Tunus’ta laiklik mi kazandı?

Ciddi yolsuzluk iddiaları ve emekçi halktaki verili öfke Müslüman Kardeşler’in yeni oluşacak siyasal tabloda siyasal İslam’ın yerinin pek olmayacağını gösteriyor.

Tunus’ta laiklik mi kazandı?

Fırat Çağdaş Ay

Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said, 25 Temmuz günü parlamentoyu askıya aldı, mebusların dokunulmazlıklarını kaldırdı, başbakan Hişam el-Meşişi’yi görevden aldı. Tüm bu olaylar dizgesi ülkede Covid-19 vakalarının tavan yapması ve hükümetin pandemiye müdahale konusunda büyük zafiyet göstermesi, pandeminin derinleştirdiği ekonomik kriz nedeniyle oluşan kitlesel protestoların ortasında gerçekleşti. Ülke ekonomisi 2020 yılında yüzde 8.8 küçülürken, turizme bağımlı ülkeye uçuşlar yüzde 80 azaldı. Hükümete ve El Nahda Partisine yönelen öfke Cumhurbaşkanı Said’in parlamentoyu askıya almasıyla sevinç gösterilerine dönüştü. Tabii bu olaylar dizgesi dünyada ve Türkiye’de farklı siyasi aktörler tarafından farklı değerlendirildi. AKP iktidarı hemen ideolojik bağla bağlı olduğu El Nahda’nın ‘’darbe’’ tezlerine destek verdi ve ‘’milli iradeye saygı’’ edebiyatını dillendirdi. Düzen muhalefeti de konu dış politika olduğunda AKP ile aynı hizaya girmekte beis görmediği için benzer ama düşük tonda bir refleks gösterdi. Bazı haber portallarında ‘’laik cumhuriyete sahip çıkılması’’, ‘’laik darbe’’ olarak değerlendirildi. Bir de yaşananların arkasında Amerikan parmağı arayanlar oldu. Görüldüğü gibi ortada sürecin nereye evrileceği ve olayın altında yatanlar konusunda kafa karışıklığı var. Bu yazıda biraz süreci berraklaştırmaya çalışacağız.

Tunus, “Arap Baharı” yanlıları için örnek bir geçiş ülkesini temsil ediyordu. Aynı zamanda 2010 yılında başlayan ‘’Arap Baharı’’nın başlangıç noktasıydı. Tunus’ta üniversite mezunu bir seyyar satıcı olan Muhammed Buazizi’nin tezgâhına zabıtaların el koyması üzerine, Muhammed 17 Aralık 2010’da kendini yakmıştı. Takvimler 12 Ocak 2011’i gösterdiğinde devrik Cumhurbaşkanı Bin Ali, 2014 yılında gerçekleşecek seçimlerde aday olmayacağını beyan etmesine rağmen protestolar durmamış en son kendini Suudi Arabistan’da bulmuştu. Ardından Mart ayına geldiğimizde yaptıkları terör eylemleri nedeniyle yıllardır yasaklı olan cihatçı Müslüman Kardeşler legal siyasetin sahnesine giriş bileti almış oluyorlardı.

El Nahda, Müslüman Kardeşler’in (İhvan) Tunus’taki partisi. Müslüman kardeşler koca bir Arap Baharı kuşağında tek tek ortaya çıktılar: Suriye, Mısır, Libya, Cezayir. AKP’nin İhvancılık ile siyasi ve ideolojik yakınlığını saymıyorum bile. Tıpkı AKP gibi Müslüman Kardeşler de emperyalizm ile ilişkilerde işbirlikçilik üzerine bir siyaset kurdu.

Tarihsel olarak siyasal İslam’ın coğrafyada oynadığı rolü 21. yüzyılda başka bir formasyonda gerçekleştirmenin aracı oldu. Bu rol Sovyetler sonrası Soğuk Savaş döneminden kalma Ortadoğu’nun çürük dişlerini çekme göreviydi. Bir kıvılcım Tunus’ta yangın oldu ve sonrası domino etkisiydi. Halkın birikmiş öfkesini emperyalistlerle paralel hareket eden siyasal İslamcılar çaldılar ve iktidara geldiler. Fakat hem Suriye savaşının seyri hem de siyasal İslamcı projenin her yerde halklar nezdinde duvara toslaması ABD emperyalizmini başka bir ata oynamaya yöneltti. Suriye’de bu Kürt kartı olurken Mısır’da Sisi ile anlaşma yoluna gidildi. Libya, cihatçıların yarattığı kaosun beşiği ve kabile devleti haline getirildi.

Tunus ise bunlardan biraz daha farklı bir görüntü çizdi. Tunus’un laik siyasi partileri 2011 sonrasında oluşan siyasal tablonun içerisinde İhvancı Nahda’ya koalisyonlar eliyle iktidarı verdiler. Böylece Nahda katılımın çok yüksek olmadığı seçimlerde yüzde 36 oy oranıyla 217 sandalyeli parlamentoda 89 sandalye ile iktidarı koalisyonla almış oldu.

Sosyalist sola gelince, Sol 2011 devriminde aktif olarak yer alsa da 2011 seçimlerinde parlamentoda 2-3 sandalye ile etkisiz kaldı 2012 yılıyla beraber Tunus Komünist Partisi’nin merkezinde durduğu Halk Cephesi etkili olmaya çalıştı fakat siyasi suikastlar solun önünü kesti. Burjuva siyasal düzeninin bu kadar krizde olduğu ve ekonomik krizin yıllardır devam ettiği, IMF ile ilişkilerin sıkı fıkı olduğu bir tabloya rağmen sosyalist solun etkisizliği başka bir yazının konusu.

El Nahda Partisi iktidarında Tunus, Libya ve Suriye’ye cihatçı ihracatın merkezlerinden oldu. Ülkenin kendisi de cihatçı faaliyetler için adeta cennet oldu. 2011 yılından bu güne 12 binin üzerinde cihatçının Türkiye’yi de geçiş güzergahı olarak kullanıp El Nusra ve IŞİD’e katıldığı biliniyor . Bu faaliyetlerde bulunurken engellenenleri de ekleyince toplam kişi sayısı 30 bini buluyor Tabii sadece cihatçı ihracatıyla sınırlı kalmadı. Aynı zamanda Tunus’ta cihatçı terör olarak geri döndü. Ve Tunus ekonomisinin bağımlı olduğu turizm sektörünü sekteye uğrattı. Mesela 39 kişinin IŞİD tarafından Sousse plajında 2015 yılında öldürülmesi turizmi etkileyen saldırIlardan sadece biri. Tüm bu oluşan güvenlik sorunu ekonomik krizi derinleştirdi ve akabinde turizmin gerilemesi Nahda’nın verili popülaritesini yitirmesine neden oldu. Hakeza l Nahda’nın İslamcı uygulamaları da partinin desteğini düşürdü. Ayrıca 2014 seçimleri öncesinde Nahda yönetimi iki muhalefet liderinin öldürülmesiyle doğan krizin ardından bu yılın başlarında istifa çağrısıyla karşı karşıya kaldı. 2014 seçimlerde mecliste 20 koltuk kaybeden En Nahda’nın temsiliyeti 69 vekile düştü. 2019 yılına gelindiğinde ise 52’ye kadar düştü.

2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine geldiğimizde, 2014 Anayasasını yazan komisyonun üyesi ve bugünkü Cumhurbaşkanı Kays Said ile seçimler süresince tutuklu kalan medya patronu Karuni arasındaki seçim ikinci tura kaldı. Nahda’nın adayı ikinci tura dahi kalamadı ve ikinci turda İslamcılar Said’e el atından destek oldu. Yüzde 45 katılımın olduğu seçimde oyların yüzde 72’sini alan Said Cumhurbaşkanı seçildi.

Said’in Anayasa konusunda uzman bir hukukçu olması yanında siyaseten de resmen bir angajmanı bulunmuyordu. Anayasa komisyonunda yer almasına rağmen yapılan anayasayı eleştirmesiyle ve yeni anayasa olan ihtiyacı dilendirmesi ile tanınıyordu. Yine seçim kampanyasında mütevazı bütçelerle hareket etmesi ve yolsuzlukların üzerine gideceğini kampanya sloganı haline getirmesi kendisine ‘’Robocop’’ lakabı takılmasına neden oldu. Ve bunların mantiki sonucu olarak Said’in popülarite elde etmesiyle sonuçlandı. Bugün yaşananlar siyasal İslam’ın çözülüşü ve çöküşü olarak yorumlanabilir fakat Said’in kadın erkek eşitliğine dair gerici fikirleri, LGBT+ bireylere karşı söylemleri, İslamcı dış politika yorumlarıyla birlikte okunduğunda ibrenin laikliğe döneceğini beklemek saflık olur.

Parlamentonun askıya alındığını yani feshedilmediğin altını çizmemiz gerekiyor. Çünkü Said’in ulusa seslendiği konuşmasında vurguladığı gibi, anayasanın 80.maddesine referansla parlamentoyu feshetme yetkisi bulunmazken belirli bir süreyi geçmemek ve olağanüstü durumların oluşturduğu ‘’devletin kurumlarının fonksiyonunu yerine getiremez hale gelmesi’’ koşulunda meclisi askıya alma yetkisi bulunuyor. Yine normal koşullarda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ihanet suçu dışında mümkün değil fakat El Nahda Partisi’nin milletvekillerinde ciddi manada yolsuzluğa karıştığı iddia edilen kişiler bulunuyor.

25 Temmuz sonrası, yolsuzluklar konusunda güncel gelişmeler yaşandı: Nahda’nın da yer aldığı 3 siyasi partinin finansal kaynakları konusunda soruşturma başlatılması, Cumhurbaşkanı Said’in iddia ettiği 460 patronun içinde yer aldığı 4.9 milyar dolarlık devlet kaynağının çalınması..

Peki, olayların ardında emperyalist parmağı arayanların tezlerinde tutarlılık var mı? Çok net bir bağıntı bulunmamakla birlikte emperyalist merkezlerin ve Suudiler’in aldığı tavrı göz önüne aldığımızda dış parmak arayanların belli haklılık payı var. Yaşananlara emperyalist AB’den ‘’demokrasi’’ çağrısı yönünde tepki gelirken, ABD ise pragmatik bir tavır alarak daha yumuşak tepkiler verdi. Yine Said’in seçim kampanyasında muhalefet tarafından ABD’den fon almakla suçlanması, dış politikada işbirlikçi yönün devam edeceğini vurgulması göz önüne alındığında Müslüman Kardeşler’den sonra açılacak sürece işbirlikçi yönün ağır basacağı görülüyor. Burada bir parantez açmak gerekiyor.İlk paragraflarda belirttiğim gibi Müslüman Kardeşler projesi emperyalist ülkelerle ilişkilerinde işbirlikçi pozisyonundan hiçbir zaman sapmamakla bereber bölge dinamikleri göz önüne alındığında ABD ve şürekâsı açısından terk edilmişti. O yüzden bu süreci ABD’ye karşı Nahda destekçiliği şeklinde okumanın sonu hüsran olacaktır.

Tunus’ta sürecin nereye doğru evrileceğini şimdilik kestirmek çok kolay olmasa da Nahda’nın da dahil olduğu partilerin erken seçim çağrısı yapması, askerin Cumhurbaşkanı’ndan yana olması, askıya alınma kararında sonra meclis başkanı İhvancı Gannuşi’nin parlamentoya askerler tarafından alınmaması ve ardından yaşanan İhvancı protestoların sönük geçmesi yine bir doğrultu çiziyor. Ciddi yolsuzluk iddiaları ve emekçi halktaki verili öfke Müslüman Kardeşler’in yeni oluşacak siyasal tabloda siyasal İslam’ın yerinin pek olmayacağını gösteriyor.