Ordunun siyasal kimliği üzerine bir deneme: TSK’nın kimlik bunalımı

Ordunun siyasal kimliği üzerine bir deneme: TSK’nın kimlik bunalımı

12-04-2021 14:23

Hem NATO’cu hem ABD altını oyuyor, hem Atatürk’e sahip çıkıyor hem tarikatçı paşalar cirit atıyor, hem milli ordu deniyor hem ordunun bütün kademeleri ücretli profosyonel askerlere teslim ediliyor, hem Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları deyip emperyalizminin çıkarlarına koşturuluyor!

Ali Ateş

Yazının konusu ordu olunca zor bir başlık olduğu kabul edilmeli. Silahlı güçlerin, kapitalist sistemde oynadıkları rol konusu, elbette sınıflar üstü bir çerçeveyle ele alınamaz. Doğru soruların, bu başlıkta ta çözümlemelerde kolaylık sağlayacağı baştan söylenmeli: Hangi sistem, hangi rejimin ordusu, hangi sınıf iktidarı, devletin sınıfsal karakteri nedir, siyasal konumların sınıflar mücadelesinde neresinde durduğu gibi… Zorluk, örneğin, emperyalizme karşı, ulusalcı siyasal kimliklere sahip ülke orduları gelince başlıyor. Örneğin Venezuela… Bu açıdan, teorik ve ideolojik yaklaşımlarla zaman zaman siyasal durumları, her ülkenin güncel ve tarihsel gelişim koşulları bağlamında ele almak gerekiyor. Doğrudan askeri cunta ve faşist iktidarlar söz konusu olunca sınıf iktidarının karakterinin çok belirgin olduğu durumlarda ise süreçleri okumak çok daha kolay.

Yazının konusu Türk Silahlı Kuvvetleri olunca zorluk daha fazla… 27 Mayıs’ta “ordu kılıcını çekecek” tezleri 12 Mart ve 12 Eylül’de tuz buz olmuştu. Faşizm, 12 Mart muhtırasında kendisini işkencehanelerde ve Denizlerin, Mahirlerin katledilmesinde göstermişti. 12 Eylül doğrudan sosyalistleri ve devrimcileri hedef seçmişti, askeri cunta rejimi kurulmuş, cuntanın resmi ideoloji haline getirmeye çalıştığı Türk-İslam ideolojisi ile birlikte AKP, FETÖ ve tarikatların bugün iktidar olmasının önü açılmıştı.

Balyoz, Ergenekon gibi kumpas davalarında ise TSK içinde ulusalcı- Kemalist damarlar kesilirken, en son emekli amiraller bildirisine tepkilere bakınca, “görevdeki” ordu yönetiminin tutumu ile tarikatların tutumunun paralel değil düpedüz aynı olması TSK’nın geldiği yeri göstermesi bakımından şaşırtıcı bulunmamalı. Türk Silahlı Kuvvetleri bugün tarikat ve cemaatlerle aynı şeyi söyleyen bir düzleme sahip artık. Kemalist ve ulusalcı damarın gittikçe kesildiği ordunun tarikatçı ve NATO’cu kimliğinin daha baskın hale geldiği açık seçik ortada olmasına rağmen, ülkenin kuruluş paradigmaları ile bu kimlik arasındaki çelişki, yeni bir kimlik bunalımını da beraberinde getiriyor.

Yeniçerilerden bugüne TSK’ya baktığınızda Bektaşilikten İttihatçılığa, Kemalizmden NATO’culuğa evrilen –tarikatçıların bile açık açık artık içinde barındıran- bir ordunun Türkiye’nin modernleşmesinden bugüne evrilttiği kimliğin sonuç olarak şizofreniyi çağrıştırdığını söylemek abartı sayılmamalı. Yurtseverlik NATO’culuğa, milli ordu profesyonelliğe ve ilericilik tarikatçılığa kurban edilmiştir!

Kemalist ordudan tarikatçı orduya

Cumhuriyet’in bekçisi olma niteliği TSK’nın kendisini en çor tarif ettiği bir kavramdı. Doğrudan siyasete müdahaleye bu bağlam üzerinden kuruyor, Cumhuriyetin ve ülkenin bekası söz konusu olduğunda TSK kendisini birinci derece sorumlu sayıyordu. Bu durum ülkenin kuruluş parametreleriyle doğrudan ilgilidir. Osmanlı’nın, bizzat Saray ya da padişahların dirayetsiz, başarısız ve beceriksiz yönetimleri nedeniyle parçalanmaya ve Osmanlı’nın çözülmesine giden süreçte, direnen ve bu gidişe karşı hayır diyen Osmanlı’nın en önemli ve neredeyse tek kurumunun ordu olması ile Cumhuriyet’in kuruluşunda görev ve rol alan Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir başta olmak üzere neredeyse bütün isimlerin ordudan çıkması, Cumhuriyet’in temel nitelik ve kuruluş parametrelerinin doğrudan TSK’nın nitelik ve kuruluş parametrelerine de yansımasına neden olmuştur. Hilafete karşı laiklik, emperyalizme karşı bağımsızlık-egemen ulus devlet, saltanata karşı Cumhuriyet bu açıdan hem Cumhuriyet’in hem de ordunun nitelikleri arasında sayılan temel noktalar olarak karşımıza çıkıyor.

1923 Cumhuriyet’i sola doğmuştu. 1917 Rus Ekim Sosyalist Devrimi’nin hemen ardından, bizzat bu devrimin ilhamı ve dayanışmasıyla, İngiliz emperyalizmine karşı bizzat Bolşevikler tarafından milliyetçi subayların başını çektiği emperyalist paylaşıma karşı bir devrim olarak görülmüş, ama eninde sonunda kapitalist bir Türkiye hedefiyle yola çıktığı yine Bolşevikler tarafından da tespit edilmişti. 1923 tarihsel olarak ilerici idi ama aynı zamanda önüne milli burjuvayı yaratmayı koymuştu.

Kapitalizm tercihi ya da milli burjuva yaratma hedefi aslında Cumhuriyet’i içinden kemiren kurttu. Emperyalizme karşı-rağmen Cumhuriyet’i kuran TSK, adım adım emperyalizme bağlanmış, NATO’nun subayları haline gelen komutanlar tarafından yönetilir olmuştu. Sadece bu değil, doğrudan emperyalizmin 5. Kolu işlevi gören tarikatların bile ordu içinde örgütlendiği ve hatta ordunun doğrudan ABD emperyalizmi tarafından bizzat tarikatlar eliyle kontrol edildiği bir tablo ortaya çıkmıştı. Artık yurtseverlik, ulusalcılık, Kemalizm değil NATO subaylığı, tarikat üyeliği orduda “yükselmenin” kapısını açan anahtar olacaktı.

Kendisini hala Atatürk’ün ordusunun yurtsever subayı olarak gören subayların ise yaşadığı ya hayal kırıklığı ya da cezaevi olmuştu.

Ordunun kanatları var mı?

Bugün TSK’nın bütününe bakıldığında, resmi ağızlardan ifade edilen şey Kemalizm oluyor. Ancak misyon, yönelim, yönetim ve işlev açısından bakıldığında ise belirleyici “esas olgu” NATO’culuk. TSK’nin tabanına inildikçe astsubay ya da paralı askerlere (uzman çavuş, erbaş ya da er) inildiğinde ise neredeyse ırkçılığa dayanan bir milliyetçilik karşımıza çıkıyor. En azında galebe çalan görüntü bu. Ancak FETÖ örneğinde görüleceği üzeri, ordu içinde gizli örgütlenmelerin cirit attığı, tarikat üyelerinin aslında kollanıp korunduğu, liyakatin değil siyasetin belirleyici bir tablo karşımıza çıkıyor.

Sanki ordu içinde ulusalcı kanat, NATO’cu kanat, tarikatçı kanat gibi kanatlar varmış ya da AKP ve CHP tarafında olan kesimler varmış gibi bir algının da yukarıdaki siyasi kimliklere bakıldığında “kategorik” olarak söylenemeyeceği aslında ortaya çıkıyor. Dikkat ederseniz, Kemalizm, özelikle 12 Eylül’den bugüne bir kimlik olarak sunulsa da TSK’yı başından sonuna kadar belirleyen temel olgu NATO ve NATOculuk oluyor. Başta genelkurmay başkanlıkları olmak üzere üst düzey bütün ordu kademeleri ağırlıklı NATO kuvvetlerinde görev yapmış ya da eğitimlerini yurtdışında tamamlamış isimlerden oluştuğu, bu yalın gerçeği açık olarak gösteriyor.

Hangi ordu?

Tam da bu nedenle, ülkedeki siyasal gelişmelerle, uluslararası alandaki gelişmelerle ve doğrudan Türkiye’nin güvenlik parametreleri ile bağlantısız bir tanım yapmak işin doğasına aykırı. İslamcılar, dün orduya bakarken laik-Kemalist dinsizleri görüyordu. Belki de ulusalcılar, Cumhuriyet’in ve laik düzenin koruyucu bekçisi olarak orduyu Kemalist ve laik görüyordu. ABD’den bakıldığında ise NATO’nun sadık ve “çalışkan” müttefiki karşılarına çıkıyor. Liberaller tarafından bakıldığında ise ordu, ceberrut devleti temsil ediyordu.

Hangi ordu sorusu tam da burada sorulmalı ve şu ekin de yapılması gerekmektedir: Türkiye, kapitalist bir devlet olarak, emperyalizmin safına geçerken aslında emperyalizme bağımlılığı da tercih etmişti. Emperyalizmin ve NATO’nun şemsiye altına giren TSK’nın içinden çıkan aykırı seslere bakıldığında, bir kural olarak tasfiye edildiklerini görmek gerek. TSK’nın tarihi aynı zamanda Kemalist, ulusalcı, yurtsever ve bağımsızlıkçı kesimlerin tasfiyesinin de tarihi olarak ayrıca not edilmelidir. Bir yandan Kemalizm sıfatını kendisine tanımlayan aynı zamanda Cumhuriyet’in kurucu birinci derecede aktörü olan bir ordu diğer yandan darbelerin ve NATOculuğun da en önde gelen temsilcisi olan bir ordu karşımıza çıkıyor.

AKP’nin, 1923 Cumhuriyeti’ni yıkmasından sonra, yerine kurduğu gerici başkanlık rejimiyle birlikte ordu başta olmak üzere bütün kurumlar yeni baştan dizayn ediliyor. Bürokrasiyi üniversiteler, üniversiteleri polis teşkilatı, polis teşkilatını yargı ve yargıyı da bugün ordu takip etmiştir. Neredeyse bütün kurumlar AKP eliyle kurulan ve 1923 Cumhuriyeti’nin reddiyesi üzerine kurulu rejim tarafından tek tek ele geçirilmekte ve yeni baştan dizayn edilmektedir. NATO’culuk üzerine giydirilen Kemalizm elbisesi sağından solundan sökülüyordu, bugün tarikatçılık üzerinden yeni bir elbise orduya dikilmektedir.

Kuruluş paradigmaları ile bugünün arasında sıkışan TSK

1923 Cumhuriyet’i ile 1917 Ekim Devrimi aynı dönemin ürünü. Ekim Devrimi’ni Türk Devrimi takip etmişti. 1991 yılında SSCB çözülünce, 1923 yılında kurulan Cumhuriyet te 2002 yılında çözülmeye başlanmıştı. Bu çözülüş süreci AKP’nin 20 yıllık iktidarıyla artık tamamlanmışa benziyor. Artık tarikatçı paşalar, tarikat evlerine makam arabasıyla ve üniformalarıyla gidiyor, ordu kurmay başkanları kandil mesajları yayınlıyor, namaz kılan asker fotoğrafları kışlalardan yayınlanıyor, TSK İslam Ordusu’nun parçası olarak sunuluyor. Laik ve Kemalist ordu gitmiş, yerine tarikatçı ve AKP eliyle kurulan yeni rejimin ordusu gelmiştir.

Ancak temelde bir sorun ise devam ediyor. Cumhuriyet’in kuruluş paradigmaları ile bugünkü rejim arasındaki çelişki, TSK’da da kimlik bunalımını beraberinde getirmektedir. FETÖ’nün ordu içinde yaratmış olduğu tahribat aynı zamanda doğrudan AKP’nin yaratmış olduğu tahribat olarak görülmeli. Çünkü AKP’nin “yeni Türkiye’si” ile ülkenin kuruluş parametreleriyle çelişki aynen devam ediyor. FETÖ’yü sadece devlet içine sızan kadrolar olarak değil aynı zamanda ideolojik olarak, politik olarak, programatik olarak, zihniyet olarak, Kemalizmin reddiyesi sayarsanız, yarattığı tahribat kalıcı olmuş, ama bundan daha da önemlisi aynı zihniyeti, programı, politikayı ve ideolojiyi AKD sürdürerek bu bu tahribatı tamamlamıştır: Siz emperyalizmin planlarına karşı ve emperyalizme rağmen bir ülke kurup, bugün emperyalizmin tehdidi ile karşı karşıya kalan bir ülkenin ordusu olarak ulusalcı, cumhuriyetçi, yurtsever ve laik kimliklerinizi bırakırsanız, hangi silahla savaşacağınızın yanıtı boş kalır.

Bir yandan siyasal İslamcılığın ordusu haline gelip ABD’nin Afganistan siyasetine öncü kol olarak itilirseniz, ulusalcı ile laik genlerin mutasyona uğradığını da açık olarak görürsünüz.

Milli ve yerli silah sanayi üzerinden gürültü çıkaran TSK’nın, S-400 ve F-35 arasında kalması gündemi bir yana, ordunun dayanacağı kimliğin ne olacağı daha önemli bir sorudur! Bugün TSK, bir kimlik bunalımı ile karşı karşıyadır!

Hem NATO’cu hem ABD altını oyuyor, hem Atatürk’e sahip çıkıyor hem tarikatçı paşalar cirit atıyor, hem milli ordu deniyor hem ordunun bütün kademeleri ücretli profosyonel askerlere teslim ediliyor, hem Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları deyip emperyalizminin çıkarlarına koşturuluyor!