'Şeyhülislam’ın gölgesinde bir kez daha laiklik

'Şeyhülislam’ın gölgesinde bir kez daha laiklik

26-09-2021 10:50

“Hem laik hem müslüman olunmaz” söylemindeki netlikle ifade etmek gerekiyor ki dinsel faaliyetlerde “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” yollu ‘özgürlük’ anlayışıyla laiklik savunulamaz.

Nevzat Kalenderoğlu

Siyasal İslamcıların Türkiye’de iktidar mücadelesinde, bilhassa İslamcı tabanına ve genelde 1923 Cumhuriyetiyle uyuşmaz olan kesimlere her devir vaadi oldu yeni bir anayasa. Bu tartışmaların bir ucu hep dinin ve onu toplumsallaştıran cemaatlerin önünü ‘yasal’ olarak da açma noktasına dayandı. Haliyle hedef ve maalesef tali gibi gösterilen başlık düpedüz laiklik ilkesinin kendisiydi.

Son dönemin sadece bütçesiyle değil söylemleri ve iktidarı bir anlamda ‘dini referanslarla’ destekleyen değerlendirmeleriyle de en çok konuşulan kurum oldu Diyanet. Tekil tekil söylemlerine girmeye gerek yok ama, bir anlamda söylemleri ve vaazlarıyla iktidarın makyajsız da hali. Şeyhülislam edasıyla hemen her yerde Erdoğan’ın yanı başında beliren ve mütemadiyen konuşan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, AKP’nin ve siyasal İslamcıların kafalarındaki düzenin reklamcısı tam da. Erbaşça bir yorum değil siyasal İslamcıların resmi söylemi, anomali değil AKP’li kadroların en açık sözlüsü, İslam’ın değil de AKP’nin 2. Cumhuriyeti’nin gayri-resmi Şeyhülislam’ı, minareleri süngü kubbeleri de miğfer sayan bir ordunun rütbeli komutanı, dindar ve kindar bir neslin başöğretmeni, dini ve şer’i bir rejimin tesisinin buzkıranı.

Dolayısıyla siyasal İslamcıların iktidarının 20. yılında, rejimin bir başka kırılma noktasında, Şeyhülislam da kürsülerde belirmişken bir kez daha laiklik tartışılmalı. Kavramların iğdiş edilmesinin nelere mal olduğunu görmenin, ‘özgürlük’ kavramının albenisiyle AKP’ye sunulan desteğin sorumluluğunu anlamanın, aptal rolü yapan akillerin ise toplumsal duyarlılıkta bariz bir belirginliği olan Kemalizm’den Cumhuriyet’e laiklikten özgürlük kavramına kerhen sahip çıktıklarını anlatmanın tam da zamanı. 100 yıllık bir geriye gidişin sorumlularıyla hesaplaşmanın yanı sıra, an itibariyle tam da üzerine bastığımız kavşak noktasında ‘yeni’ yönümüzü tayin etmenin de bir gereği bir kez daha laiklik tartışması.

Şeyhülislam’ın yasal zemini: Yeni Anayasa

Geçtiğimiz yıl sarf edilen yeni anayasa söylemlerinde öykünülecek model anayasa olarak Cumhuriyet’in ilanından önce yürürlüğe sokulan 1921 anayasası dillendirildi. Zira 1921 anayasasından sonraki ilerleme adımlarının alenen hedef alındığı söylenemezdi. Medreselerin kapatılması, kadın-erkek eşitliğinin burjuva düzende temeli sayılabilecek Medeni Kanun düzenlemesi, kadınlara seçme-seçilme hakkı, hilafet kavramının anayasadan atılması ve tabii ki “devletin dini İslamdır” ifadesinin anayasadan çıkarılması (10 Nisan 1928 tarihli Anayasa değişikliği) noktasından daha da geriye gidişin tarifiydi yeni anayasa.

Okullarda bir dönem öncesine kadar öğretilen “din ve devlet işlerinin ayrılması” tarifinden çok daha kapsamlı tarif ediliyor mevcut anayasada laiklik. 1937’de yapılan Anayasa değişikliğinde, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır” şeklindeki 2. Maddeye katkı ve bol bulunan 1961 Anayasasında ifade edilen haliyle “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve ‘Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” tanımıyla ve ardından gelen bütün bozucu girişimlere karşın bugünkü 2. Madde “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” içeriğini almıştı.

Anayasada Başlangıç bölümünde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” maddesi yer alır.

24. maddede “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” ifadesi yer alır ki, laiklik tartışmalarında da anayasa değişikliği konu olduğunda da hep unutulur nedense.

“Tüzük ve programları ile eylemlerinin eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olması” anayasada Parti kapatma sebebi mevcutta.

Dinin kamusal alandan, dolayısıyla devlet yönetiminden ve dolayısıyla siyasetten çıkarılması ve kişisel hayat gibi daha özel bir alana koyulması, dinin toplumsallaştırılması üzerinden (oy ve) güç devşiren siyasal İslamcıların pekala tekerine çomak sokacak, (öznel) dini referanslarıyla toplumsallaşan ve aynı ölçüde palazlanan cemaat ve dini örgütlenmelerin değirmenine giden suyu kurutacak, siyasal İslamcıların da siyaset zeminini terk etmesine yol açacaktır. Dolayısıyla laiklik mücadelesi Cumhuriyetçiler için de İslamcılar için de varlık-yokluk mücadelesidir.

“Devletin dini olmaz” denildiğinde siyasal İslamcıların direkt olarak devlet yönetiminden el çekmesi gerekiyor. Cemaatlerin değil devlet kademelerine sızması, yurt açıp zehirleriyle mürit yetiştirmesinin de önüne geçilmesi gerekiyor. Şeyhülislam’ın bir mezhebin dini inanışlarını toplumun ne bir eksik ne bir fazla tamamına dayatmasının suç sayılması gerekiyor. Ve dahası.

Şu ‘özgürlükçü laiklik’ palavrası

“Hem laik hem müslüman olunmaz” söylemindeki netlikle ifade etmek gerekiyor ki dinsel faaliyetlerde “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” yollu ‘özgürlük’ anlayışıyla laiklik savunulamaz. Dinin toplumsal örgütlenmesine yol verilmesiyle, cemaatleşmesine çanak tutulmasıyla, mürit toplamasına müsamaha gösterilmesiyle Kemalist Cumhuriyet’i yıkacak genç mücahitlere yol verilmesi bir ve aynı şeydi. Siyasal İslam’ın devlet erkini ele geçirmesine vesayetle hesaplaşma penceresinden göz yumulması ya da teşvik edilmesi, laik Cumhuriyet’in köküne vurulan darbeydi. “Başörtüsüne özgürlük” diyerek sempati beslenen Siyasal İslam Kadın Kolları’na karşı şimdi ‘Medeni Kanun’ veya ‘İstanbul Sözleşmesi’ kavgası vermek nafile. İhya olan Merve Kavakçı ve çekirdek ailesinden görün yakın dönem ahval-ü şeraitimizi şimdi.

Siyasal İslam’ın arefesindeki Cumhuriyet yıkıcısı cuntacıların baskı ve şiddetiyle afallamış sola darbe korkusunu gark eden ve Siyasal İslam’a hayırhah baktıran cambazlar, laiklik kavramını da ilkel ve Kemalist ilan ederek yerine yenisini koymuşlardı: Özgürlükçü laiklik. O çok entelektüel laiklik karşıtı odaklar değil miydi dinci subayların darbesiyle halkı karşı karşıya bırakan. Şimdilerde Kemalizm’i keşfe çıktılar. Yeni dönemde inandırıcılığını, hele ki batıcı Kemalizm yorumuna Cumhuriyetçilerin tepkisini zaman gösterecek lakin, sosyalist solda bile bıraktığı ‘gerçek İslam bu değil ki’ naifliğini ne yapacağız.

Mesele ‘millet ittifakı’ mensubu Cumhuriyet düşmanlarına göz yumup seçim kazandırmanın çok ötesinde. Milli günlerde dindarlara baskı yapıldığını savunan, 30 Ağustos’ta vals yapan İBB çalışanlarından ‘kıllanan’ Deva’lı Ali Babacan ile şu sözleri sarf eden Erdoğan’ın arasında fark aramaya sahiden vakit var mı?

“Ali Erbaş hocamızla ilgili konuya gelince… Bir defa ana muhalefetin Ali Erbaş hocamıza, Diyanet İşleri Başkanı’mıza bu denli hakaret etmeye ne hakkı ne yetkisi vardır. Bu densizliktir, terbiyesizliktir. Zaten CHP’nin cemaziyelevveli de hep bizim din adamlarımıza hakaretle geçmiştir. Şimdi de aynısını Diyanet İşleri Başkanımıza hakaretle yürütüyorlar. Ama şunu bilsinler ki Diyanet İşleri Başkanı’mız yalnız değildir. Diyanet İşleri Başkanımız CHP’nin bu kendini bilmez tiplerinin hiçbir zaman muhatabı da olmamıştır, olmayacaktır. Diyanet İşleri Başkanımızı bu noktada biz asla yalnız bırakmayız. O makam önemli bir makamdır. Dolayısıyla bu makama hakaret edenler, bu ülkede dinini, diyanetini bilenlere hakaret etmiş olurlar. Yeni ortaya çıkmış olan birisi daha var; o da böyle sallayıp sallayıp duruyor. Dur bakalım; daha parti olduğun bile değil. Ana muhalefetle beraber bir şeyler yapıyorlar.”

“Güler yüzlü Siyasal İslam” arayanlara bir kötü haber: Laiklik meselesi yeni mücadele döneminde turnusol kağıdı olacaktır. Toplum nezdinde de. Laiklik mücadelesi, bu kavramların içinin boşaltılması ile de mücadele demek. Laiklik mücadelesi, daha da ileri götürülmesi gereken anayasadaki temellerin yıkılmasına, yerine makyajlı sözlerle dinci bir rejime yol veren kavramların sokulmasına karşı da mücadele. Laiklik mücadelesi, Şeyhülislamlığın 100 yıllık Cumhuriyet döneminin ardından hem meşru, hem yasal, hem de toplumsal bir geçerliliği yok demenin de mücadelesi.