Soylu’ya 15 Temmuz tepkisi: Şimdi zamanı mı ABD ile kavganın

Ruzi Nazar, Enver Altaylı, Alparslan Türkeş, Abdullah Gül; tarih sayfalarını biraz daha geriye sararsak Seyyid Kutub, ılımlı/siyasal islam, CIA’cı Graham Fuller, Fettullah’ın yardımcıları Kasım Gülek ve Yaşar Tunagür… İsimler gelip geçiyor, ABD’nin kara kaplı defteri ise dönem dönem güncellenerek yeniden vizyona sokuluyor.

Soylu’ya 15 Temmuz tepkisi: Şimdi zamanı mı ABD ile kavganın

15 Temmuz 2016’daki Fethullahçı darbe girişiminin üzerinden 4 yılı aşkın zaman geçti; üzerindeki ‘sır perdesi’ hala kaldırıl(a)madı. Nedendir bilinmez, Türkiye gibi bir ülkenin yakın geçmişinin en önemli dönüm noktasının failleri, azmettiricileri, siyasi ayağı, devlet içinde kadrolaşma ayağı, Türkiye ayağı, ABD ayağı çözülemedi; tam bir “şaşı bak şaşır” yaklaşımıyla değerlendiriyoruz kanlı bir darbe girişimini.

İhtimal odur ki; AKP, doğumundan bugüne varlığını borçlu olduğu vesayet ve darbe heyulası kaybolmasın istiyor; FETÖ’den iltiksaklı olma çuvalı yargının etkin bir aparatı olarak kalsın isteniyor, (siyasal) ayağına-başına-gövdesine pek girilmesin de isteniyor. FETÖ’cü-cemaatçi ayrımını 17-25 Aralık’tan itibaren bir kırmızı çizgi çizip ayıklama işi bile başarılamıyor.

İç siyaset açısından bakılırsa ise, bu yapıyla nüanslarını bulmanın bile çok güç olduğu siyasi iktidar oturup zaman zaman ‘FETÖ’ye kim darbe izni verdi?’ diye sorup kara kara düşünüyor. Bu yapıya özel iki adet anayasa çıkarılmamış gibi, bu yapının hedefindeki bütün devlet kurumlarını bir daha ayağa kaldırılamayacak biçimde çökertmemiş gibi; yargıdan bürokrasiye, medyadan istihbarata kadar bu kadrolaşmaya verdikçe vermemiş gibi ‘FETÖ’nün tek başına bu cüreti nasıl kazandığı’ sorusunu halka soruyor. “Arkasındaki” gücü arıyor.

Son olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 15 Temmuz ile ilgili şaşırdıkça şaşırtan değerlendirmelere bir yenisini ekledi.

Haber Global’de katıldığı bir programda Soylu, “şeytani bir örgüt” diye tanımladığı Fethullahçı yapılanma ile ilgili suç-özgürlükler denkleminde bir yasa ihtiyacını ifade ederken “15 Temmuz’u yapanlar sizi rahat bırakırlar mı? 15 Temmuz’u FETÖ mü yaptı? 15 Temmuz’u FETÖ yapmadı, sizi rahat bırakmazlar. Ancak ayakta sağlam durursanız rahat olursunuz; bu kadar basit.” dedi.

Bu kadar “net” bir biçimde ifade ettiğini iddia ediyor Soylu. “Net” bir biçimde denklemi ortaya koyduğunu söylüyor.

“15 Temmuz’u FETÖ yapmadı ne demek?” sorusu üzerine Soylu, “’FETÖ mü yaptı sadece?’ diyorum.” dedi. “Daha açık” konuşmak için ise şöyle söyledi:

“(Darbenin üzerinden) 24 saat geçmeden çıktım söyledim. (Fethullah) Nerede duruyor?”, (‘Amerika’da’ yanıtını alması üzerine) Bitti. Beş bilinmeyenli denklem değil ki; çok yüksek matematik bilmeye gerek yok yani.”

Apaçık ortada dediği gerçeklerin bile ifadesinde ne kadar zorlanıyor Soylu. İstihbaratın, kanıtların, delillerin aktığı bir kurumun başında olmasına rağmen bu kadar zorlanıyor üstelik. Oysa hiçbir istihbarat bilgisine sahip olmayan; ancak azıcık bir dolayım yeteneğine sahip ve hafızası ortalama seviyede herkes ABD-Cemaat ilişkisinin; hatta bu bağın daha da girift ve çok özneli hallerinin mevcudiyetine de vakıf.

Üstelik, beş ‘bilinmeyen’li bir denklem olduğunu varsayarsak bile; bilinmeyen sayısı kadar veya ondan fazla sayıda denklem ortaya konulduğunda, pekala sonuca ulaşmak da mümkün oluyor; tıpkı Soylu’nun dediği gibi çözüm için matematik bilmeye de ihtiyaç duyulmuyor.

Yine de ne bunu göğsünü gere gere söyleyip, devlet olarak gereğini yapmak o kadar kolay; ne de bir başka devletin başarısızlıkla sonuçlanmış bir darbedeki dahlini kolayca kabul etmesi…

İçişleri Bakanı Soylu, “15 Temmuz’u FETÖ mü yaptı?” sözlerinin yanlış anlaşılacağını düşünmüş olmalı ki; iddiasını bir başka mecrada ayrıntılandırdı. Soylu, programın ertesi günü Hürriyet’e yaptığı açıklamada “Amerika’nın 15 Temmuz’un arkasında olduğu apaçık ortada. Onların talimatıyla bunu icra eden de FETÖ idi” dedi. Soylu söylemek istediklerini şöyle açıkladı:

“Bugün değil, 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden 24 saat geçmeden söyledim. Ondan sonra ben İçişleri Bakanı oldum. İçişleri Bakanı olduktan sonra Amerika’nın etkin olduğu her yerde FETÖ olduğunu gördüm. Amerika’nın 15 Temmuz’un arkasında olduğu apaçık ortada. Onların talimatıyla bunu icra eden de FETÖ idi.

Uluslararası desteğe örnek vereyim: Interpol bir tane başvurumuzu kayda almıyor. Biz de artık Interpol’e yazmıyoruz bile çünkü onları koruyorlar. Uluslararası sistem bunun arkasında olmasa, bunu korumasa ayakta kalabilirler mi? Cinayete kim azmettirdiyse katili de o korur…”

ABD, müttefikliği hatırlatıp kendini akladı

ABD Dışişleri Bakanlığı, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminde Washington’ın rolünün olmadığını ifade ederek Soylu’ya sert çıktı.

ABD Dışişleri Bakanlığı da tıpkı Soylu gibi, “Washington’un Türkiye’deki darbe girişimini hızla kınadığı” yönündeki deliliyle FETÖ ile arasına çizgi çekiverdi. Bakanlık Sözcüsü Ned Price imzasıyla yapılan açıklamada, “Üst düzey Türk yetkililerin tersi yöndeki açıklamaları bütünüyle gerçek dışıdır. ABD’nin Türkiye’deki gelişmelerden sorumlu olduğuna yönelik bu ve benzeri temelsiz ve sorumsuz iddialar, Türkiye’nin ABD ile NATO müteffikliği ve stratejik ortaklığıyla çelişmektedir” denildi.

ABD, Trump sonrası Biden koordinatlarına adaptasyon sağlamaya çalışan Türkiye’yi can damarından, müttefiklik kanalından vurmuştu.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 15 Temmuz nedeniyle ABD’yi suçlayan açıklamalarına “Üst düzey Türk yetkililerin son dönemde Türkiye’de yaşanan ve 15 Temmuz darbe girişiminin de dahil olduğu gelişmeler nedeniyle ABD’yi sorumlu tuttuğu açıklamalardan endişe duyuyoruz” derken, o da iddiaları ‘temelsiz’ diye niteledi. Satterfield, “Bu açıklamalar bir müttefikin ve stratejik bir ortağın sorumluluk taşıyan beyanları değiller ve üzüntü duyuyoruz. Temelsiz ve sorumsuz iddialar, Türkiye’nin NATO müttefiki ve ABD’nin stratejik partneri olma statüsüyle bağdaşmamaktadır” diye konuştu.

ABD’nin yeni yönetimi ile Erdoğan henüz müttefiklik mesajları bile vermeden evvel, hatta daha temas dahi etmeden; Soylu’nun (istemeden de olsa) yarattığı bu gerilim önünde sonunda beyaz sayfa açılmasını bekleyen kesimlerce de pek hoş karşılanmadı. Kimi Erdoğan’ın bütün ‘dış politika’ hamlelerini boşa düşürdüğünden dem vurdu, kimi Çavuşoğlu’ndan rol çaldığı iddia etti, kimi de Erdoğan sonrası AKP liderliğine soyunduğunu dile getirdi… ‘Yerli ve milli’ figürler aman ABD ile ilişkiler daha yapılmadan bozulmasın diye dertlendiler.

Oysa denklemi çözmek isteyene denklem gayet sarih. Sarih olmasına sarih de, işi NATO üyeliğinin sorgulanmasına, müttefikliğin akil bir biçimde analiz edilmesine, ABD’nin ülkedeki yaptırımlarına karşı durmaya vardıramayacaksan; utangaçça ses çıkarmanın da bir anlamı kalmıyor.

Denklem çözmek isteyene: Bilinenler

CIA şefi Ruzi Nazar, ABD’nin soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı verdiği mücadele ile biliniyor. Ortadoğu’daki anti-komünist İslamcı kuşağın oluşturulması ile görevli, bu yeşil kuşakta Türkiye’ye de elbette bir misyon biçiliyor, Gülencilerin FETÖ oluş ihtiyacı buradan doğuyor.

Nazar, Türkiye içişlerine ve Türkiye istihbaratına da hakim.

“Abi-kardeş” ilişkisinde olduğu kendisi tarafından söylenen Enver Altaylı’nın MİT’e alınmasında önemli bir rol oynuyor CIA şefi Ruzi Nazar. Altaylı’nın referanslarından birisi de Alparslan Türkeş ve Altaylı bugün FETÖ’den tutuklu.

Altaylı ve damadı Metin Can Yılmaz, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ’den ihraç edilen eski MİT mensubu Mehmet Barıner’i yurtdışına kaçırmaya çalıştıkları iddiasıyla Ağustos 2017’de tutuklandı.

İddianameden öğrenildiği kadarıyla, Altaylı’nın, 2008’de Fethullah Gülen’e “Muhterem Efendim” diyerek yazdığı mektuplar da bilgisayarında ele geçirildi. Bu kumpas yıllarında Altaylı’nın Gülen’e isim isim ‘bitirilecekler’ listesi ilettiği öğrenildi.

Enver Altaylı’nın Fetullah Gülen’e “muhterem efendim” seslendiği 2008 tarihli mektubunda, Kaşif Kozinoğlu’nun susturulmasını öneriyor örneğin. Kozinoğlu, FETÖ operasyonu ile tutuklandıktan sonra cezaevinde şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmişti.

Enver Altaylı ayrıca dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u da Gülen’e şikayet ederek; “Yeni Genelkurmay Başkanı’nın zat-ı âlinize ve yapılan hizmetlere bakışı son derece menfidir” diyordu. İlker Başbuğ da FETÖ kumpası neticesinde tutuklanıp cezaevine atılmıştı.

Altaylı, “Bu vesile ile zat-ı âlinize benim Cumhurbaşkanı nezdinde görev almam konusunda gösterdiğiniz gayret sebebiyle teşekkür etmek isterim” ifadesini de kaleme almıştı, dönemin Cumhurbaşkanı ise Abdullah Gül’ün ta kendisiydi.

Bugüne geldiğimizde ise Altaylı, tutuklanması sürecinde “Sayın Mahir Ünal bilir! Şayet benimle konuşup görüşmek insanları şaibeli hale getiriyorsa, o zaman Türkiye’de en şaibeli insanların başında Sayın Mahir Ünal geliyor demektir” diyerek etki alanının AKP’yi de kapsadığını ifade edecekti.

ABD’nin müttefiki AKP

Ruzi Nazar, Enver Altaylı, Alparslan Türkeş, Abdullah Gül; tarih sayfalarını biraz daha geriye sararsak Seyyid Kutub, ılımlı/siyasal islam, CIA’cı Graham Fuller, Fettullah’ın yardımcıları Kasım Gülek ve Yaşar Tunagür…

İsimler gelip geçiyor, ABD’nin kara kaplı defteri ise dönem dönem güncellenerek yeniden vizyona sokuluyor. Dünyanın hangi köşesindeki darbe girişiminden, hükümetin devrilmesinden, ‘diktatör’ü devirip demokrasi tesis edilmesinden ABD’nin bihaber olduğu söylenebilir ki zaten? Mesele bu emperyalist ülkeye karşı bağımsız bir duruş sergilemekten; hatta sergileyen ülkelere de destek çıkmaktan başka birşey değil.

Bu karşı duruş, kendi ‘milli’ bağımsızlık mücadele tarihini bile inkar eden, yok sayan bir iktidarın; Lozan’a burun kıvırıp Sevr’cilik yapan, Cumhuriyet deneyimi bol geldiği için neo-Osmanlı hayallerine sarılan ve tarihi en az 100 yıl geriden takip eden bir iktidarın yapabileceği bir iş pek tabii ki değil. Bu karşı duruş, bu bağımsız duruşu sergileyen bölge ülkelerine saldırıda taşeron olmaya göğsünü gere gere aday olan ve bunu da ‘müttefik’lik ruhuyla yapan bir yönetimden zaten beklenemeyecek bir karakter olurdu.

Soylu’ya gelen ‘zamanı mıydı şimdi?’ tepkilerini de böyle okumak lazım. 15 Temmuz’un sır perdesi iktidar haricinde herkesçe bilinmektedir; gereği için ‘NATO üyeliğini sorgulamak’la başlamaya varlar mı, soru budur. Yeniden kurulması beklenen ABD-Türkiye ilişkilerinde masaya eşit ve bağımsız iki müttefik olarak oturmak isterler mi; S-400 meselesinden önce örneğin darbe girişiminin hesabının verilmesini talep ederler mi, soru budur. Gerisi içeriye pohpohlanan “yerli ve milli” olduğu iddia edilen bir demagojiden ibaret.

15 Temmuz denklemi çözülmesin ve gizemini korusun diye; hem ‘bu ülkede bir daha darbeye kalkışılamaz’ deyip hem de darbe ihtimalinin her an var olduğunu söyleyerek bir siyasal partinin kitlesini milisleştirdiği; o darbenin arkasında olduğu düşünülen bir ülke ile ilişkilerini düzenlemek için ise kırk taklanın atıldığı, öte yandan da ‘darbe iması’ isimli uydurma suçla insanlardan bir bir hesap sorulduğu bir dönemeçteyiz. 15 Temmuz gizemli, darbe ihtimali de korku salıcı kalmalı ki; birileri iktidarda kalsın ve darbeci devletlerle ilişkilerini yeniden ve yeniden tesis etsin.

*Bu yazı haftalık Sosyalist Cumhuriyet gazetesi 190. sayısında yayımlanmıştır.