Gençlik ve Edebiyat (2)

Karamsarlığa geçit yok, sanatın değeri ve önemi konusunda eksik kalmış olabilecek bilinçlenmeye ihtiyaç var! Dünya var olduğu sürece sanat da var olacaktır. Gençlerin, kadınların, işçilerin, emekçilerin, geniş halk kitlelerinin, hukukun tanıdığı “insanca yaşam” hakları, sanatla uğraşma hakkını da barındırıyor.

Görsel: Bahadır UÇAN. İskambil Kartları (2014), 50 x 70 cm. Tuval Üzerine Dijital Baskı

Tülin Tankut

Kamuoyunda sıkça tartışılan bir konudur: Ülke olarak sanatta beklenen ilerlemeyi sağlayabildik mi? Genelde bir gecikmeden söz edilir. Bazılarına göre bunun nedeni Batı’ya olan bağlılığımızın, “ekonomik ve siyasi olmaktan önce kültürel” oluşudur; bazıları, doğrudan “Batı Medeniyeti”ne karşıdır ve tartışmalar çeşitli bağlamlarda sürüp gider.

Günümüzdeyse 80’li yıllardan itibaren toplumumuzdaki somut yaşantıların da gösterdiği gibi, İslami anlayış yaşamın tüm alanlarında etkili olmaktadır. Her şeyden önemlisi, siyasi iktidarların sanatı da besleyecek olan bilimsel eğitime sahip çıkmaları gerekirken, giderek güçlenen dinci yapılanmalara karşı laiklikten ödün vermeleri, bilimsel eğitime gölge düşürmüştür.

Ülkemize özgü kültür-sanat ayrışmasıysa, neoliberal politikalarla iyice su yüzüne çıktı. İslami kesim atağa kalktı.  “İslam Medeniyeti”ni hiçe sayarak kendi propaganda alanlarını yarattılar. İslami holdingler, parti, vakıf, dernek, gazete, dergi, radyo, televizyon, internet v.b. kuruluşlarını oluşturdular. Tüketim pazarında İslamcı pop, yerli TV dizisi v.b. Batı tarzı oluşumlar yer almaya başladı.

Burada temel sorun, hangi kesimden olursa olsun sanata yapılan müdahaledir. Popüler kültürün yaygınlaşmasına İslami kesimin entelektüelleri de karşıdır. Sanatın/edebiyatın serbest piyasaya bırakılmasıysa sol ve ilerici kesimden büyük tepki gördü: Böyle bir ortamda üretilen sanat yapıtı uyarıcı nitelikte olabilir miydi?

Günümüzde uygarlık krizi yaşanıyor, tartışmaları da yapılıyor. Bilimsel araştırmalar, felsefe, kültür- sanat etkinlikleri, egemen güçlerin izin verdiği ölçüde sürdürülebiliyor. Sanat dünyası; piyasayı yöneten, kuralları koyan, kurallara uymayanı piyasadan dışlayan küresel otoritelerin elinde. İş insanlarının sahibi olduğu basını ve TV kanallarıyla “tekelleşmiş bir medya düzeninden” tarafsızlık ilkesine uyması ve alternatif sanata yer açması da beklenemez. Dolayısıyla serbest piyasaya teslim olmuş sanat ürünleri de izleyicide coşku ve heyecan yaratamıyor. En basitinden sansür kaygısı yüzünden mizahın yaratıcı gücünden bile yeterince yararlanılamıyor. Örneğin, dergilerde, tiyatroda, TV skeçlerinde v.b. siyasi mizah kaldı mı? Oysa gülme, evrensel bir tepkidir. Bu bağlamda mizah, kişi üzerinde yaratıcılığı kışkırtıcı bir etki bırakır.

Özellikle genç kuşağın sanatta, manevi dünyasını zenginleştirecek özgürlük, bağımsızlık, dayanışma gibi izlekleri görmeye ihtiyacı var. Geniş kitleler adeta sanatın /edebiyatın ihtiyacını hissedemez hale geldiler. İçinde bulundukları ortamda bu kaçınılmaz değil mi? Haberler bile magazinleştirilerek veriliyor. TV programlarının içeriği bomboş; izleyiciyi ciddi konular üzerinde düşünmekten alıkoymaya yönelik. Uyuşturucu etkisi yapıyor, tiryakilik yaratıyor. Gençler kendilerini sanal dünyaya atıyorlar. Sosyal medyaysa ne hukuken ne ahlâken denetleniyor. Düşünce ve ifade özgürlüğüne ne kadar önem verdiğimiz de böylece ortaya çıkmış oluyor. Dolayısıyla beğenilerin şekillenmesinde “popüler kültür”ün etkili oluşu bizi şaşırtmıyor.

Sanatın düşünce yetisini geliştirdiği öne sürülür hep. Düşünceler, sanatın imkanlarıyla zenginleştirilebilir. Ama önce bireyde sanatsal altyapıyı oluşturmak gerekir. Felsefe bu konuda da işlevseldir. “Felsefe merakla başlar” diyor Antik Yunan filozofu Platon (Eflatun). Çocukların yaşama olan merakını geliştirmek için felsefe eğitimi verilir. Felsefe, çocuğun dünyayı tanımasına yardımcı olur. Sanatla tanışmak da çocuklukta başlamalıdır. Okulların sanat gezileri düzenlemesi bu yüzden önemlidir. “Sanatın felsefeden farkıysa, bilgiyi kavramlarla değil, imgelerle dile getirmesidir.”

Sanata bağlılık, siyasal kültür için gereken kuramsal alt yapının hazırlanmasında da kişiye yardımcı olur. Egemen güçleri korkutan da budur: Sanatın aydınlatıcı gücü. Bunu bildikleri için sanatı kendi çıkarlarına alet etmekten çekinmezler. Naziler de propaganda aracı olarak sanattan yararlanmışlardı. Alman sanatçılar üstün ırk, kahramanlık menkıbeleri v.b. konularda yapıt üretmeye zorlanmıştı. Rejime aykırı bulunan kitaplar, sergiler yasaklanmıştı. Ünlü ressamların tabloları yakılmıştı. Sanatçıların çoğu ülke dışına kaçmıştı. Nazilerin, ölüm kamplarında kurbanlarının çığlıklarını bastırabilmek için Alman bestecilerin müziklerini çaldıkları söylenir. ( Bu arada acaba Netanyahu kendini nasıl avutuyordur? Buna gerek duyuyor mudur?)

Ancak, günümüzde egemen güçlerin bekledikleri “o” sanatçı gelmeyecektir; pandeminin yarattığı ekonomik , toplumsal, siyasal krize karşın. Sinema, tiyatro, yayın, eğlence sektörlerinin pandemiden büyük zarar gördüğü söyleniyor. “Dünyada 10 milyon sinema sektörü çalışanı işsiz.” (Bülent Eczacıbaşı). (Yeni bir haber: Amazon, asırlık film şirketi Metro Goldenwyn Mayer’i satın aldı.) Ama kurtuluş için seçenekler de tükenmedi. Genç yönetmenler, bütçesi sinema filminden daha düşük olduğundan belgesel çekiyorlar. İzleyicinin talebi üzerine sinema filmi yapımının da önü açılacaktır. Yüksek sanat (opera, bale, konser v.b.) hâlâ sermaye tarafından korunuyor. ( Sermaye sınıfı böylelikle halka olan borcunu ödüyor.) Pandeminin zora koştuğu kültür –sanat etkinliklerine destek eksik olmuyor. “Evde kal” uygulamaları nedeniyle kamusal alan küçülüyor, okul, ibadet yerleri, müze, sanat galerisi, tüm kentsel mekanlarda insanlar bir araya gelemiyorlar ama fiziksel yakınlığın azalması üzerine iletişim, sosyal ağlar üzerinden kuruluyor. Dijital sanat film festivalleri, video sanatı , yerleştirme sanatı gösterimleri, çevrimiçi konser, dans, tiyatro, sanat sohbetleri… Sanal ortamda müzeler, sergiler gezilebiliyor… Nitelikli kitap basımı durmuyor; klasik yapıtlar hâlâ okur bulabiliyor. Sanat dalları birbirini besliyor; örneğin gezi kitaplarına, fotoğraf sanatına ilgi artıyor.

Sanat giderek “teknikleşiyor” diye de kaygılanmak da yanlış. Fotoğraf sanatının, portre ressamlığını yerinden edeceği düşünülüyordu ama öyle olmadı. Sanat- teknoloji ilişkisi çok yönlü olarak gelişiyor. “Dijital sanat” üretimine ülkemiz sanatçıları da kayıtsız kalamıyor. Onlar da kendilerinden öncekiler gibi, sanatın aydınlatıcı gücüne inanıyorlar. Sanat videoları internette yayınlandığından gelişmeleri izleyebiliyoruz. “Daha güzel bir dünya için “ sanat yapma geleneği sürerken, internet aracılığıyla kitlelere ulaşıyor.

Halkı sanata yakınlaştırmanın olanakları bugün her zamankinden fazla. İzleyici sayısını artırmak için yeni yollar aranıyor. Müzikaller, romantik komediler, sergiler, özellikle müzikte yeni arayışlar; online iletişim sayesinde her tür sanatsal etkinliğini izlemek mümkün.

Kuşkusuz, her çağın kendine özgü gerçekliği, düşünce ve sanat ürünlerine yansır. Günümüzdeki sanat da haliyle geçmiştekinden farklı olacaktır. Sinema sanatını ele alalım: Örneğin 68 anti- emperyalist öğrenci hareketini konu alan filmler için “dönem filmi ” deniyor. Bu kuşak, tüm toplumsal eşitsizlere karşı olan bir kültürel çevrede yetişmişti. Sermayeden bağımsız, çağdaş politik gençlik filmlerine bakıyoruz, geçmiştekilerden yararlandıklarını dahası onlar tarafından yüreklendirildiklerini görüyoruz. Çağdaş sanat izleyiciye yeni ufuklar açıyor. Yeter ki gençler buna zaman ayırabilsinler. Unutmayalım ki, idealleri uğruna yaşama genç yaşta veda eden devrimciler, o kısacık ömürlerine sanatla uğraşmayı da sığdırmışlardır. Bu konuda daha pek çok şey söylenebilir.

Öte yandan dijital ortamdaki performansların, canlı yapılanın yerini tutmadığı söylenebilir. Ama pandemiyle ciddi bir mücadele, canlı performansları da geri getirecektir. Bir başka sorun, sanal dünyanın ve tüketim kültürünün, toplumdaki yansımalarını ve sanat alanına sızmasıyla baş etmenin güçlüğüdür. Bunun baş sorumlusuysa küreselleşmedir. Günümüzde bilim felsefe, edebiyat, sanat, demokrasi değerleri saldırı altındadır. Küresel kültürün propagandasını etkisizleştirmekse ancak alternatifini ortaya koymakla olur. ( Nitekim “direniş edebiyatı ve sanatı” sürdürülüyor.)

Gelelim gündemimizden hiç düşmeyen şu yakıcı soruna: Kültür ve sanat emekçilerimiz daha ne kadar ayakta kalabileceklerdir? Sanat her koşulda varlığını sürdürür; ama maddi destek görmesi öncelikli ihtiyacıdır. İçinden geçmekte olduğumuz ekonomik durgunluk süreci haliyle bu alanı da etkiliyor. Talep azalması yaşanıyor. Ülkemizi yönetenlerse bu konuda sınıfta kaldılar. Maddi destek şöyle dursun, “yeni bir genç kuşak” yaratma uğruna gençleri çağdaş sanattan uzak tutacak politikalara yöneldiler. (Laikliğin gündemden düşmemesinde bunun da payı var.)

Denilebilir ki, kapitalist sistemin çağdaş sanat dünyasına el atmasıyla yol açtığı yıkım çok büyük; tarihi eser kaçakçılığı ve sanat eserlerindeki sahtecilikten, sanatçı kıyımına uzanan mezalim görünür hale gelirken deyim yerindeyse yılların oluşturduğu balçıktan çıkan kötü kokular tüm dünyaya yayılıyor.

Ancak, tüm bu sorunların çözüm yolu dayanışmadan geçer. Karamsarlığa geçit yok, sanatın değeri ve önemi konusunda eksik kalmış olabilecek bilinçlenmeye ihtiyaç var! Dünya var olduğu sürece sanat da var olacaktır. Gençlerin, kadınların, işçilerin, emekçilerin, geniş halk kitlelerinin, hukukun tanıdığı “insanca yaşam” hakları, sanatla uğraşma hakkını da barındırıyor. Haklarından yararlanma konusundaysa destek, tüm engellemelere karşın sol ve ilerici güçlerden geliyor.