SD-MDD: Eski bir tartışmaya dair hatırlatmalar…

SD-MDD: Eski bir tartışmaya dair hatırlatmalar…

14-02-2021 17:55

FKF’nin MDD’cilerin eline geçmesi ve sonrasında Dev-Genç’e dönüşmesiyle, TİP’li öğrencilerin Sosyalist Gençlik Örgütü’nü kurması kopuşun somut ifadesi olur. Siyasal yaşamlarına TİP üyesi olarak başlayan gençlik hareketi önderlerinin önemli bir bölümü 1960’ların sonlarına doğru kendilerine farklı yollar çizerler.

Orhan Deniz

1960’lı yılların Türkiye sol tarihinde, dolayısıyla Türkiye siyasi tarihinde, özel bir kesiti temsil ettiği sıkça söylenir. Bu yıllara dair söylenmeyen, üzerinde pek durulmayan ya da altı ısrarla çizilmeyen bir noktaysa bu özel kesitin ortaya çıkışında başka bir özel kesitin, 1950’lerin rolüdür.

Hem ulusal hem uluslararası ölçekte yaşanan gelişmeler dikkate alındığında 1950’li yılların ekonomik, politik ve ideolojik olarak sosyalizme karşı oldukça planlı bir şekilde biçimlendirildiği görülür. ABD’nin başını çektiği emperyalist-kapitalist kutbun başlattığı soğuk savaş, merkezine Sovyetler Birliği’ni yerleştirdiği anti-komünist saldırılarına ve örgütlenmelerine 1950’li yıllarda hız verir ve yerleşiklik kazandırır. Bu politikaların bizim ülkemizdeki ana taşıyıcısı, aynı zamanda bu topraklardaki geleneksel gericiliği de temsil eden, DP ve Menderes hükümeti olur. “Türkiye’yi küçük ABD yapmak” söyleminin taşıyıcısı olan DP, 1950’li yıllardaki uygulamalarıyla hem ekonomik ve siyasi krizler içinde boğuşan bir ülke hem de 27 Mayıs’ın zeminini yaratır.

27 Mayıs sonrası Milli Birlik Komitesi’nin oluşturduğu sivil hükümetin Maliye Bakanı Ekrem Alican mevcut ekonomik sorunları ekonominin plansız ve liberal bir anlayışla yönetilmesiyle açıklarken, günümüzle de benzeşen, şu sorunlardan söz eder: Müzminleşmiş bütçe açıkları, iktisadi devlet teşebbüslerinin ve devlet bütçesinin Merkez Bankası tarafından finansmanı yoluyla artan emisyonun enflasyonist sonuçları, iç ve dış borç yükleri, dış ticaret zorlukları, milli paranın değeri…

Hedef planlı bir ekonomidir. 1960’lı yıllar planlama ve kalkınma tartışmalarıyla açılır. Planlama ve kalkınmanın konu edildiği bir tartışmanın bir vadede kapitalizmi sorgulamaya başlaması ve sosyalizmi gündeme almasıysa kaçınılmazdır. Harun Karadeniz 1960’lardaki gençlik hareketini incelediği kitabında bu durumu şöyle anlatır:

“Ben, 1960 ile 1970 arasında birçok eylemin içinde bulunmuş biri olarak şöyle bir bakıyorum da, çok olay oldu bu on yılda. Hepsinin adını sıralarsanız ciltler tutar. Biz, 1960 sonrasının gençleri başlangıçta kafa yapısı olarak sağcıydık. Yurt sorunlarıyla ilgilendik sadece. Fakat o sorunlar bizi aldı ve yoğura yoğura sosyalist yaptı.

(…) Ben, sadece yurt sorunlarıyla ilgilendim; petrollerimizi Amerika sömürmesin istedim. Madenlerimiz sömürülmesin, montaj sanayiinden kurtulalım, ülkemizde ağır sanayi kurulsun, bağımsız ve onurlu bir ulus olarak insanca yaşayalım, her şey yurdun ve halkın çıkarlarına göre düzenlensin istedim. O kadar.”

Harun Karadeniz aynı kitapta, sosyalizm sözcüğünün ilk defa İTÜ Talebe Birliği’nin 1964-65 ders yılında düzenlediği “Türkiye’nin kalkınması sosyalizmle mi kapitalizmle mi olur?” konulu bir toplantıda –Sadun Aren ve Aydın Yalçın’ın katıldığı bir tartışma toplantısı- kullanıldığını da aktarır. 27 Mayıs sonrası başlayan planlama ve kalkınma tartışmaları 4-5 yıllık bir süre içerisinde bir düzen tartışmasına dönüşür. Bu 4-5 yıllık süre içerisindeyse aydınların, gençlerin, işçilerin görünen hareketliliği dışında öne çıkan ve sonraki yıllarda yaşanacak ayrışmalara da kaynaklık eden iki önemli özne vardır: Türkiye İşçi Partisi ve Yön dergisi.

İlerici sendikacılar tarafından kurulan TİP, kuruluşundan yaklaşık 1 yıl sonra, kurucuların davet ettikleri aydınların partiye katılmaları ve yönetimde görev üstlenmeleriyle birlikte önemli bir çekim merkezi haline ve ülkedeki toplumsal aranışların tek adresine dönüşür; kısa süre içerisinde özellikle aydınların ve gençlerin doğal partisi haline gelir. Parti yönetimindeki aydınlar sosyalist dünya görüşünü benimsemiş, uzun yıllardır sosyalist mücadele içerisinde yer alan ve bir kısmı da TKP ile organik bağı olan kişilerdir. Bu durum doğal olarak partinin programını ve eylemlerini de belirler. Burada, Türkiye komünist hareketinin kuruluşundan itibaren sürekli baskı ve yasaklamalara uğradığını, tüm yasal çalışma denemelerinin düzen tarafından engellendiğini ve 1951 tutuklamalarıyla da örgütsel çalışmanın durma noktasına geldiğini hatırlatmalıyız; bunların TKP ile ilişkili TİP yöneticilerinin korumacı bir tarz geliştirmelerine neden olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Yön dergisi ise, Doğan Avcıoğlu yönetiminde, 1961 yılıyla birlikte yayın hayatına başlar. İlk sayısında yayınladığı bildiride “Türk halkının çok çetin iktisadi, siyasi ve sosyal meseleler ortasında, kendisini bütün özlemlerine kavuşturacak bir yön aramakta olduğunu” belirterek “yeni bir devletçilik anlayışından”, “şuurlu devlet müdahalesinden” ve “temel kalkınma felsefesi etrafında birleşmeden” bahseder. Bunları yapacak olanlarsa asker ve sivil “zinde güçler”dir. Avcıoğlu, Yön’ün 4.sayısına yazdığı yazıda Yön’ün yönünü biraz daha açar: “Biz şahsen, bir adım daha atarak, demokratik bir sosyalizmin tek çıkar yol olduğuna inanıyoruz. (…) Sosyalizm, tek kelimeyle, sosyal adalet içinde hızlı kalkınma metodudur. Sosyal adalet içinde hızlı kalkınma ise, memleketimizi bugünkü çıkmazdan kurtaracak tek yoldur. Bunun içindir ki, sosyalizm en büyük milliyetçiliktir.” (*)

TİP’in ve Yön’ün en baştan Türkiye’nin kurtuluş yoluna çok farklı baktıkları açıktır. Buna rağmen, TİP’in bilimsel sosyalizmi esas alan ve işçi sınıfını ana devrimci güç olarak kabul eden sosyalist devrimci hattıyla, Yön’ün reformlar isteyen ve bu reformların gerçekleşmesi için asker ve sivil zinde güçlerin hareketini esas alan demokratik devrimci hattı 1960’ların ikinci yarısına kadar olan süreyi görünür bir çatışma olmadan geçirirler.

Bu zamana kadar geçen sürede gerek Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı gerekse de “nasıl bir sosyalizm?” sorusu sürekli tartışılır ve bu tartışmalar doğrultusunda yollar çizilir. Türkiye’ye dair yapılan “yarı-feodal”, “yarı-sömürge”, “azgelişmiş”, “bağımlı ülke” gibi tanımlar, bunlara karşı verilecek mücadelenin niteliği ve bu mücadelelerin hangi toplumsal katmanlarla verileceği derinliği henüz farkedilmeyen taraflaşmalar yaratır.

1965 seçimleri sonrası ülkedeki siyasallaşma ve radikalleşme artmaya başlar ve sözkonusu taraflaşmalar da görünür hale gelir. Bunda seçimleri DP’nin devamı olarak görülen Adalet Partisi’nin kazanmasının ve bu sonucun ABD tarafından sevinçle karşılanmasının etkisi olduğu hesaba katılmalıdır. Avcıoğlu seçim sonuçlarını değerlendirirken gerçekçiliğin altını çizer, seçimlerin sağın zaferiyle sonuçlandığını belirtir ve “1960 Mayısında süngüyle gidenler, 1965 Ekiminde büyük oy çoğunluğu ile iktidara gelmişlerdir.” der. Bunun siyasal stratejiye tercümesi karşı-devrime karşı mücadelenin yükseltilmesi ve devrimci cephenin genişletilmesidir. Mihri Belli’nin, milli demokratik devrim tezleriyle, siyasal alanda popülerleşmesiyle birlikte bu cephenin köşe taşları da yerine oturur.

Ülkenin içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik atmosfer oldukça hareketlidir ve bu atmosferde siyasi iddia sahibi olan özneler için toplumun dinamik kesimlerini etkilemek ve yönlendirmek olmazsa olmazdır. O nedenle Yön-Mihri Belli cephesinden TİP’e dönük eleştiriler yükselmeye başlar. Bir süre sonrada yaşanan tartışmaların merkezine gençlik hareketi yerleşir.

Avcıoğlu’nun “TİP’e dair” başlıklı yazısındaki vurguları bu durumun iyi bir resmini sunar. TİP’in güç şartlar altında şerefli bir görev yaptığını belirterek başladığı bu yazıdaki birkaç vurgu özellikle önemlidir.

İlk olarak “Bir noktada, sanırız ki tereddüde yer yoktur: TİP, Anayasaya titizlikle bağlı kalarak, parlamenter sistem içinde faaliyet gösterme durumundadır.”(**) ve ardından eklenen “Yavaş yavaş anlaşılmaktadır ki, sosyalist mücadele, çok çalışma, sabır, ciddiyet ve doğru teşhis isteyen uzun vadeli bir çabadır.” vurguları sırasıyla TİP’in yürütebileceği mücadelenin sınırlarına ve sosyalizmin kısa sürede gerçekleşebilecek yakın bir hedef olmadığına ilişkindir. Başka bir deyişle, Avcıoğlu, “TİP, düzen dışı bir yolu seçemez” ve “ne zaman geleceği belirsiz bir sosyalizm için günün devrimci görevleri ertelenemez” demektedir.

İkinci olarak TİP’in işçi sınıfının öncülüğüne dönük vurguları parti organlarındaki temsiliyet üzerinden değerlendirilir ve “… işçiden kopuk ve işçi oyu üzerinde etkisiz sendika yöneticilerine bu imtiyazlar verilirken (Parti organlarına seçileceklerin yarısının işçilerden gelmesi zorunluluğu kastediliyor-OD), TİP’in dayandığı en sağlam güç olan gençlik, bir sınıf teşkil etmiyor gerekçesiyle küçümsenmiştir. CHP’nin Kurultay’dan sonra en yüksek organı olan Parti Meclisi’nde, gençlik kollarının iki temsilcisi yer almaktadır. TİP ise, gençlik kollarından gelen talebe rağmen, gençliğin parti organlarında temsilini reddetmiştir. Bir yandan bütün gücünüzü köklü değişikliklerden yana ‘zinde kuvvetler’den alacaksınız, öte yandan bu gücü küçümseyeceksiniz. Ortada bir tersliğin bulunduğu muhakkaktır.” denir. Avcıoğlu, TİP’in gençliği temsil etmediğini/edemediğini söylemektedir.

Ve üçüncü olarak, ki devrim stratejisi tartışmalarındaki en belirgin ayrımlardan biri olan,  “TİP, bir yandan antiemperyalist mücadeleyi 1 numaralı mesele sayarken, öte yandan klasik bir proleter-burjuva mücadelesinin sloganlarını ön plana çıkararak güçleri dağıtmakta ve zayıflatmaktadır. Başka bir deyişle, TİP, aynı anda iki meydan muharebesi vermekte, üstelik ikinci muharebe yüzünden, ilk muhabereye hazır güçlerin azalmasına ve amaçların dağılmasına yol açmaktadır.” eleştirisi yapılır. MDD saflarında yer alanların, kendi aralarında da bazı farklılıklar olmasına karşın, en başa yazdıkları mücadele anti-emperyalizm ve bu mücadelenin geniş bir cephenin çıkarına olduğu düşüncesidir. TİP’in anti-kapitalizmi bu açıdan geniş cepheyi daraltan ve mücadeleyi zayıflatan bir strateji olarak değerlendirilir.

MDD’cilerin bu konudaki tezlerinin rafine hali Türk Solu dergisinin ilk sayısında şu şekilde ifade edilir: “Türk toplumunun önündeki ilk devrimci adım, bir avuç asalak dışında, proletaryasıyla, küçük burjuvazisi ve aydınıyla, giderek, şu anda değilse bile, güçlü bir devrim hareketi karşısında, kompradorun etkisinden kurtulup bir süre için Demokratik Devrim saflarında yer alması mümkün olan milli burjuvazisiyle, tüm Türk ulusunun, her içtenlikle ‘Türküm!’ diyenin, elele, omuz omuza, güçbirliği halinde gerçekleştireceği Antiemperyalist ve Antifeodal Demokratik Devrimdir. Bugün Türkiye’de devrimci savaş, emperyalizme ve yerli işbirlikçilere karşı, tam bağımsız bir Türkiye uğruna, tam demokratik bir Türkiye uğruna, Demokratik Devrim uğruna savaştır.”

Dikkat çekici olan nokta oldukça derin teorik ayrımlara dayanan SD-MDD tartışmalarının siyasal sıkışmanın iteklemesiyle ve pratikteki tutum refere edilerek yapılmış olmasıdır. Üstüne üstlük tüm bu tartışmalar bilimsel sosyalizmin ana metinlerinin birçoğunun henüz Türkçe’de bulunmadığı, Latin Amerika’daki devrimlerin, Çin Devrimi’nin kısa süre önce devrim yapmış örnekler olarak birebir kopyalanmaya çalışıldığı, Nasır sosyalizminin, üçüncü yol teorilerinin rüzgar estirdiği eklektik bir zemindedir.

SDD-MDD tartışmalarının en şiddetli hali, MDD’cilerin bilinçli tercihleriyle de bağlantılı olarak, gençlik hareketi içerisinde gerçekleşir. Üniversitelerde TİP’in kontrolündeki FKF’nin anti-emperyalist cepheyi zayıflattığı yönündeki propaganda taraflar arasındaki kopuşu hızlandırır. TİP yönetiminin partinin verili durumunu korumayı esas alan ve gençliğin dinamizmiyle arasına mesafe koyan tavrı da bu hızı etkiler. FKF’nin MDD’cilerin eline geçmesi ve sonrasında Dev-Genç’e dönüşmesiyle, TİP’li öğrencilerin Sosyalist Gençlik Örgütü’nü kurması kopuşun somut ifadesi olur. Siyasal yaşamlarına TİP üyesi olarak başlayan gençlik hareketi önderlerinin önemli bir bölümü 1960’ların sonlarına doğru kendilerine farklı yollar çizerler.

12 Mart darbesi MDD tezlerinin köksüzlüğünün ve zinde güçler tanımının yanlışlığının açık bir ifadesi olur. MDD’cilerin pek de üzerinde durmadıkları çıplak gerçek tekrar kendini gösterir: Devrim, siyasal iktidarın ele geçirilmesi olduğu kadar, siyasal iktidarın hangi sınıf tarafından ele geçirildiğidir de…

(*) Avcıoğlu, milliyetçiliği ülkesinin sorunlarına sahip çıkmak, ülkesi için kurtuluş yolu aramak anlamında kullanıyor; faşistlerin kullandığı anlamla herhangi bir ilgisi bulunmuyor.

(**) Avcıoğlu bu tespiti özel bir yazılı metne atıfla mı, yoksa TİP’in pratik tavrına bakarak mı söylüyor, bilemiyorum. TİP’in programının giriş bölümünde bu tespitle örtüşen “Türkiye İşçi Partisi, (…) bütün yurttaşların kanun yolundan iktidara yürüyen siyasi teşkilatıdır” şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Bununla birlikte TİP’in bu programının düzence kapatılma riski de göz önüne alınarak son derece dikkatli bir şekilde yazıldığını belirtmeliyiz. Öyle ki, bu programda sosyalizm yerine “kapitalist olmayan kalkınma yolu” ya da devrim yerine “insanın insan tarafından sömürülmesi sistemine son verip” gibi ifadeler kullanılmaktadır.