MEB "bağışlar olmadan" iş yapamayacak durumda

MEB'in bütçesinde giderek yapılan kesintiler sonucunda bağışlarla ihtiyaçları karşılamaya yönelen bir bakanlık haline geldi. Bağış varsa derslik yapılıyor. Bağış varsa tablet alınıyor. Bağış varsa meslek içi eğitim yapılıyor.

MEB

AKP’nin eğitimi tarikatlar ve cemaatler üzerinden şekillendirme politikasının sonucun olarak kamu bütçesinden giderek daha az bütçe alan Milli Eğitim Bakanlığı bağışlar olmadan yeni derslik yapamayacak duruma geldi. CHP Bursa Milletvekili Lale Karabıyık, düzenlediği basın toplantısında, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesini ve eğitim politikalarını eleştirdi. Karabıyık, şöyle konuştu:

“EĞİTİME MİLLİ GELİR İÇERİSİNDEN AYRILAN PAY SADECE YÜZDE 3,47”

26 milyon öğrenci eğitim görüyor ülkemizde. Yani 83 milyon da bir nüfusun olduğunu varsayarsanız yaklaşık yüzde 31’i öğrenci olarak düşünün. Milli gelir içerisinden eğitime ayrılan pay ise sadece yüzde 3,47. ‘Peki diğer ülkelerde nasıl, dünyada bu durum nasıl’ derseniz; dünyada minimum yüzde 4,2 ile yüzde 8 arasında değişiyor. Yani sonuçta, yetersiz olduğunu görmekteyiz. Diğer taraftan Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesinin yetersiz olması, bir takım sorumluluklarını yerine getirememesi anlamında Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluklarını yerine getirmeyince, bu defa vatandaşların eğitim için yapası gereken harcama miktarında mecburen artış oluyor. Yoksulluk ortamında, gelinen noktada bazı vatandaşlar bunu yapabiliyor. Bazı vatandaş, gayret etse de buna imkanı olmuyor. Aslında zaten eğitim bir haktır ve parasız eğitim, devletin temel görevidir ama böyle bir ortamda vatandaşın bir kısmı, bu harcamaları üstlenip bir kısmı da bunu yapamaz durumunda olunca eğitime erişim sorunu ortaya çıkıyor ve eğitime erişimdeki eşitsizlikler katlanarak artıyor. Yani fırsat eşitsizliği dediğimiz noktada bir derinleşme meydana geliyor. Tabii durum böyle olunca, ortaya son derece farklı problemler de ortaya çıkıyor. Mesela en son, fırsat eşitsizliğinin ya da eğitime erişimdeki farkların, uç farkların etkisini biz LGS ve YKS sınavlarının sonuçlarında da gözlemledik. Uçurum farklar vardı. Yani daha iyi eğitim alabilen, maddi imkanı daha iyi olan öğrenci ve aileler için baktığınızda sonuçlar farklıydı ve genel olarak baktığınızda, eğitime erişimi yetersiz olan öğrencilerin ise sonuçlarında büyük farkları, üzücü olarak gördük.

“GÖRÜNEN RAKAM ÜZERİNDEN BİR TASARRUF DA YAPILDI”

Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 yılında iktidar olduğunda, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesinden eğitim yatırımlarına ayırdığı pay, yüzde 17 küsurlardaydı. Yani devraldığında, yüzde 17, kendi bütçesinden yüzde 17 küsurunu eğitim yatırımlarına ayırıyordu. Ancak bu, zaman içerisinde yüzde 3 buçuk seviyelerine kadar düştü. Geçen yıl, yüzde 4,35 olarak oluştu. Ancak şunu da unutmayalım; geçen sene Milli Eğitim Bakanlığı’na verilen bütçeden de o görünen rakam üzerinden bir tasarruf da yapıldı. Tek tasarrufa yönlendirilen bakanlık, Milli Eğitim Bakanlığı olmuştu. Yani bu bütçeden de hepsinin kullanılmadığını kabul edelim. Bu yıl ise eğitime ayrılan pay yüzde 8’e çıkartıldı ancak bu Covid ortamında gerçekten anlamlı bir artış değil ya da önceki dönemlerin eksiğini, kaybını telafi edecek ya da Milli Eğitim Bakanlığı’nın şu hedefleri gerçekleştireceğiz demesine baktığınızda, bu hedefleri gerçekleştirebilecek bir artış olmadığını çok net olarak size söyleyebilirim.

“MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI BAĞIŞLARLA YÜRÜYEN BİR BAKANLIK HALİNE GELDİ”

Ülkemizde bir taraftan derslik ihtiyacı hızla artıyor. Önceki dönemlerde yılda 11 bin derslik, en az yapılabilirken geçen yıl yapılamadığını ifade etmiştik. Bu Covid süreciyle ilgili değil, yeterli bütçe olmayışındandı. Bu yıl ise 5 bin 260 civarında bir derslik tamamlandı. Ama o da yeni başlanan değil önceden başlanmış ve tamamlanan dersliklerdi. Oysa şöyle düşünelim; derslik ihtiyacı zaten var. Sayıştay raporunda var. Sayıştay raporunu bir kenara bırakalım. Milli Eğitim Bakanlığı, kendisi yaptığı açıklamalarda bunu dile getirdi. Aynı öğretmen ihtiyacında olduğu gibi. Diğer taraftan okul öncesi eğitim zorunlu hale gelecekse yine bir derslik ihtiyacı var. Diğer taraftan halen birleştirilmiş sınıflarda eğitim gören yerlerimiz çok fazla. Bir de pandeminin koşulları var. ‘Sosyal mesafe’ diyoruz ama her nedense derslik işinde Milli Eğitim Bakanlığı sınıfta kaldı. Yapılanlar ise birtakım bağışlarla yapılmaya çalışılıyor ve hep ifade ettiğim gibi maalesef Milli Eğitim Bakanlığı, bağışlarla yürüyen, ihtiyaçları karşılamaya yönelen bir bakanlık haline geldi. Bağış varsa derslik yapılıyor. Bağış varsa tablet alınıyor. Bağış varsa meslek içi eğitim yapılıyor gibi bu örnekleri artırabilirim. Tablet demişken; bakın, eğitime erişemeyen öğrencilerimizin 2,4 milyon olduğunu biliyoruz. Bir önceki dönemde. Her ne kadar, şu kadar bu kadar tablet dağıtıldı dense de sadece 600 bin adet dağıtıldığını biliyoruz. Benim verdiğim soru önergesinde aldığım yanıtta zaten buydu. Yani Covid sürecinde sadece 600 bin tablet dağıtıldı. Bu da bağışlarla gelen bir 600 bin tabletti. CHP’li belediyelerimiz, çok daha fazla sayıda, her bölgemizde öğrencilerin ihtiyaçlarını karşıladılar. Bunu da belirtmek isterim. Yalnız şunu da ifade edeyim; 2,4 milyon öğrencinin erişimi yoktu. Oysa bu öğrencilerin erişimin sağlamak için alınacak olan tablet miktarı, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin sadece yüzde 1,5’ydi. Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi yeterli olarak verilse veya verilen bütçe kullandırılsa veya o kullanılan bütçe planlı harcanmış olsa, sadece yüzde 1,5’u yeterliydi. O yüzde 1,5 ile bu kadar öğrenci eğitimin dışında kalmayacak, eğitime erişimde sorun yaşamayacaklardı.

“BU EĞİTİM SİSTEMİ İÇİN OTORUP AĞLAMAK GEREKİR”

Eğitime erişimdeki adaletsizliğin YKS ve LGS’ye giren öğrenciler arasındaki bir farkı da meydana getirdiğini de söylemiştik. Bir de şunu ifade etmek isterim; aslında Milli Eğitim Bakanlığı’na yeterli bütçe ayrılması, yani eğitimden tasarruf olmaz, eğitime yeterli bütçe ayrılırsa o zaman ekonomik olarak ve sosyal olarak da şunu sağlamış oluyorsunuz. Yoksulluğun aileden çocuğa geçmesinin de önüne geçiyorsunuz. Çünkü o çocuk iyi bir eğitim alacak, çünkü o çocuk hayata hazırlanacak ve iyi bir iş sahibi olacak. Ailesinin yoksulluğunu kendisi yaşamayacak. Aslında orta ve uzun vadede duruma bu şekilde bakıldığında bile eğitim bütçesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ifade etmek gerekiyor. Diğer taraftan, öğrenciler orta öğretimde hazırlanıyorlar ve üniversite sınavlarına giriyorlar ve bakanlık bütçesinde sürekli şu cümleler geçti, ‘Türkiye’de eğitim sistemi bir harika, Türkiye’de eğitim sisteminin hiçbir sorunu yok, öğrenciler çok iyi yetişiyor’. Yani biz hayretler içerisinde bu ifadeler baktık. Ben çok örnek verebilirim. Eğitim sisteminin kötü olduğuna dair. Her neresinden baksanız elinizde kalıyor ya da mikrofonu herhangi bir vatandaşa, anne baba olan kişiye uzatın, size veryansın edecektir. Çükü o kadar çok sorun yaşadılar ki o kadar birikti ki; sınav problemleri, eğitim sorunları, erişemezlik, yani çok sayıda size sorun sayacaklardır. Ama ben bir tanesini dile getirmek istiyorum. Eğer eğitim bu kadar başarılıysa YKS’de, bir temel TYT dediğimiz bir temel yeterlilikler testi var. 40 matematik, 40 Türkçe, 10 fen, 10 sosyal bilgiler sorusu soruluyor. Bakın, 40 matematik sorusunda 1 tanesini bile doğru yanıtlayamayan öğrenci sayısı geçen yıl 900 küsur bindi. Bu yıl 1 milyonun üstünde. Sorarım size, temel matematik 40 tane sorunda 1 tane bile doğru yapamayan öğrenci sayısı 1 milyonun üzerinde ise bu eğitim sistemi için oturup ağlamak gerekir. Bundan mahcup olmak gerekir.

“ÖĞRETMEN KADROLU OLUR”

Öğretmenlerimizin sorunlarını da hepimiz biliyoruz. 700 bine aşkın öğretmenimizin atama yapılmadan beklediğini biliyoruz. Ataması yapılmıyor. Bu yıl sadece ataması yapılan öğretmen sayısı 7 bin 154. Ama emekli olanları da tabii bir taraftan saymak lazım. Yine tekrar etmek istiyorum ki okul öncesi eğitim zorunlu hale gelecek, işte bu kadar birleştirilmiş sınıf var. Bu kadar ders boş geçiyor ve bir sürü eksikler var. Bizim öğretmenlerimiz ataması yapılmadan bekliyorlar ve ziyan oluyorlar. Sınıflarına gidip derslerini anlatıp, öğrencileriyle bir araya geleceği günü bekliyorlar hevesle. Oysa biz Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinde buna değindiğimiz zaman bize diyorlar ki ‘Hiç boş geçen ders yok’. Ama biz öğrenciyle bir arada olduğumuzda, okulun ilk başladığı haftalarda 5-6 dersi boş geçenler, sonra ikiye inen olduğunu söylüyorlar. Ya da bunun gibi benzer örnekler. Şöyle bir açıklama getiriliyor, ‘Hiç boş dersimiz yok, ücretli öğretmenlerle boş dersleri tamamlıyoruz’. Ücretli öğretmenlerle boş dersleri tamamlamak sorunu çözmek midir? Bu kadar 700 bin atama bekleyen öğretmen varken şu anda 83 bin ücretli öğretmenle bu sorun çözülür mü? Niçin ücretli öğretmen? Öğretmenleri atayınız. Öğretmen ücretli olmaz. Öğretmen sözleşmeli olmaz. Öğretmen kadrolu olur. Bunu sürekli ifade ediyoruz. Ama ücretli öğretmenlerle ihtiyacı böyle belirli noktalarda karşılamayı çözüm olarak görüyorsa iktidar, o zaman bu eğitim sistemi gerçekten çökmüş demektir.