Eşit yurttaşlık için laiklik

Eşit yurttaşlık için laiklik

26-09-2021 10:49

Laikliğin reddiyesi ve dini örgütlenmelerin egemen kılındığı toplumlarda ve topluluklarda hak kavramının tanımı dahi üstün bir din adamları zümresinin tekelindedir. Halk yerine tebaa, yurttaşlık yerine kulluk esas alınır.

Sema Aydın

Laiklik ülkemizde belki de en fazla tartışmaya açılan, gericiler tarafından en fazla hedef haline getirilen politik bir başlık olageldi. Türkiye’nin burjuva aydınlanma serüveni geç başlamış ve çok özgün bir döneme denk gelmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan modernizm süreci birinci dünya savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı, işgal ve cumhuriyetin kuruluşu ile noktalanmıştır. Aynı süreç yanı başımızda gerçekleşen Bolşevik Devrim’inin de yarattığı politik atmosferden izler taşımıştır. Burjuva modernizminin gelişim sürecinin Osmanlı’nın yıkılışına eşlik etmesi Osmanlı’dan devrolan siyasi akımların genlerinde Cumhuriyet düşmanlığı olarak kodlanmış ve Cumhuriyetin reddiyesine dönüşmüştür. Aradan geçen bir asır bu öfke dinmemiş büyük bir hesaplaşmanın ve Cumhuriyetin bütün kazanımlarına savaş açılmasının en temel motivasyon kaynağı haline gelmiştir. Yüz yıllık reklam arası hezeyanları ve yeni Osmanlıcılık politikaları ile iktidara taşınan Siyasal İslam laikliği en önemli hesaplaşma başlığı olarak başa yazmıştır.

Siyasal İslam’ın temsilcileri iktidarda kalmanın yegane yolunun laikliğin tasfiyesi olduğunun pekala bilincindeler ve bu başlıkta her türlü manipülasyonu mubah görmektedirler. Siyasal İslam açısından laikliğin dinsizlik olduğu şeklindeki propaganda epey işlevli görünüyor. Oysa laiklik tanımı gereği her türlü dinsel inancın dışında ve ötesindedir. Her hangi bir dini anlayış ve inanç sistemi ile yakınlık ya da karşıtlık tanımlanmaz, aksine devlet idaresinin teşkilinde, kamu hizmetlerinin ve toplumsal yaşamın organizasyonunda bütün inanç sistemlerinin dışında ve ötesinde dünyevi yaklaşımları esas alır. Herhangi bir ilahi gücün ne emrettiği ile ilgilenilmez, bilimin ışığında inancı ne olursa olsun toplumun bütün bileşenlerinin birer yurttaş olarak sisteme dahil olmasını teminat altına alır. Dolayısıyla sırtını ilahi güçlere dayamış herhangi bir ayrıcalıklı kesimin oluşmasının da önüne geçer. Siyasal İslamcı kesimler için laikliğin en rahatsız edici yanı bu olsa gerek. Arkasına ilahi güçleri aldığını iddia ederek din sömürüsünü en büyük güç olarak kullananlar kendilerini ilahi gücün temsilcisi olarak görmekte ve bunun karşısında kulluk beklemektedirler. Bugün tarikat ve cemaatlerin içerisinde su yüzüne çıkmaya başlayan ilişkiler bütünü bu gerçeği daha açık ortaya koymaktadır. İlaha yaklaştığını iddia edenlerin, müritlerinin iradesine ipotek koymaya ve onların üzerinde ilahın kendisi olmaya ne kadar hevesli oldukları yaşanan pek çok örnekte açıkça görülmektedir. Bakmayın laiklik karşısında inanç özgürlüğü diye bağırdıklarına. Kendilerinden olmayanı adeta şeytan ilan eden, farklı inançları kafirlik olarak nitelendiren ve farklı mezheplere dahi tahammülü olmayanlar laiklikten vesayet ve baskı çıkarmaya çalışıyor.

Oysa laikliğin reddiyesi ve dini örgütlenmelerin egemen kılındığı toplumlarda ve topluluklarda hak kavramının tanımı dahi üstün bir din adamları zümresinin tekelindedir. Halk yerine tebaa, yurttaşlık yerine kulluk esas alınır. Dolayısıyla eşitliğin zeminini oluşturan önemli kavramların başında gelen yurttaşlık hakları bu anlayışlarda ve yönetim biçimlerinde rafa kaldırılır. Tarihsel olarak laiklik kavramının şekillenmesi yurttaşlık bilincinin ortaya çıkması ve yurttaş hakları kavramının yerleşmesi ile tamamlanmıştır. Laiklik kavramı aydınlanma çağının izlerini taşıyan, iktidarını ilahi güce dayandıran monarşi yapı ile iktidarını dünyevi gereksinmelere dayandıran, gücünü halktan alan siyasal anlayışlar arasındaki kavganın ürünü olarak şekillenmiştir. Burjuva devrimleri ile sonuçlanan bu kavga iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirmiş, monarşi iktidarlar yerine Cumhuriyetler kurulmuş, kulluk ve tebaa anlayışı, yerini yurttaşlık kavramına bırakmıştır. Ayrıcalıklı bir zümre olarak halkın üzerinde büyük bir baskı unsuru olan din adamları ve kilisenin egemenliği ortadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla eşit yurttaşlığın en temel koşulu olarak kulluk vazifeleri yerine yurttaş hakları esas alınmıştır.

Bununla birlikte laiklik yurttaşlık ve yurttaş haklarını temel alan bir ilke olarak farklı inançlara sahip bireylerin, siyasi, hukuki, iktisadi alanlar ve sosyal yaşam içerisinde eşit yurttaşlar olarak yer almasının zeminini hazırlar. İnanç temelli toplulukların birer baskı unsuru haline dönüşmesinin önüne geçerek inanç ve inanmama özgürlüğünün de teminat altına alınmasını sağlar.

Bugün her ne kadar anayasada laiklik ilkesi varlığını korusa da yürürlükte olan dini esaslara dayalı bir yönetim anlayışıdır. Bu anlayış mezhepçi politikalarla yaşamın her alanında farklı inançlara sahip yurttaşlar üzerinde büyük bir baskı kurmuş, devletin bütün olanakları bu anlayışın emrine amade edilmiştir. Sosyal yaşamı hizaya sokmaya çalışan fetvalar, eğitimde İmam Hatipler, zorunlu din dersleri, seçmeli din dersi dayatmaları, Alevi inancına dönük asimilasyon politikaları, farklı inançların yok sayılması bir kez daha laikliğin gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Son olarak kadınların ve farklı cinsel yönelimlere sahip yurttaşların laiklik rafa kaldırıldığında ve dini esaslara dayalı bir yönetim anlayışı hâkim kılındığında nelerin beklediği bugün çok net olarak ortaya çıkmıştır. Geçmişte kilisenin baskısı altında cadılık suçlaması ile yakılan kadınlar ya da lanetli görülen farklı cinsel yönelimler bugün şer-i hukukun uygulandığı ülkelerde aynı baskı ve nefretten nasibini almaktadır. Dolayısıyla laikliğin olmadığı, iktidarın hem devlet mekanizmalarında hem de sosyal yaşamda dini referanslarla şekillendirildiği yönetim biçimlerinin en belirgin karakteri yurttaş haklarının hiçe sayıldığı mutlak itaat ve biat kültürünün dayatıldığı toplumlar olmaya mahkumdur.