Kahramana bel bağlamak

Bugün, örgütlü demokratik toplumun esamesi okunmuyor ama ülkede illegal suç örgütleri cirit atıyor. Ne acı ki milyonlarca insan bir suç örgütü liderine bile kahramanmış gibi bel bağlayabiliyor.

Alaturka kapitalist modelde, farklı sosyal kesimden bir çok insan kendini ancak güçlünün himayesinde var edebiliyor.  Örgüt kültürü üzerine geliştirdiği dörtlü modeliyle bilinen Harrison, güç kültürü kavramını, merkezde toplanan güç ve denetim olgusuyla tanımlıyor. Buna göre güçlünün diğerleri üzerinde egemenlik kurması herkesçe olağan karşılanıyor[1]. Ülkedeki lider partileri genellikle güç kültürünün yönetim anlayışını benimseyerek örgütleniyor. Toplumsal hafızada baskın olan bu kültürel özelliğimiz nedeniyle cemaat tipi, mafya tipi vb. örgütlenme biçimleri de kendine her zaman meşru bir zemin bulabiliyor.

Siyasal iktidarlar çeşitli hedefleri uğruna bu tür yapıları kullanmaktan geri durmuyor. Bunlar palazlandığında ise iktidar nimetleri üzerinden paylaşım krizleri yaşanıyor. Kirli çamaşırlar ortaya dökülüyor. AKP iktidardayken tanık olduğumuz 17-25 Aralık skandalı, Gülen’in darbe girişimi ve Soylu-Peker düellosu bu çerçevede değerlendirilmelidir. Son rezaletin sorumlusu olan Erdoğan-Bahçeli ittifakı hâlâ birbirine tutunarak ayakta kalmaya çabalıyor. Tavandan alınan ortak kararın ‘batsak da, çıksak da beraberiz’ olduğu anlaşılıyor. Son kararla her iki partinin tabanında bugüne değin sineye çekilen ideolojik ayrışmanın daha da büyüyeceği beklenmelidir. Öyle anlaşılıyor ki iktidar, Peker’e duyduğu öfkeyi benzeri bir mafyatik üslupla muhalefete yöneltip iddiaları gürültüye getirmeyi hedefliyor.

İktidara muhalif olan kitle ise olan biteni genelde seyirlik bir oyunmuş gibi ‘çekirdekleri hazırlayın’ mottosuyla ekranlarından izliyor. Susurluk skandalının yaşandığı dönemle karşılaştırıldığında Türkiye’de örgütlü toplumun tepkiselliğini büyük oranda yitirdiği açıkça görülüyor. Spontane bir halk hareketi olan Gezi Direnişi’nden ne yazık ki demokratik örgütlenme fırsatı çıkarılamadı. Böylesi apatik bir iklimin oluşmasında iktidar aygıtına dönüştürülen ana akım medyanın da büyük payı var. Susurluk skandalında kamuoyunun haber alma hakkını gözeterek iktidar üzerinde görece baskı oluşturabilen bir medya düzeni varken bugün medyanın geneli üç maymunu oynuyor.

Örgütlü toplum olmayınca herkes bir başkasından kahramanlık bekliyor. Örneğin bir dönemin  popüler ismi Cem Uzan Twitter mesajında, “Bravo, Türkiyem uyanmaya başlıyor” diyerek iktidarın hoşuna gitmeyecek açıklamalarda bulunan Viranşehir savcısına ve Anadolu Ajansı muhabirine destek veriyor. Ancak bu destek mesajından kısa bir süre sonra savcı da, muhabir de görevden alınıyor! Kimileri, Habertürk’te Soylu ile görüşen gazetecilerden de benzeri kahramanlıklar bekliyor. Bazen anlı şanlı gazeteciler bile “Babayiğit bir savcı yok mu bu ülkede?” diye çağrı yapabiliyor. Oysa iktidarları dizginlemek için bireylerin kahramanlıklarına değil örgütlü toplumun demokratik mücadelesine gereksinim var.

Örgütlü güç birliği

Kahraman birey kültünün beslendiği önemli bir kaynak da kapitalist sistemdir. Bireysel girişim özgürlüğünü temel alan kapitalizm, kişisel başarı öykülerini cilalayıp  topluma sunarken herkes kahraman olabilir mesajını verir. Toplumcu kolektivist sistemler ise bireyleri kahramanlaştırmaz, ortak başarıyı yüceltir. Görece demokratik toplumun kitle örgütleri de benzer biçimde bireyin kahramanlığı yerine ortak kazanıma odaklanır. Birey, tek başına değil grup içindeki varlığıyla önemlidir. Bireyci ve toplumcu anlayışlar arasındaki bu paradigmatik fark, insanların etik değerlere yaklaşımını da farklılaştırır. Bu bağlamda, kahramanlara atfedilen özverili ve özgecil (altruistik) tutum, bireyci kapitalist anlayıştan daha çok toplumcu kolektivist anlayışla anılmayı hak eder[2].

Tarafsız yayıncılık yapma savında olan medya kuruluşlarına da örgütlü toplumun geliştirilmesinde önemli görevler düşmektedir. Tüm kurumsal yapıları aşındıran tek adam rejiminde, kişisel temsilden çok kurumsal temsile itibar kazandırılması gerekir. Örneğin spesifik konularda görüşleri alınan uzman kişiler yerine meslek örgütleri, odalar, barolar gibi kurumsal yapıların sözcülerine öncelik verilebilir. Böylelikle toplumsal sorunların kişisel ikbal ve itibar amacıyla istismar edilmesinin yolu da kapanır. Kahramanlaştırılan hekimler, deprembilimciler ya da hukukçular kişisel kimlikleri yerine kurumsal kimlikleriyle vurgulanırsa toplum, örgütlenme kavramını daha olumlu algılar. Amaç, sözün gücünü etkili ve işlevsel kılmaksa teker teker ses çıkarmak yerine örgütlü gücün sesi yükseltilmelidir. Böylelikle bu gücün salgın, deprem, insan hakları gibi yaşamsal konularda idarenin alacağı kararları yönlendirme olasılığı da artar. Muhalif kesimlerin gündelik gazını almakta başarılı olan söylem kahramanları, iktidar karşısında dağınık ve etkisiz kalıyor. Dolayısıyla örgütlü güç birliğiyle iktidar üzerinde baskı kurmaya çalışmak, daha akılcı bir seçenek olarak gözüküyor.

Trajik eğlence

İktidarın, halka gözdağı vermek için muhalif bireyleri söylemleri nedeniyle acımasızca cezalandırdığını biliyoruz. Örgütlü bireyler ise demokratik haklarını kullanma açısından daha çok güvenceye sahip. Yani demokratik kitle örgütleri, bireye ifade özgürlüğünü kullanabileceği hukuksal açıdan korunaklı bir alan açıyor. Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Barolar Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği gibi köklü demokratik kitle örgütlerinin Cumhur İttifakı tarafından sık sık yaylım ateşine tutulması boşuna değildir. Yasal örgütleri cezalandırmak, bireyi cezalandırmaktan çok daha zor olduğu için iktidar, bu yapıları parçalayıp güçsüzleştirmek istiyor.

Bugün, örgütlü demokratik toplumun esamesi okunmuyor ama ülkede illegal suç örgütleri cirit atıyor. Ne acı ki milyonlarca insan bir suç örgütü liderine bile kahramanmış gibi bel bağlayabiliyor. Soylu’nun istifa etmesi için Peker’den medet umarak paylaşacağı videoları bekleyen milyonların trajik eğlencesi hüzün veriyor. Kendi gerçeğine yabancılaşanlar, ekran karşısında çekirdek çitleyip eğleniyor. Ana muhalefet lideri ise ‘küçük’ Reis’in Tayyip abi diye hitap ettiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “Türkiye’yi seviyorsan seçime gidersin” diye merhamet bekliyor. İşte sadece bu bile örgütsüz toplumun yalnızlığının ve çaresizliğinin  çarpıcı bir örneği olarak insanın içini parçalıyor.

[1] https://research-methodology.net/harrisons-model-of-culture/

[2] İlker Cenan Bıçakçı, Sosyal girişimciliğe antikapitalist bir bakış: Küba örneği.   https://iletisim.com.tr/dergiler/toplum-ve-bilim/3/sayi-154-2020/10053