İnönü'den Menderes'e NATO'culuk: Türkiye'nin esareti!

İnönü'den Menderes'e NATO'culuk: Türkiye'nin esareti!

14-03-2021 09:58

NATO’culuk, ülkemizi koruyan bir askeri şemsiye değil, ülkemizi esaret altına alan esaretin adıdır!

Ali Ateş

NATO’ya resmi üyeliğin gerçekleştiği 1952 yılında işbaşında Menderes hükümeti bulunuyordu. Ancak NATO’ya ilk üyelik başvurusu ise bizzat İnönü’nün başında bulunduğu CHP tarafından 1950 yılında yapılmıştı. İnönü’nün üyelik için başvurusu yaptığı ve Menderes’in üye olmak için Türk askerini ABD çıkarları için Kore’ye göndermekten çekinmediği NATO, ülkemizin emperyalizme askeri bağımlılığın adresi olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’nın mağlup tarafı Almanlar olunca, Almanlara gayri-resim bel bağlayan dönemin siyasi erki, Sovyet tehdidini gösterip emperyalizme yanaşmayı gerçekçi dış politika olarak sunuyorlar bugün. Aslında Birinci Dünya Savaşı günlerinde kalan Almancılık , İkinci Dünya Savaşı sırasında depreşerek bu sefer faşizmin propagandasına bile yol açmıştı. Türkiye’nin tarafsızlık politikası, aslında Almanya ile yürütülen gizli ticari anlaşmalarla bir çok kez delinmişti. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman faşizminin mağlup olması ve Sovyet Rusya’nın Berlin’e kadar girip zafer kazanması İnönü’nün başında bulunduğu iktidarın dümeni doğrudan İngiliz-Amerikan emperyalizmine kırmasına neden olmuştu.

Propaganda edilen ise şuydu: Stalin, Türkiye’den “Kars ve Ardahan’ı istedi, İstanbul Boğazlarına Sovyet askeri yerleştirmeyi önerdi”. Aslında dönemin Moskova elçisinin, edindiği izlenimi Ankara’ya bu şekilde taşımış olması, bir tarih çalışması olarak özellikle değerlendirilmesi gereken bir durum! Çünkü, sonrasında hiçbir zaman Sovyetler Birliği tarafından Türkiye’den toprak talep edilmediği halde, sürekli bu söylemin gündemde tutulmasının altında yatan nedenler dönemin Türkiye’deki siyasi yapıyı analiz etmek için ortaya çıkarılmalıdır. Aslında durum, kapitalist sınıfın doğrudan emperyalist sisteme entegre olma isteğinden başka bir şey değildi. Daha farklı ve sade bir deyişle, Amerikancılık için Sovyet tehdidi büyütülerek Türkiye’nin emperyalist kampa itilmesi istenmişti!

Çünkü İkinci Dünya Savaşı sırasında faşist Almanya’ya gizlice krom ticareti yapıldığı belgelerle ortaya çıkmış, her seferinde tarafsızlık politikasını öne çıkaran CHP yönetiminin ikili oynadığı açığa çıkmıştı. Bu tabloda, Sovyetler’in Türkiye’ye yönelik söylemi değişmiş, hatta karşılıklı barış anlaşması Sovyetler tarafından tek taraflı olarak feshedilmişti.

Mevcut CHP iktidarının, sonrasında Demokrat Parti’nin ve eni sonu sermaye devletinin tercihleri, doğrudan emperyalist sistem olmuş, bu tercihe gerekçe olarak da Sovyet tehdidi gösterilmişti. Hatta iş öylesine ifrada kaçırıldı ki, neredeyse bütün Türkiye tarihi doğrudan Rusya ve komünizm karşıtlığına oturtulmuş, devlet tam anlamıyla anti-komünist bir ideolojiyle donatılarak Türkiye koşar adım emperyalizme teslim edilmişti.

Sovyetler Birliği, sosyalist bir Cumhuriyet olarak, Türkiye ile 1920 yılından itibaren hep eşit bir ilişki kurmuş, Ankara Hükümeti’ne desteğini sunmuş, İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin tarafsızlık politikasına saygı göstermiştir. Ancak Türkiye’de emperyalizm muhiplerinin önce Alman sonrasında Amerikancılığı, Sovyetleri düşmanlaştırarak Türkiye’de gericiliğin ve sağcılığın önünü açmıştır.

Sovyet düşmanlığı sol düşmanlığına evrilirken, Amerikan hayranlığı doğrudan sermaye severliğe ve sağcılığa dönüşmüştür. İşte Türkiye’nin 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in adım adım kemirilerek bugün gerici bir rejime dönüşmesinin en önemli kavşağı NATO’ya üyelikle başlamıştır.

NATO üyeliği, Türkiye’yi koruyan askeri bir yapılanmadan daha çok, emperyalizm ileri karakol ülkesi haline getirerek aslında ülke güvenliğini daha fazla tehlikeye atan bir durum yaratmıştır. Sanki, eğer Türkiye NATO’ya girmeseydi Sovyet işgaline uğrayacaktı gibi bir algının tarihi gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor. Türkiye’nin gerçek düşmanı Sovyetler değildi, ancak yaratılan algı tam olarak buydu. NATO, böylesi bir güvenlik şemsiyesi gibi sunulup durdu. Fakat aslında askeri olarak NATO’ya bağımlı olduğumuz gibi NATO’nun ileri karakol ülkesi olarak Türkiye feda edilen, askeri ise doğrudan kullanılan bir ülke konumuna getirilmişti.

Türkiye’nin NATO’ya girmesi, ulusal bağımsızlığın yitirilmesinde bir dönüm noktasıdır. Ekonomik olarak batıya bağımlı kapitalizm, siyasi ve askeri olarak da emperyalizme bağımlı hale NATO sayesinde gelmişti. En az bunun kadar önemli bir başka olgu da NATO ile birlikte ülkemizde gericiliğin, faşizmin ve derin/gizli yasadışı örgütlenmelerinin gelişmesidir. NATO, kendi siyasal egemenliğini paramiliter örgütlenmeler aracılığıyla kurmuş, ülkemiz tarihi onlarca örnekle karşı karşıya kalmıştır. Maraş Katliamı’ndan tutun da Bahçelievler Katliamı’na kadar 1980 öncesinde yaşanan katliamların arkasında gladio örgütlenmesi olduğu artık biliniyor.

Örneğin bugün FETÖ’cü darbe girişiminin doğrudan Amerikan istihbaratıyla bağlantıları konuşulabiliyorsa bunun NATO üyeliği ile başladığını kim inkar edebilir? Fethullah Gülen’in, Özel Harp Dairesi üyesi olduğu artık bugün bizzat yetkili isimleri tarafından ifade edilen gerçekler olarak karşımızda duruyor. Sola karşı gericiliği ve faşizmi besleyen emperyalizm, FETÖ’nün arkasındaki temel güç değil mi?

NATO’culuk, ülkemizi koruyan bir askeri şemsiye değil, ülkemizi esaret altına alan esaretin adıdır!