1848 Avrupası'nın hikayesi

1848 Avrupası'nın hikayesi

22-02-2021 13:54

Devrimler çağının en önemli halkalarından birini oluşturmuş, işçi sınıfının en büyük kazanımlarının temelini kazımış, işçi sınıfı siyasetini siyasi alana taşıyan ilk devrimlerden olmuş, yeni bir cumhuriyeti kuracak olan direnişçileri ortaya çıkmıştır.

Arjin Avcı

Bazı ülkeleri dolaylı, bazı ülkeleri doğrudan etkileyen 1848 devrimleri; yeni bir dönemi, anlayışı ve toplumu derinden değiştirecek bir fitili yakmıştı. Kendisinden önceki 1789 devriminde olduğu gibi, belirli bir ülkede olayların ateşlenmesiyle ve bunun diğer ülkelere sıçramasıyla gelişmişti. Alışılageldiğimiz tarih anlayışında endüstrinin, modern devletin, iktisadın veya bütünüyle bir eşitliğin ve özgürlüğün meydana çıktığını okusak da egemen sınıfların bu tarihi, sınırlı bir yapıya büründürdüğünü söylememiz gerekir. Çünkü bu devrimlerin işçi sınıfının mücadelesini yükselttiğini, yeni hakların elde edilmesine vesile olduğunu ve yeni bir topluma dair umutları iyice yeşerttiğini kabul etsek dahi; aynı zamanda az önce saydığımız devlet, endüstri, ekonomi, eşitlik, özgürlük kavramların ve yapıların tamamıyla bağımsız bir şekilde gelişmediğini söylememiz gerekmektedir. Bu yapılar ve kavramlar aynı zamanda kapitalizmin gelişimi için önemli araçlar olmuştur.

Devrimlere olan yaklaşıma dair kısaca bu çerçeveyi çizdikten sonra 1848 devrimlerinin tarihsel ilerleyişine geçmek, 1848 döneminin Avrupası’nın hikayesini anlamak ve bu yaklaşımla ilerlemek anlamamıza yardımcı olacaktır. 1848 devrimlerinin Fransa’da, Almanya’da, Avusturya’da, Bohemya’da, Romanya’da, Macaristan’da, İtalya’da ve sayamayacağımız birçok ülkede doğrudan ve dolayı bir şekilde etkisini göstermesinin yanında İngiltere’de endüstri devriminin de gelişimiyle ve adını artık iyice duyurmasıyla birlikte toplumsal sorunların iyice arttığı ve sömürünün de farklı şekillere büründüğü bir durumu görmekteyiz. Bu bir örnek olsa da 1848 Avrupası’nın devrimcileşmesinde; Fransız devrimini, Endüstri devrimini, 1830’lardaki hareketliliği görmezsek ve bu sürece dikkat etmezsek 1848 Avrupası’nın bu “devrimcileşme” hikayesini de büyük eksikliklerle anlamış olacağız. Eric Hobsbawm 1815 ile 1848 arasında, batı dünyasındaki üç devrim dalgasını ele alırken (Birincisi 1820-1824 arasında Akdeniz bölgesiyle sınırlı ve Bolivarcı bir devrim, ikincisi 1829-1834 yıllarında daha ciddi bir Avrupa ve Kuzey Amerika devrimi, son olarak üçüncüsü ise bir bunalımın ürünü olarak karşımıza çıkan 1848 devrimi) şu sözlerle 1848 Avrupası’nın ardındaki önemi ele almıştır:

 “Toplumsal yaşamın hangi yanına kafamızı çevirirsek 1830’un dönüm noktası olduğunu görürüz; 1789 ile 1848 arasında en unutulmaz olan yıl, kesinlikle 1830’dur. Avrupa kıtasının ve ABD’nin endüstrileşme ve kentleşme tarihinde, gerek toplumsal gerekse coğrafi güçler tarihinde, sanatın ve ideolojinin tarihinde aynı önemle boy gösterir.” [1].

1848 Avrupası, 1789’un bölgesel hareketliliğini tamamıyla aşıp tüm kıtanın ve tüm halkların ayaklanmasına etki etmişti ve diğer devrimlerden olan farkı ise uluslararası bir direnişi kapsamasaydı. Bunun en büyük nedeni, o dönemin Avrupası’nın siyasal durumunda burjuvazinin yeni bir sınıf olarak ayağa kalktıktan sonraki durumuyla ilişkilidir. Burjuvazi, sömürücü bir sınıf olarak gerçek yüzünü göstermiş, 1789’un getirdiği önemli niteliklerini yitirmiştir; işçiler ise kapitalizmin yeni ortaya çıkmış sömürü evi olan fabrikalarda 15 saati geçen çalışma sürelerinde büyük bir buhrana sürüklenmiş ve sonrasında harekete geçmiştir. Bunu gerek fabrikalarda örgütlülüğüyle, sendikalar kurmasıyla, sokaklarda barikatlar kurmasıyla, uluslararası işçi birlikleri kurmasıyla göstermiştir. Bir yandan bu iç karışıklıklar sürerken, uluslararası durumda işgallerin var olması ve işgale uğramış ülkelerin gitgide yoksullaşmasının acısı halktan çıkarılmış ve gerçek anlamda bir ekmek kavgası başlamıştır.

Marx ve Engels tam da bu kargaşanın içinde, 1848 Şubat devrimlerinin arasında, komünizmin bildirgesini ve uluslararası bir çağrının bildirgesini 21 Şubat 1848’de yayınlamıştır. Burada Avrupa’nın bütün ideolojik ve siyasi aygıtlarının işçiler üzerindeki etkisini göstermiş ve buna karşı mücadeleyi de komünistlerin açıkça tüm dünya karşısında gücünü göstererek, eski Avrupa’yı yerle bir etmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Burjuvalar ve proleterlerin ayrımını, 1848’in de tarihsel bir ilerlemeyi getireceğini belirterek tarihsel materyalizmi ve büyük işçi hareketlerini bize ilk defa bir bildirgeyle göstermiştir. Komünist Manifesto’nun 1848’e olan etkisi ayrı bir yazının konusu olsa da bir devri açtığını ve aynı zamanda diğer bir devri kapattığını söylersek abartmış olmayız.

Marx, daha sonra 1848 devrimlerini incelediği Fransız Üçlemesi’nde de bu döneme dair önemli görüşler belirtmişti ve Engels de bunun önsözünde bugüne kadarki olan devrimleri de tarihsellik ışığında şöyle değerlendirmişti:

“Bugüne kadarki tüm devrimler, belirli bir sınıf egemenliğinin yerini bir başkasının almasıyla sonuçlandı; ancak, bugüne kadarki tüm egemen sınıflar, hükmedilen halk yığını karşısında yalnızca küçük birer azınlıktı. Hükmeden bir azınlık bu şekilde devriliyor, bir başka azınlık onun egemen yerine devlet iktidarını ele geçiriyor ve devlet kurumlarını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendiriyordu. Bu sonuncu azınlık, her seferinde, iktisadi gelişme düzeyinin iktidara gelme yeteneğini kazandırdığı ve iktidara çağırdığı azınlık grubu oluyordu; tam da bu nedenle ve yalnızca bu nedenle, hükmedilen çoğunluk ya bu kesimin çıkarları doğrultusunda dönüşüme katılıyor ya da dönüşümü sessizce kabulleniyordu. Ama tek tek devrimlerin somut içeriklerini bir yana bırakırsak, tüm bu devrimlerin ortak özelliği azınlık devrimleri olmalarıydı. Çoğunluk, devrime katıldığında bile, bunu (bilerek ya da bilmeden) bir azınlığın çıkarlarına hizmet edecek şekilde yapıyordu; ama azınlık da, ya bu sayede ya da çoğunluğun pasif direnç göstermemesi sayesinde, tüm halkın temsilcisi olma görüntüsü kazanıyordu.” [2]

Özellikle 1830’da cumhuriyetçi görünümüyle işçi sınıfı karşısında zafer kazanan burjuvazi, Engels’in bahsettiği gibi “tüm halkın temsilcisi olma görüntüsü”nün ardına sığınarak varlığını yeniden ortaya koymuştur. Fakat 1848’e de yola açacak deneyimler de (Lyon dokumacılarının ayaklanması, işçilerin 1789’daki edilgen yapısından siyasal ve ekonomik anlamda etkenliğini göstermesi) işçi sınıfının ilerletici varlığını ortaya koymuştur.

1848’e tekrar döndüğümüzde; diğer yönetim biçimlerinin çözülüp ulus devlet yapısının ortaya çıkması ve bunun getirdiği milliyetçilik akımının yanında büyük bir enternasyonalizm dalgasının oluşmasını görmekteyiz. Tüm eksikliklerine ve Marx’ın sonradan gericileştiğini belirtmesine rağmen selamlaması bize şunu gösteriyor ki: işçi sınıfının burjuvaziye karşı yürüttüğü her mücadele dikkate alınmalı ve destek verilmelidir. Çünkü Marx’ın Komünist Manifesto’da burjuvazi için “cehennem kuvvetleri” dediği işçi sınıfı, burjuvazinin feodalizmin yere çalarken kullandığı silahları şimdi burjuvaziye çeviriyordu ve bu tabii ki her anlamıyla dikkate alınmalı ve desteklenmeliydi.

Bugünden geriye baktığımızda ise 1848’in çözümlenmesinde Marx ve Engels’in pek de haksız çıkmadığını görüyoruz. Taner Timur, 1848 devrimlerini yaratan havayı tıpkı Fransız Üçlemesi’nde geçtiği gibi şöyle aktarmaktadır:

“1847 yılında kapitalizm kriz içindeydi ve bu krizin yol açtığı devrimci bir durum ortaya çıkmıştı. Bir toplumsal formasyonda üretim güçleri hızla gelişip belli bir düzeye varınca, üretim ilişkileri artık bu noktadan itibaren uyum sağlayamıyor ve büyümeye engel teşkil ediyordu. Feodalizm bu yüzden çökmüştü; şimdiyse aynı koşullar kapitalizm için geçerli hâle gelmişti.”[3].

Önce Fransa’da kıvılcımı çıkan ve sonrasında tüm Avrupa’da da bir yangına dönüşen 1848 devrimleri; az önce belirttiğimiz gibi her ne kadar ardında birçok devrimi barındırmışsa, kendisinden sonra gelen 1871 Paris komününde, barikatlarda ve baskılar içerisinde direnen halka; 1917’de ekmek ve barış diyen halka da umut olmuştur. Devrimler çağının en önemli halkalarından birini oluşturmuş, işçi sınıfının en büyük kazanımlarının temelini kazımış, işçi sınıfı siyasetini siyasi alana taşıyan ilk devrimlerden olmuş, yeni bir cumhuriyeti kuracak olan direnişçileri ortaya çıkmıştır. Kendi döneminde ise İngiltere’de Çartist hareketi, İrlandalı işçileri; Paris’te hem Fransız hem Alman işçilerini, dokumacıları, kunduracıları ve göçmenleri; aydınları, sanatçıları etkilemiş ve oradan da direnişçiler ortaya çıkmıştır. Klasikleşmiş bir sözle bitirecek olsak da bugün bunu en iyi tarifleyen yine bu söz olacaktır: 1848 devrimleri günümüze ışık tutmaya devam ediyor.

[1]. Eric Hobsbawm, Devrim Çağı, Dost Yayınları, 2019. 

[2]. Karl Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, Yordam Kitap, 2016.

[3]. Taner Timur, Devrimler Çağı, Yordam Kitap, Ocak 2019.