Sevdalımız Komünisttir, Yatar Bursa Kalesinde

Kısacası o hala yol gösterendir ve şair, zorluklara boyun eğen değil, direnendir. İyi ki doğdun Nazım Hikmet.

Halil Yeni

Nazım Hikmet Sovyetler Birliğine geldiğinde birçok şehirde onun için söyleşiler düzenlenir. Bunlardan biri de 1952 yılında geleceğin şairleriyle gerçekleşir. Etkinlik sırasında katılımcılardan biri Hikmet’e hapishanede nasıl şiir yazdığını sorar. Nazım Hikmet’se “Ortak koğuşlarda kaldığımız zaman, çoğu zaman kafama yazıyordum ve tahliye olanlar, şiirlerimi akıllarında tutup onları yoldaşlara ulaştırıyorlardı. Başlarda kâğıdım bile yoktu.” cevabını verir.

Bizi esir ettiler / Bizi hapse attılar / Beni duvarların içinde / Seni duvarların dışında” diye sesleniyordu Bursa cezaevinden sevdiceğine Nazım Hikmet, çünkü Hikmet “Vatan hainliğine” devam ediyordu. Cumhuriyeti Sosyalizmle taçlandırmak ve emeğin egemen olduğu bir ülke kurmak istiyordu. Ağır bir suçtu bu. Bir insanın ömründen çalınan 12 yıla tekabül ediyordu. Fakat sevdalısı komünizmdi. Yattı Nazım Hikmet, yattı Bursa Kalesinde…

Yıllar üşengeç bir çocuk gibi ayaklarını sürerek geçiyordu Bursa Cezaevinin avlusundan. Mevsimler ağır ağır değişiyordu. “Birimiz dışında demir kapının / içinde birimiz / kim bilir / kaç kış daha geçireceğiz / üzülme benim için” diyerek yattı Nazım Hikmet, yattı Bursa Kalesinde.

Tutukluluğunun yedinci yılı dolarken, özgürlük düşü yüreğini yakıp kavursa da bir satır pişmanlık koymuyordu mısralarına. “Çürüyen diş, dökülen et / bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. / Ve elbette ki, sevgilim, elbet, / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet…”

Gençliğinin en güzel yıllarını yatırırken koğuşta ki demir ranzaya”Dizboyu karlı bir gece, / sofradan kaldırılıp, / polis otomobiline bindirilip, / bir trenle gönderilerek / bir odaya kapatılmakla başladı maceram.  / Dokuzuncu yılı biteli üç gün oluyor.” dedi, yattı Nazım Hikmet.  Yattı Bursa kalesinde.

Dokuz sene doksan yıl gibi geçerken ömürden ve penceresinden tüm görkemiyle görülen Uludağ, hüzünle ufalırken bu mavi gözlü dev karşısında “Yasaklar dünyasındayım. / Yârin yanağını koklamak: yasak. / Çocuklarınla yemek yiyebilmek aynı sofrada: yasak. / Aranızda tel örgü ve gardiyan olmadan / konuşmak kardeşinle, ananla: yasak. / Yazdığın mektubun kapatmak zarfını / ve zarfı yırtılmamış mektup almak: yasak. / Yatarken lambayı söndürmen: yasak. / Tavla oynaman: yasak. / Ve yasak olmayan değil, / yüreğinde gizleyip elde kalabilen şey: / sevmek, düşünmek ve anlamak.” dedi, yattı Nazım Hikmet, yattı Bursa kalesinde.

“Bu dağlar kömürdendir / Geçen gün ömürdendir” diye fısıldıyordu bir halk türküsü Nazım’ın kulağına. “Ben içeri düştüğümden beri / güneşin etrafında on kere döndü dünya / Ona sorarsanız: / ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman.’’/ Bana sorarsanız: / ‘On senesi ömrümün…’’ dedi yattı Nazım Hikmet, ‘’Yani övünmek gibi olmasın ama / ben bir çırpıda bir kurşun gibi delip geçtim 10 yılını esirliğimin / ve karaciğer sancısınıda bırakırsak bir tarafa / gönül yine o gönül kafa yine o kafa” dedi, yattı Bursa kalesinde.

İkinci dünya savaşı haberlerini cezaevinin radyosundan dikkatle takip ediyor, Moskova önlerine kadar gelen Hitler ordusu geri püskürtülüyor ve Nazi askerleri tarafından öldürülen Tanya’nın fotoğrafına bakan Nazım Hikmet, ona müjdeli haberi bir şiirle veriyordu. Tanya, / Bursa Cezaevinde karşımda resmin. / Bursa Cezaevinde. / Belki duymamışındır bile / Bursa’nın adını. / Bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir. / Bursa Cezaevinde karşımda resmin. / Sene 1941 değil / sene 1945. / Moskova kapılarında değil artık / Berlin kapılarında dövüşüyor seninkiler, / bizimkiler, / bütün namuslu dünyanınkiler.”

Onun için bir okul gibiydi cezaevi, Orhan Kemal’i yazar İbrahim Balaban’ı ressam, İsmail Başaran’ı şair yaptı. ‘’Memleketimden İnsan Manzaraları’’, ‘’Kuvâyi Milliye Destanı’’ kitaplarının tamamını, ölümünden sonra Mehmet Fuat tarafından yayımlanan ‘’Piraye’ye mektuplar’’ ve ‘’Yatar Bursa Kalesinde’’ kitaplarının bir kısmını yazdı.

Tutukluluğunun 12 yıla vardığı 1950 yılında, serbest bırakılması için ulusal ve uluslararası pek çok girişim oldu ama bunlar sonuçsuz kaldı. Hapiste geçen 12 yılın ardından hem bedeni hem de ruhu çok yıpranmıştı ve artık bu tutsaklık karşısında tahammülü kalmamıştı. 8 Nisan 1950’de bir direniş kararı alarak “Millete verdiğim açık dilekçeye canımı pul yerine kullanıyorum” diyerek Bursa Cezaevi’nde açlık grevine yattı. “Hapisliğimin on ikinci yılındayım / üç aydan beri de / canlı cenaze halindeyim” dedi yattı Nazım Hikmet.  Yattı Bursa kalesinde.

Bir hafta sonra sağlığı ciddi şekilde bozuldu. Hastaneye kaldırıldı. “Güneşli bir yol gidiyor dutlukların arkasından / Mapushane revirinde penceredeyim / Duymuyorum ilaçların kokusunu, / Bir yerlerde karanfiller açmış olacak. / İşte böyle karıcığım, işte böyle / mesele esir düşmekte değil, / teslim olmamakta bütün mesele!” dedi yattı Nazım Hikmet, “Kardeşlerim / demek istediklerimi doğru dürüst diyemiyorsam / kusura bakmayın kardeşlerim, / azıcık sarhoş gibiyim, birazcık dönüyor kafam, / rakıdan değil / açlıktan hafif tertip” dedi yattı, Bursa kalesinde.

İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre yattı Nazım Hikmet. 1950 yılında bir af yasasıyla serbest bırakılıp çürüğe ayrıldığı halde 48 yaşında yeniden askere çağrılması ve orada öldürüleceği yolunda duyumlar alması üzerine yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

Sovyetler Birliğine geldiğinde birçok şehirde onun için söyleşiler düzenlenir. Bunlardan biride 1952 yılında geleceğin şairleriyle gerçekleşir. Etkinlik sırasında katılımcılardan biri Hikmet’e hapishanede nasıl şiir yazdığını sorar. Nazım Hikmet’se “Tek başıma oturup yazarken, koridorda gardiyanlar belirdiğinde şarkı söyleyerek yazmayı bırakmam için mesaj veren nöbetçiler bekliyordu. Ortak koğuşlarda kaldığımız zaman, çoğu zaman kafama yazıyordum ve tahliye olanlar, şiirlerimi akıllarında tutup onları yoldaşlara ulaştırıyorlardı. Başlarda kâğıdım bile yoktu.” [1] cevabını verir.

Kısacası o hala yol gösterendir ve şair, zorluklara boyun eğen değil, direnendir. İyi ki doğdun Nazım Hikmet.

Sevdalınız komünisttir, / on yıldan beri hapistir, / yatar Bursa kalesinde.

Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar, / en âlâ mertebeye ermiş yatar, / yatar Bursa kalesinde.

Memleket toprağındadır kökü, / Bedreddin gibi taşır yükü, / yatar Bursa kalesinde.

Yüreği delinip batmadan, / şarkısı tükenip bitmeden, / cennetini kaybetmeden, / yatar Bursa kalesinde.

[1]Sözcükler  iki aylık edebiyat dergisi 2019/1 s.31