Kamu emekçilerinin örgütlenmesi: Teorik bir çerçeve

Kamu emekçilerinin örgütlenmesi: Teorik bir çerçeve

27-02-2021 08:48

Sınıf sendikacılığının siyasal ve ekonomik mücadele arasında kurduğu dolayımsız bağ, sınıf uzlaşmazlığının mutlaklığı ilkesine dayanmaktadır. Bu ilkeyi, meşru ve siyasal bir biçimde işlemek ise en önemli ayrım noktalarından biridir.

İlker Demirer

“Enternasyonal üyelerine; işçi sınıfının içinde bulunduğu bu militan durumda ekonomik hareketle politik eylemin ayrılmaz bir bütün olduğunu hatırlatır.” [1]

İşçi sınıfı mücadelesinin ekonomik, sosyal ve siyasal bir bütünlük taşıdığı uzun süredir bilinen bir gerçek. Ekonomik ve sosyal mücadele ile siyasal mücadele arasında kurulan bütünlük, sınıf mücadelesinin temel hedeflerine varmasının da tek çıkar yolu. Bununla birlikte temel hedeflere varmanın doğrusal bir yolu olmadığı da bilinmektedir. Bu nedenle sözü geçen bütünlüğün, verili bir andaki strateji ile birlikte değerlendirmeye ihtiyaç bulunuyor. Kamu emekçileri mücadelesinin de benzer bir değerlendirmeye ihtiyacı var.

Söz konusu sendikal hareket olunca, bu birlikte değerlendirme sürecine daha fazla ihtiyaç var. İşçi sınıfı hareketinin özgün bir mücadele alanı olarak sendikalar, söz konusu hareketin tarihi kadar eski. Bununla beraber bu tarihin, farklı dönemeçlerde kazandığı ivmeler, gene sınıf mücadelesindeki güç ilişkileriyle tamamen bağlantılıdır. Söz konusu güç ilişkisi, toplumsal bir ilişki olarak ele alınması gerekli olup, dinamik bir olgudur. Bir başka deyişle sınıf mücadelesinin inişli-çıkışlı seyri, mevcut sınıfların yalnızca öznel yanlarına bağlı olmayıp, aynı zamanda nesnel yanları da barındırmaktadır.

Hem öznel, hem de nesnel yanların ele alınmasıyla birlikte, sınıf mücadelesinin özel alanı olarak sendikal mücadelenin hangi yaklaşımla ele alınması gerektiği daha net bir biçimde ifade edilebilir. Sendikal mücadelenin ya da sınıf mücadelesinin, ikisi bir ve aynı şeyler olmamakla kaydıyla, mevcut görünümünün etkisi üzerinden yapılan değerlendirmeler, en fazla görünürdeki sonuçların değerlendirilmesi anlamına gelecektir. Bu nedenle, sendikal mücadelenin nasıl tanımlanacağı, hangi zemin üzerinden yükseleceği tartışması yapılmalıdır.

Bugün genel olarak sendikal mücadele söz konusu olduğunda “belirli bir zayıflıktan” bahsedilmektedir. Bu durumun nedeni olarak biri nesnel, diğeri ise öznel cevaplar öne sürülüyor. Yukarıda da değindiğimiz gibi, sınıf mücadelesinin seyrinin açıklanmasında nesnel eğilimlerle öznel sonuçları belirlemek en doğru yaklaşım. Ancak bununla beraber, bu cevapların da “doğru” olmaya ihtiyacı var.

“Düzenleme Okulu” ve iki sonucu

Söz konusu zayıflığın nesnel açıklaması, kapitalist üretim tarzında, krizlerden kaynaklı meydana gelen değişimler, aynı zamanda sınıf ilişkilerinde de değişikliklere neden olmaktadır. Bunu izleyen teknik gelişim ile emek süreçleri değişmekte, nesnel yeni düzenlemeler gündeme gelmektedir.

M. Aglietta’nın 1976 yılında “bir hayli yenilikçi” olarak sunduğu “Kapitalist Düzenlemenin Teorisi: ABD Örneği” başlıklı kitabı bu açıklamanın işaret fişeği olmuştu. Kendi sözleriyle ifade etmek gerekirse, Aglietta’nın çalışması, kapitalist birikimin ücretlerle olan ilişkisiyle, kapitalistler arasındaki ilişkiyi belirleyen sosyal düzenlemeleri ele alıyordu. [2]

Düzenleme Okulu olarak da bilinen bu yaklaşım esas olarak kapitalist üretim tarzının temel sorunun “eksik tüketimde” yattığına işaret ederek, kapitalistlerin bu sorunu çözmek için bölüşümü ve sosyal ilişkileri yeniden düzenlediğini iddia etmekteydi. Kapitalizmin her özgün döneminde uygun bir sermaye birikim modeli ve bu modelle ilişkili bir “sermaye birikim rejimi” vardır.

Bu teoriden yola çıkarak ortaya konulan ana tez; kapitalizm her büyük krizi sonrasında yeni bir emek süreci başlatarak, Fordizm-Post Fordizm vs gibi, emeği yeniden düzenler. Yoğun birikimin olduğu bir dönemde kitlesel tüketim esastır ve bunun için esas “güçlü düzenlemeler” gerekir. Sendikal mücadelenin zirvesi olarak sayılan 1945-73 arası böyle bir döneme denk düşer. Güçlü sendikalar, yüksek ücretler ve kitlesel sınıf mücadelesi ile birlikte “sınıf uzlaşması” kabul görür.

Bunun tersinin olduğu dönemde, yaygın birikim dönemi, ücretler “piyasa güçleri” ile belirlenir. 80’li yıllardan itibaren genel durum Düzenlemeciler tarafından bu şekilde okunmaktadır.

Ancak gerçek tam olarak böyle değildir. Ne 1945-73 arasında ücretler sermaye tarafından yükseltilmiştir, ne de sonrasında “piyasa güçleri” tarafından belirlenmiştir. Özellikle 1945-73 arasında güçlü sendikal mücadelenin temel motivasyonu reel sosyalizmin başarısıdır. Kapitalistler için bu “sınıf uzlaşmasını” zorunlu kılmıştır.

Bununla birlikte, bu açıklamanın doğal bir uzantısı, “yeni tür bir sendikacılık” anlayışıdır. Bu yeni tür sendikacılık anlayışının iki tarzı mevcuttur. Birincisi, “çağdaş sendikacılık” olarak ifade edilen “sosyal diyalog” sendikacılığıdır. Özellikle Düzenleme Okulu’nun önerdiği çizginin doğal sonucu bu anlayıştır.

Kamu emekçileri açısından bu tür bir sendikacılık anlayışı zaman zaman belirse de, 2000’lerle birlikte zayıflamıştır. Bu nedeni ise, böyle bir uzlaşmacılığı sağlayan temel olgu “çağdaş sendikacılık” değil, “devletin dönüşümünde” rol oynayacak “korporatist sendikacılık” anlayışı olmuştur. AKP tipi sendikacılık, kamu emekçileri içerisinde tam da böyle bir özellik seyretmiştir.

İkinci anlayış ise “toplumsal hareket sendikacılığı” anlayışıdır. Bu anlayışa göre; bugün Post-Fordist bir dönemde sınıf mücadelesinin eski tip görünümleri ortadan kalkmıştır. Sınıf mücadelesi dışında gelişen başka tür hak arayışları, egemenlerin yönetme anlayışlarına karşı yeni tip bir toplumu öne çıkarmaktadır. Bu anlamda işçi sınıfı hareketi, diğer tip ezme-ezilme ilişkilerinin, ulusal veya cinsel olabilir, ya da kapitalizmin öne çıkardığı sorunların, çevre gibi, olsa olsa bir destekleyicisi olabilir. Sendikal mücadele de, bu hak arayışlarının bir parçası olduğu ölçüde anlamlıdır.

Bu anlamıyla bakıldığında, bu yaklaşımın bir tür “radikal demokrasi” programının ekseninde faaliyet göstereceği açık. Kamu emekçileri örgütlenmesinde, böyle bir programın “sınıf mücadelesinin inkarı” ile sonuçlanacak bir çizgiyi öne çıkarması ise şaşırtıcı olmayan bir sonuç [3] Toplumsal hareket sendikacılığının bu anlamda ne kadar “derde deva” olduğu da ayrı bir tartışma konusudur.

Siyasal olamayan bir öznellik eleştirisi

Nesnel olarak zayıflığa getirilen bu açıklamayı, bir de öznel bir açıklama izlemektedir. Benzer bir düşünce silsilesi izledikten sonra, temel sorunun sendikaların yeni döneme uyum sağlayamadığı, sınıfın genel çıkarlarını temsil etmekten uzaklaştığına ilişkin söylem vardır. Bu genel doğruları da içeren ifadenin, temel sorunu “uyum sağlama” yaklaşımıdır. Hiçbir örgütlenme, böyle bir uyumu temel programatik çerçeveden bağımsız bir biçimde yakalayamaz. Dahası genelin eylemiyle, bunu sağlamak mümkün değildir.

Bu anlamda, soruna yanıt olarak öne sürülen çözümlerin temel noktasını “sınıfın genel çıkarları” çizgisi işlemektedir. “İşçilerin sağı solu yoktur”, “sendikalar işçilerin öz örgütlenmesidir” gibi sloganlar, “sınıfın genelini temsil etmek” için özet yaklaşım haline gelmektedir. Halbuki, bu yaklaşımın sergilendiği kesimlerde “siyasal mücadele” vurgusunun zaman zaman yapıldığı bilinmektedir. [4] Hal böyle olunca, siyasal ayrımları silikleştiren bir genel çıkarlar yaklaşımının öz itibariyle “hiçbir şeyin teorisine” dönüşeceği açıktır.

Nitekim bu “hiçbir şeyin teorisi”, zamanla birbiriyle çelişkili olan iki sonuca varmaktadır: “sendikal bürokrasi eleştirisi” ve “sendikal bürokrasinin örgütlenmesi”. Bu iki sonuca varmanın en önemli nedeni sendikaları siyasal mücadelenin alanı olarak değil, aracı olarak gören anlayıştır. Dolayısıyla varılan noktada silik ve belirsiz bir çizgiyi belirtmektedir. Bu çizginin sonu eleştirdiği zayıflığın içine düşmektir.

Bu noktada yalnızca bir kısır döngü vardır.

O halde bu kısır döngü nasıl kırılacak?

Sonuç yerine: Temel İlke

Yazının başında vurguladığımız temel bir noktayla. İşçi sınıfının ekonomik, sosyal ve siyasal mücadelesinin bütünlüğü ile stratejinin birlikte değerlendirmeye ihtiyacı vardır. Bu anlamda, bugün kamu emekçileri arasında örgütlenmenin temel çizgisi sınıf sendikacılığı çerçevesinde gerçekleşmek zorundadır. Sınıf sendikacılığının siyasal ve ekonomik mücadele arasında kurduğu dolayımsız bağ, sınıf uzlaşmazlığının mutlaklığı ilkesine dayanmaktadır.

Bu ilkeyi, meşru ve siyasal bir biçimde işlemek ise en önemli ayrım noktalarından biridir. Bu ayrım noktası, tüm teorik çerçevemizin de temel sonucudur.

Kaynaklar

[1] F. Engels, İşçi Sınıfının Politik Eylemi, Sendikalar Üzerine, s.86, Bilim Yayınları, 1975

[2] Aglietta M., A Theory of Capitalist Regulation: US Exprience, s.18, Verso, 1979

[3] Son Eğitim-Sen kongresinde, bu anlayışın HDP ve ittifakının kurmuş olduğu Demokratik Emek Platformu (DEMEP)’nun broşüründe bu denli açık ifade etmesinden söz ediyoruz. Sınıf mücadelesinin inkarı, bizim bir çıkarımımız değil, doğrudan bu çevrenin programatik çerçevesidir.