Hukuk mu, fıkıh mı?

Hukuk mu, fıkıh mı?

25-04-2021 08:05

Türkiye’de uzun yıllardır İslam hukuku propagandası yapılmaktadır. Özellikle 12 Eylül sonrası gündeme getirilen “Türk-İslam sentezi” söylemi üzerinden şekillenen gerici, karşı devrimci uygulamalar devletin temel niteliğini, resmî ideolojisini değiştirme noktasına gelmiştir.

Nurdan Akyaka

Son zamanlarda “laiklik” tartışmaları sıklıkla gündeme geliyor; bu tartışmalar üzerine siyasal İslamcılar, İslam devleti olmalıyız, söyleminde bulunuyorlar. Aynı söylemi 2016 yılında dönemin Meclis başkanı İsmail Kahraman’dan da “Yeni anayasada laiklik olmamalı. Dindar anayasa hazırlanmalı.” sözleriyle duymuştuk. Bu sözler kendiliğinden söylenmiş sözler değildi. Yakın zamanda tekrar gündeme getirilen yeni anayasa tartışmalarıyla birlikte hem devletin üst kademesinden hem de toplum içinde yuvalanmış tarikat ve cemaatlerden aynı sözü daha sık işitmeye başladık. En başta Adalet Bakanı olmak üzere eski Ayasofya baş imamının da içinde bulunduğu dinci gerici kesim “1921 ruhu ile cumhuriyetimiz yüzüncü yılına girerken yeni bir anayasa hazırlayacağız.” ifadelerini kullanarak “Cumhuriyeti fabrika ayarlarına döndüreceğiz.” iddiasını ortaya attı. Cumhuriyetin yüzüncü yılında Türkiye’yi cumhuriyetsizleştirmek isteyen siyasal İslam, AKP eliyle uygulanan Türk-İslamcı devletin bir de anayasasını yapmak istemekte olduğunu bir kez daha dile getirmiş oldu.

20 yılda tasfiye etmek için uğraştıkları Cumhuriyet, 1923 yılında önüne saltanata karşı cumhuriyet, emperyalizme karşı ulusal bağımsızlık, dinci gericiliğe karşı laiklik temelleriyle kurulurken, Osmanlı’dan kalan çoklu sistemi kaldırarak ortak bir hukuk düzeni oluşturmuştu. Yapılan yasal düzenlemelerle tebaalardan ve ümmetlerden oluşan devlet, yurttaşlar devleti haline getirilmiş, akılla ilgisi olmayan her şey toplumdan yasaklanarak uzaklaştırılırken bilim ve akıl ön plana çıkarılmış, aydınlanmadan yana bir toplum yaratılmaya çalışılmıştı.

Bugün gelinen noktada Cumhuriyetin tüm değerleri ve kurumları tasfiye edilmiş, içi boşaltılmış, rejim değişmiş, yeni rejim anayasasını yapmanın yollarını aramaktadır. Bunu da mezhepçi politikalarını yasalaştırarak yapma çabasındadır. Hukuk ve devleti oluşturan temel kurumlar siyaset eliyle dönüştürülmüşken hukuk düzeninden ne anlamamız gerektiğine değinmek gerekmektedir.

Hukuk, en temelde adaleti sağlama iddiasında bulunan toplumsal yaşama düzenidir. Hukuk düzeni, insan ilişkilerinin her alanıyla ilgilidir; dolayısıyla, kişinin doğumundan ölümüne diğer insanlarla girebileceği tekil, grupsal, tek taraflı veya çok taraflı ilişkiler, hatta bunlara ek olarak mensubu olduğu toplumu yöneten iktidar sistemleri ile her türden ilişkisi hukukun düzenleme iddiasının içinde yer tutar.[i] Toplumu oluşturan her bir mekanizmayı ve unsuru eşit kabul ederek işlemlerde bulunması idealdir. Bu açıdan da hukuk, toplumu oluşturan tüm unsurların eşit yaşamasını sağlayan temel mekanizmadır. Eşit yaşamı ihlal eden davranışlar yaptırıma bağlanmış, hiçbir kurum ya da kişi bu yaptırımdan azade tutulmamıştır. Hukuk düzenlerinde yöneticilerden ve kişilerden hesap sorulabilir, hesap vermek zorunludur. Devlet ve din ayrı alanlara bırakılmıştır.

Anayasaların tarafsız, ortak, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan metinler olması idealdir.  Anayasanın uygulanmadığı yerde yeni bir anayasa tartışılmalı ancak bu tartışma temel hak ve özgürlükleri koruyucu güvenceler getiren ilerici yönlü olmalıdır.

Dindar anayasa yapma düşüncesinde olanlar modern hukuku tasfiye ederek yerine fıkhı alternatif göstermekte. Fıkha göre kanunlar, Kur’an ve dini değerlerle çatışmamak zorundadır. Fıkıh, bireyler arası, birey ve devlet arası, hatta birey ve yaratıcı arasındaki ilişkilere müdahale imkânı sunar. Ancak modern toplumla uyumlu değildir. Modern hukuk içinde denge ve denetim mekanizmalarını, kuvvetler ayrılığı, normlar hiyerarşisi, yargı bağımsızlığı, hakimlik teminatı zorunlu olarak yer alır. Fıkıhta ise temel denge denetim ve hesap sorulabilirlik mekanizmaları bulunmaz. Dini referanslarla hareket eden dogmatik bir sistemin ürünüdür. Temel hak ve özgürlükleri koruyacak mekanizmalardan yoksun olduğu gibi yöneticilerden yalnızca iyi ve ahlaklı olmasını beklemesi, dünya üzerinde hesap verilebilirliğin kalkıp yerine cennet cehennem yaptırımlarının gelmesi temel hak ve özgürlüklerden yoksun bir yaşam doğurur. Böyle bir sistemde yurttaşların hak ve özgürlükleri yöneticinin insafına kalmıştır. Güvencesiz hak ve özgürlük söylemi, yurttaşlarca sahip olunmamış haklar ve toplumda büyük bir eşitsizlikle sonuçlanır. En yakıcı sonuçlarından biri de kadın ve erkek arasındaki eşitliği ortadan kaldıracak olmasıdır. Kadınlar, Cumhuriyetle eşit ve özgür yurttaşlık hakkını kazanmış; İslami devlet uygulamaları ile de kaybetmektedir.

Günümüz dünyası gelişmiş bir kamu hukukuna da ihtiyaç duymaktadır. Bu sebeple devletlerin hem kendi vatandaşları hem de diğer devlet ve devletler topluluklarıyla olan ilişkileri yasalar ve antlaşmalarla düzenlenmiştir. Fıkıh ise günümüz toplumundan kopuk, günün ihtiyaçlarına cevap veremez haldedir; gelişen ve değişen dünyada geri kalmıştır.

Bir diğer sorun da fıkıh uygulamasındaki belirsizliktir. Bugünün toplum yapısına nasıl uygulanacağı belli olamayan Kur’an ve sünnet kaynaklı sınırlı bir norm kaynağı vardır. Bu kaynakların kıyas yoluyla modern toplum yapısı için uyarlanması tasviri kıyas yapımına dair büyük tartışmalar barındırır. İslam hukuku, içerisindeki farklı mezheplerden insanlara dahi bir uzlaşı sunamamaktadır.

Türkiye’de uzun yıllardır İslam hukuku propagandası yapılmaktadır. Özellikle 12 Eylül sonrası gündeme getirilen “Türk-İslam sentezi” söylemi üzerinden şekillenen gerici, karşı devrimci uygulamalar devletin temel niteliğini, resmî ideolojisini değiştirme noktasına gelmiştir. 20 yıldır çok yoğun bir şekilde içinde bulunduğumuz gerici dönüşüm Başkanlık Sistemi altında kendine merkeziyetçi bir yönetim şekli bulmuştur. Bunun yanında kendisini meşrulaştıran düşünüş modeli ile kendi hukukunu da meşru hale getirmek istemektedir. Siyasal İslamcıların isteği daha gerici, daha merkezi, daha tek adamcı bir rejim ortaya koymaktır.

Hukuk ya da siyasal İslamcıların uygulamak istediği fıkıh, kendinden menkul bir hadise veya sihirli bir değnek olmadığı gibi içinde bulunan toplumun temelleri ve egemen güçleri eliyle şekillenir. Ortaya konulan yasa tartışmalarına onu ortaya koyan ve uygulayacak olan egemen sınıfın karakterine bakarak yorum yapılmalıdır. İslam hukukunda yurttaşların hak ve özgürlükleri yöneticilerin insafına terk edilmiş durumdadır. Bugün dahi işletilmeyen kurumların fıkıh ile tamamen yok olacağı aşikardır. Yöneticiler daha sınırsız hale getirilirken, vatandaşlar temel hak ve özgürlüklerini birer ikişer kaybedecektir. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece ansızın çıkılmasıyla da adım adım sahip olduğumuz hakları ve eşitliği kaybettiğimizi çok yakın bir zamanda görmüştük. Nüvelerinden de görüldüğü üzere fıkıh, yüksek değerler ve toplumsal uzlaşı getirmeyecektir. Herkes için ortak, eşit ve daha ileri bir hukuka ihtiyaç vardır. Uygulayıcısı ülkelerdeki insanların bugün kaybetmekte olduğumuz temel hak ve özgürlükleri kazanmak için mücadele etmesi de dindar, hukuk yerine fıkhı koyan uygulamaların tam karşısında olmamız gerektiğinin bir göstergesidir.

[i]  Özcan, M. T. (2015). Hukuk Sosyolojisine Giriş. On İki Levha Yayınları. İstanbul.