tohumu ekecek bu planın, öğretmenleri ve öğretmenliği yüceltmek gibi bir rotası yok. Üstelik öğretmenliği uzmanlaştırma terimleriyle açıklanan bu plan, Milli Eğitim Temel Kanunu’nu (METK) görmezden geliyor. Çünkü milli eğitimin tüm çerçevesini belirleyen Milli Eğitim Temel Kanunu’nda öğretmenliğin zaten bir uzmanlık mesleği olduğunun altı çiziliyor. 1739 sayılı METK’nun 3. kısım 43. Maddesi’nde öğretmenlik için açıkça “özel bir ihtisas mesleğidir” deniliyor. Yani öğretmeni zaten uzman olarak değerlendirmek için yeni ve ne olduğu bilinmeyen bir ajandaya ihtiyaç yok, yeter ki niyet bunu idrak olsun. Olması gereken, öğretmenlerin iktidarın tek başına belirlediği kriterlerle yeniden sıfatlandırılması ve ona göre ücretlendirilmesi değil, meslekte harcadıkları kıdeme göre ücretlerinin artırılması. Bir yandan akademik kariyerini üst seviyede devam ettiren eğitim emekçileri için ise yapılması gereken, akademik çalışmalarına uygun bir çalışma ortamı sağlanması, bilimsel çalışmalarının teşvik edilmesi ve ayrıca ekonomik destek verilmesi. Bunları yapmak için akademik çalışma sürdüren öğretmenlere yeni bir sıfat vermek değil, sadece lüksler için harcanan bütçenin akılcı biçimde tekrar düzenlenmesi gerekir.
Ayrıca burada genç Cumhuriyet’in kavramlarını yersiz yere kullanarak içini boşaltma gayreti görüyoruz. Kıdemli öğretmenlere başöğretmen ünvanı verilmesi doğru değil çünkü bu ülkenin tek bir başöğretmeni var, o da Mustafa Kemal Atatürk’tür.

– Manifesto: Özellikle bu yıl Eğitim-iş’i daha fazla eylem yapan, daha fazla alanda olan bir sendika olarak görüyoruz. Bu sizlerin bir kararı mı, koşulların bir dayatması mı?

-Kadem Özbay: Her ikisi de. Neoliberal politikalarla ekonomik bir uçurumun dibine getirilen, emekçinin haklarının her gün biraz daha kırpıldığı ülkemizde koltukta oturarak sendikacılık yapmanın bir karşılığı olamaz.
Eğitim-İş’in yeni yönetimi olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma dair net tahlillerimiz ve haklarımızı almak için berrak bir rotamız var. Eskiden bir köyüne öğretmen geldiğinde bayram ilan edilen bu ülkede eğitim emekçilerinin sefalete itildiği, liyakatsiz yöneticilerce azarlandığı, güvencesiz ve insanlık dışı şartlarda çalıştırıldığı bu düzeni kabul etmiyoruz!

Biz eğitim emekçileri, bugünün gerçekliğini TÖS’ten TÖB-DER’den Köy Enstitülerinden devraldığımız tarihsel mirasla yoğuracağız. Nazım’ın dediği gibi ağır ellerimizi toprağa basıp doğrulacağız. Başöğretmen Atatürk’ün eğitim neferlerinin uslanmaz olduğunu gösterecek, haklarımızı söke söke alacağız!